Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Dün, bugün

Dün, bugün

Eskiden mektup yazardık, şimdi “mail” atıyoruz...

Eskiden “çöp kutusu” nedir bilir, çöplerimizi çöp kutusuna atardık...

Şimdi artık “geri dönüşüm kutusu” var, dostluklarımızı, arkadaşlıklarımızı, hatta zaman zaman vicdanlarımızı içine atıyoruz...

Eskiden otomobil kullanmaz, yakın yerler için otobüse dahi binmezdik; şimdi öksürüğümüzün ulaştığı mesafelere bile otomobille gidiyoruz...

Eskiden evlerimize telefon bağlatmak için Büyük Postane’ye kaydımızı yaptırır, bazen beş, bazen on-onbeş sene beklerdik (Bana ilk telefonum yedi buçuk senede bağlanmıştı); şimdi ceplerimizde çifte telefonla geziyoruz...

Eskiden komşularımızla gel-git yapar, akşamları doyumsuz muhabbetler (sevgi ve bilgi katkılı sohbet anlamında kullanıyorum) ederdik...

Şimdi komşularımızı tanımıyor, aynı apartmandan cenaze çıksa haberimiz olmuyor...

Eskiden kırk yılda bir “sanatçı” çıkar, kırk yıl da gündemde kalırdı; şimdi her hafta başı bir “star” doğuyor...

Ve her hafta sonu bir “star” batıyor...

Arka arkaya “albüm”ler, “cd” (yazılıp, maalesef “sidi” okunur) çıkıyor; “şarkıcı”lar öyle büyük bir hızla kanal kanal dolaşıyor ki, insan beyni her yerde onları göre göre, bir süre sonra karıştırmaya başlıyor...

Birbirlerinden o kadar “farksız”!

Hiç bir “yeni şarkı”da “eski şarkı”ların tadı olmadığı gibi, yeni “şarkıcı”larda da “eski şarkıcı”ların ağırlığı yok...

Belki de bu yüzden “yeni şarkı”lar çabucak eskiyor, “yeni şarkıcı”lar çabucak ortadan kayboluyor.

Bir sene dayanabilen “popçu”yu parmakla gösteriyorlar; “Moda” akımların özelliği, zaten ömürlerinin kısa oluşudur...

“Kısa oluş”lar asıl kimliğini bulamamış toplumlara mahsustur: “Değişim”i yakalayamayanlar, “değişkenlik”te varlık arar.

Bu süreçte yaşayan toplumlarda müthiş bir doyumsuzluk, müthiş bir tatminsizlik, baş döndürücü bir tüketim hızı, kavga ve pornografi gelişir...

Hiçbir “kalıcı değer” üretemezler.

Nitekim de üretemiyoruz!

¥

O kadar hızlı yaşıyoruz ki, ara çağlara uğramadan, hooop, Ortaçağ’dan doğruca “Magazin Çağı”na atladık!

Bu hızlı atlayış esnasında, “duygu” gibi, “sevgi” gibi, “görgü” gibi, “nezaket”, “nezafet”, “nezahet” gibi kavramlarla birlikte, “vefa”yı, “sadakat”ı, “fazilet”i ıskaladık: Yıllardan beri onlarsız yaşamaya çalışıyoruz...

Tabii hayatın tadı-tuzu olmuyor.

Artık insanların kendi cinsiyetlerine bile sadakati kalmadı: Kimi erkekler ameliyatla kadın olurken, kimi kadınlar da ameliyatla erkek oluyor!

“Cahiliye Devri” insanlarına döndük: Evlât ana-babaya, işçi şirkete, ortak ortağa, kardeş kardeşe ihanet ediyor!

“Sevgi”, “aşk”, “sadakat”, “vefa”, “ahlâk” gibi kutsal kavramlar, modern hayatın hızlı akışına ayak uyduramadıkları için, ruhumuzu kucaklayamıyorlar.

Hayat mecburen onlarsız akıp gidiyor!

¥

Galiba yön tespitinde büyük bir hata yaptık: Baksanıza, koştukça geriliyoruz!

İlk bakışta bunların birbirine zıt gibi durmasına bakmayın, yirmi birinci yüzyılda kavramlar bile işlevini yitirdi... Hiç bir şey göründüğü gibi değil.

¥

Rahmetli Mehmed Âkif, Batı Medeniyeti’ni “Tek dişi kalmış canavar”a benzetmiş ve bu benzetmenin milletimizin ruhunda iz bırakması için de, İstiklâl Marşı’mıza yazmıştı:

“Ulusun, korkma, nasıl böyle bir imanı boğar;

“Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar!”

Boğuluyoruz!





Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi