Sivas'ta neler olmuştu?
Sivas, halkı milli manevi değerlerine hassas bir şehir. Öyle ki 1989 mahalli seçimlerinde Refah Partisi'nin belediye başkanlığı kazandığı üç şehirden biri.
Sivas aynı zamanda önemli oranda Alevi vatandaşımızın da bulunduğu, geçmişteki sağ sol kavgaları sebebiyle Alevi-Sünni hassasiyetinin de zirvede olduğu bir şehir.
O dönemde laik-dinci tartışmalarının da zirvede olduğunu hatırlayalım.
Yine Aziz Nesin'in o dönemde dindarları rencide eden konuşmalarıyla gündemde olduğunu da unutmayalım.
O dönemde DYP-SHP hükümetinin iş başında olduğu ve Sivas'a SHP kontenjanından bir valinin atandığını ve bu valinin Sivas'ın hassasiyetlerine karşı önyargılı olduğunu da hatırdan çıkarmayalım. Bu valinin, "Pir Sultan'ı seviyorum, çünkü Osmanlıya başkaldırmıştı. Siz de başkaldırın." diyerek Sivas halkının hassasiyetini kaşıyan rolünü de unutmayalım.
Böyle bir ortamda hassasiyetleri kaşıyan gelişmeler yaşandı.
Yıllardır Banaz ilçesinde yapılan Pir Sultan Abdal Şenlikleri o sene Sivas'a taşındı!
Olayların yaşandığı Cuma gününden önce şehirde sol sendikacılar izinsiz yürüyüş yaptılar, Dev-Sol ve PKK sloganları attılar. Halkı iyice tahrik ettiler.
O dönemde tahrikkar üslubuyla dindarların tepkisini çeken Aziz Nesin bu şenliklere davet edildi!
Nesin burada katıldığı panelde, "Kim demişse demiş, bin yıl önceki sözler sürgit devam etmez." dediğinde, "Allahın sözleri de mi?" sorusuna, "O sizin Allahınız benim değil." cevabını vererek Sivas'ta bombanın pimini çekti!
Havanın gerginleşmesine ve Cuma günü 13.30'da başlayan olayların 6 saat süreyle gelişmesine ilgisiz kalan ve adeta felakete davetiye çıkaran bir yönetim sergilendi.
Ve Madımak felaketi yaşandı. 33'ü sanatçı 37 insanın yanarak can vermesi felaketi.
Çok geçmedi Erzincan Başbağlar'da 33 masum insanın kurşuna dizilmesi felaketi yaşandı.
Sivas davasında 33 sanığa idam cezası verildi.
Olayların seyrinden bir Alevi Sünni çatışmasının körüklenmesi gibi menhus bir niyet sezilmiyor değildi.
Olayın gerçek faillerinin tartışılması gerekirken olayları yatıştırmak için çırpınan belediye başkanını hedefe koyarak bir mezhep çatışmasını körükleyen o mantık ve yaklaşımın bugün de zamanaşımına uğrayan dava sebebiyle gündemde tutulmaya çalışıldığını görüyoruz.
Yapılan yayınlar sonucunda Sivas davasında hiç kimse yargılanmamış hiç kimse ceza almamış gibi bir hava oluştu.
Halbuki zamanaşımıyla davası düşen 125 sanıktan sadece beşiydi.
Zira, "Dâvâ 21 Ekim 1993'te başladı. 125 sanık, Ankara 1 No'lu DGM'de hâkim karşısına çıktı. Davada ilk karar, 26 Aralık 1994'te geldi. 85 sanık, 2 ila 15 yıl arasında değişen hapis cezasına çarptırıldı, diğer sanıklar ise beraat etti. Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 1997 yılında müdahil avukatlarının temyiz ettiği davayı bozdu. Yeniden yargılama sonucunda 33 sanık hakkında idam cezası verildi. Ancak bu karar, bir yıl sonra Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından yeniden bozuldu. Sanık sayısı da 125'ten 33'e indi. 2000 yılında kararını açıklayan Ankara 1 No'lu DGM, 33 sanık için "idam" dedi. 9 sanık 7 yıl 6'şar ay, 4 sanık 20'şer yıl, 1 sanık 15 yıl, 1 sanık 5 yıl hapis cezası aldı. 33 sanık hakkında verilen idam kararı ise 2002 yılında müebbet hapis cezasına çevrildi."
Verilen cezaların ne kadar adil olduğu da kuşkulu.
A.Turan Alkan'ın şu cümlelerine aynen katılıyorum:
"2 Temmuz'da Sivas'ta olup bitenlerin, nitelik ve ardına gizlenmiş sinsi niyetler itibariyle Gazi Olaylarından, Başbağlar'dan, Susurluk'tan, Balyoz ve Poyrazköy emsâli oluşumlardan hiçbir farkı yok. Dava bu haliyle adliye arşivine gömülü kalmamalıdır. Herkese gerçeklerle yüzleşme şansı verilmelidir.
Zamanaşımı kaldırılsın, eyvallah! Sadece yargılanmayan beş kişi için değil, yargılanan ve henüz hadise hakkında doğru-dürüst ifade bile vermeyen kişiler için de..."
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.