Anadolu yollarında
Mart başından beri yollardayım...
İstanbul’un çeşitli semtlerinde verdiğim konferanslar (ben “sohbet-muhabbet” demeyi tercih ediyorum) hariç, bu süre içinde Kastamonu’da, Kocaeli’de (birkaç kez), Malatya’da, Antalya’da, Gebze’de (birkaç kez), Afyon’da, Turgutlu’da (Manisa), Sütçü İmam Üniversitesi’nde (K.Maraş), Isparta’da, Kozan’da (Adana), Bandırma, Edremit ve Balıkesir’de, Kütahya’da, Bursa’da (iki kez), Konya’da (üç kez), S. Demirel Üniversitesi’nde (Isparta) yıldönümleri münasebetiyle genel olarak konusu İstiklâl Marşı ve Çanakkale Zaferi olan sohbetler yaptım.
Önümüzdeki günlerde Tekirdağ, Trabzon, Rize, Pazar (Rize), Çerkezköy (Tekirdağ), Karabük, Çankırı, Zeytinburnu, Ümraniye, Emet (Kütahya), Gölcük ve daha birçok merkeze gideceğim inşallah.
Salonları hıncahınç doldurup sohbetimi baştan sona büyük bir ilgiyle takip eden, kitaplarımı imzalarken sevgi kuşağı gibi etrafımı saran tüm dostlarıma kalbi teşekkürlerimi sunuyorum.
Bu arada bazı ilginç şeyler de oluyor...
Meselâ, geçtiğimiz Pazar günü Bursa’daki Tüyap Kitap Fuarı’da Nesil Yayınları standında kitaplarımı imzalarken, sevgili dostum Mümtazer Türköne ile birlikte on kişilik şımarık bir grup “genç Kemalist”in protestosuna maruz kaldık.
Atatürk’ün “Gençliğe Hitabe”sini okumaya başladılar...
İlginç olanı şu ki, ezberlememişler bile (halbuki bendeniz, başöğretmenim Hikmet Bey’in sopası altında daha ilkokul üçüncü sınıftayken ezberlemiştim)... Ezberlemek bir yana, metinden bile okuyamıyorlardı. Delikanlı tıkanıyor, kekeliyordu.
“Ben” dedim, “Kemalist değilim, ama hitabeyi sular-seller gibi okurum! Siz nasıl Kemalistsiniz böyle?”
Bir süre sabrettim. Mümtazer Bey hiç istifini bozmadan kitaplarını imzalamayı sürdürdü.
Suskunluğumuz, sabrımızı aczimize bağlayıp slogan atmaya, şamata yapmaya, huzur bozmaya, bir anlamda şımarmaya başlayıncaya kadar sürdü...
Sonunda sabrım taştı. Artık dayanamadım. Bir sandalyenin üzerine çıkıp bağıra bağıra İstiklâl Marşı’mızı okumaya başladım...
Kitaplarını imzalatmayı bekleyen yoğun kalabalık da bana uyunca, protestocular sindi. Bir şaşkınlık ve tereddüt deminden sonra, “Besmele duymuş şeytan gibi” dağıldılar.
Zavallılar! Sadece ideolojik sloganlar ezberleyerek var olabileceklerini zannediyorlar.
Oysa hiçbir slogan, hiçbir ideoloji fikir kadar sağlam, kalıcı ve kuvvetli değildir.
Fikir yanardağ, slogan ise saman alevidir!
•
Bu arada tehditler ve iftiralar da sıklaşmaya başladı. Türkiye’yi olumlu yönde etkilemiş ne kadar isim varsa, imzasız maillerle karalıyorlar.
Bu da acziyetin başka bir şekli: Fikir olmadığı yerde iftira ve tehdit geçer akçe oluyor!
Tehditlerin bir bölümü da şahsıma yönelik: Özeti, “asarız-keseriz!”
Cevabım şu: Öldürülmekten de, iftiraya maruz kalmaktan da korkarım, ancak bu ihtimaller yüzünden duruşumu, bakışımı, fikrimi, zikrimi değiştirmem...
“Etki” olunca, ister istemez “tepki” de olacaktır: Ancak, tepkiler “belge” düzeyinde olunca anlam kazanır.
Diyeceğim şu ki, çocuklar! Beni sadece “belge” ile durdurabilirsiniz. Kimsenin ne tehdidi, ne ideolojisi, ne de “hatıralar”ı, uzak ve yakın tarihe ilişkin değerlendirmelerimden beni vazgeçiremez.
Akıntıya kürek çekmesinler, boşuna zahmet etmesinler diye söylemiş olayım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.