Karadeniz’de kar!
Bu kış kara doymuş bir Ankaralı olarak Mart ortasında Karadeniz yolculuğuna çıkarken en fazla yağmur bekliyorduk. Fakat Ordu’da, Giresun’da, Görele’de bulunduğumuz müddetçe kar adeta bizi takib etti…
Bu şehirlerin kartpostallarında, eski resimlerinde belki de hiç kar yer almadı. Bir Karadeniz sahil resmi en çok yeşil olabilir, sonra da yağmurlu. Fakat karlı bir Karadeniz şehri olağanüstüdür!
Anlayacağınız, Karadeniz olağanüstü idi! Geçen sene Nureddin Topçu için Trabzon’a gitmiş, hem de Şubat’ta güneşle karşılaşmıştık. Bu sefer Mart’ta güneş bile karlı idi! Gerçi, Trabzon’da yine kar yoktu. Dönüş yolunda şair Yaşar Bedri’yi aradık, hava muhalefetini hissetmiş gibi, o da Antalya’ya gitmiş!
Ankara’ya dönünce baktığım, onun “Fotoğraflarla ve Gravürlerle Trabzon Şehrengizi” kitabında da karlı bir Trabzon resmine rastlamadım.
Giresun, 1980’li yıllarda bir hafta kadar kaldığımız bir şehir. O zamanların fotoğraflarını aramak boşuna, çünkü o sıralar şehir merkezi, 30-40 bin nüfusa sahipken, şimdi yüz bini aşmış!
Şimdi 100 bin nüfus bize olağanüstü geliyor ama, 1945’te şehir merkezinde 12 bin beş yüz kişinin yaşıyor olması daha az şaşırtıcı değildir her halde…
Ordu da çok farklı değil. 1950 de şehir merkezinde 10 bin nüfus görünüyor. Şimdi ise, 135 bin’i geçmiş…
Doğu Karadeniz kıyıları iskâna pek müsait değil. Bölgenin en köklü şehri Trabzon. Şu anda şehirler tabiatı zorlayarak büyümek zorunda. Bu “zor”un da bir sınırı vardır elbette!
Giresun’un, Ordu’nun, Trabzon’un eski resimlerine bakanlar, bugünle kıyaslarlarsa ne görürler? Eski ustalar, o küçük binaları bile bir tenasüp içinde yapmışlar. Hem tek başına güzeller, hem de şehir güzel. Bugünün anlı şanlı mimarları, mühendisleri o tenasübü, güzelliği neden yakalayamıyorlar?
Sahilde şehir nüfusları artıyor ama, vilayet nüfuslarında azalma var. Demek ki, köyler şehirlere aktı, ya da Türkiye’nin başka şehirlerine göçtü. Görünen şu ki, Karadeniz kıyılarında daha fazla nüfus tutmak pek mümkün değil. Şehirlerimizi daha fazla çirkinleştirmek de mümkün olamayacak öyleyse!
Görele Müftüsü Enver Türkmen, Celil Güngör’le fakiri Trabzon hava alanından Ordu’ya götürürken Karadeniz’de kar kadar şaşırtıcı bir manzara ile karşılaştık. Bulancak sahilinde Osmanlı tarzı bir cami yapılıyordu ve kapılarından biri Divriği Ulu Camii’nin o muhteşem taş kapısının bire bir kopyası idi.
Elbette yeni bir cami yapılmıyor, büyük ölçüde Mimar Sinan’ın Şehzade Camii planı uygulanarak içi ve dışı taş kaplama bir cami inşa ediliyor. “Taklit” deyip geçmeyin, Bulancak Sarayburnu camii gerçekten görülmesi gereken bir yapı. Eski adına yeni diye hayatımızı işgal eden yapılaşmalara bir meydan okuma!
Bu coğrafyaya bir el değmiş! Bir kasabada bu cesamette bir camii kim yapar? Hem de bir medeniyet hatırlatması tarzında? Bu soru bizi Mustafa Eren Hoca’ya götürdü.
Eynesilli Mustafa Eren Hoca, şeyh İhramcızâde Hacı İsmail Hakkı Toprak ile 1953 yılı Mayıs ayında tanışmış ve hayatı değişmiş. İhramcızâde ile 16 yıl geçiren Mustafa Hoca, İsmail Hakkı Efendi’nin 1969’da öteki âleme göçünden sonra kendi irşad halkasını oluşturmuş.
Giresun’a üç eser bırakmış. Birisi Eynesil’in Giresun tarafından girişinde bulunan Kubbeli Çeşme. Ayrıca Giresun giriş ve çıkışına birer tane büyük camii yaptırmaya başlamış. Bu camiilerde Osmanlı mimarisinin büyük eserlerinin izleri bariz olarak hissediliyor. İçi ve dışı kesme taşlarla kaplanan bu camilerden biri Eynesil’de yapılıyor. Adı Yeşil Cami. Diğeri ise Bulancak’ta yapılan Sarayburnu Camii…
Zor bir işe girişilmiş, zahmetli bir yol tutulmuş. Sabır dervişlerin azığıdır. Büyük ölçüde altından kalkılmış. 1987’de başlanan inşaat bir hayli kolaylanmış. İş minarelerin yapımına kadar gelmiş.
1991’de vefat eden Mustafa Hoca, Eynesil’de yapılan Yeşil Camii tamamlandığında Türkiye’nin düzeleceğini; Bulancak’daki Sarayburnu Camii tamamlandığında ise dünyadaki durumların düzeleceğini söylermiş…
Size camilerin tamamlanmasına çok az kaldığı müjdesini verebilirim!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.