Yadırgadım
Ahmet Şık’ın cezaevinden çıkar çıkmaz söylediklerindeki rövanşist tonu insan nefsine en ağır gelen şeylerden biri olarak insanlık tarihine geçen tutukluluk süresinin henüz bitmiş olduğu gerçeği ışığında okuyunca, üzerinde durmamak uygundu. Türkiye’deki cezaevlerinin dünyada nasıl bir ünü olduğunu hepimiz biliyoruz. Dünyanın ürettiği aksiyon filmlerinde sıklıkla kullanılan Türk hapishanesi tabiri birden çok şeyi de çabucacık anlatır seyirciye. Bunda Türkiye aleyhtarlığını yaymak için üretilmiş Gece Yarısı Ekspresi’nin de büyük rolü vardır hiç şüphesiz. Soğuk duvarlar, olmayan bahçeler, hücreler, işkence odaları, hiç hak etmediği ölümüne, sayılı saatler kalsa da bir başbakana bile reva görülen küçük düşürücü uygulamalar vesaire vesaire. Tam da burada ne Nedim Şener’in sekiz yaşındaki küçük kızının eteğindeki düğmelerden dolayı yapılan ne de Ahmet Şık’ın kızının dişlerindeki tellerden dolayı acaba bunları da çıkarmamı isterler mi diyerek yaşadığı korku, endişe insanlığa sığar. Ama bu tür uygulamalar yeni icad edilen caydırma, sindirme, bıktırma yöntemleri mi hayır. Bu ülkede çok uzun zaman önce değil sadece kısa bir süre önce çocuklar çocuklara karşı Türkiye laiktir laik kalacak diye bağırtılmadılar mı? O zaman Şener ve Şık’ın tavrı neydi diye merak etmeyeceğim, küçücük çocuklara bunu reva görenleri kınadılar mı diye sormayacağım; bir anne olarak!
Ama şunu soracağım: Bu ülkede neden bir şeylerin gündeme oturması, tartışılmaya başlaması için Beyaz Türklerin başına bir şeyler gelmeli ve onlar kendilerini “mağdur” olarak ilan edince ancak topluma konuşma izni çıkmalı!
Bilmem!. Nureddin Şirin “daha az” bir gazeteci miydi de ona yapılanlar Şener ve Şık için hop oturup hop kalkan medyamız için bir gün bile bir şey ifade etmedi. Hüda Kaya ve kızları İntizar, Nurcihan ve Nurülhak devleti yıkmaya teşebbüsten idamla yargılanırken neden görünmez oldular. Yakup Köse çocuk hali ile adını bilmediği bir örgütün üyesi olmakla suçlanırken 28 Şubat’ta, hücreye kapatılırken çok “daha az” mı insandı!. On üç yaşında bir kız çocuğu 28 Şubat’ın Milli Eğitim Bakanı ile başörtüsü yasağını tartıştı diye kırkbeş gün hücrede tutuldu da daha mı az layıktı özgürlüğe!
Neyse! Bunları yazmakta amacım “ama siz de şunu yapmadınız”la başlayan cümlelerle bir ayıbı başka bir ayıpla gidermeye yol göstermek veya kanıtlanana kadar itham edilenin suçsuzluğunu şüphe altına düşürmeyi savunmak değil. Sadece çok tabii imişçesine içselleştirilen çifte standartlar silsilesine dikkat çekmek.
Şimdi gelelim yadırgadığımın ne olduğuna.
Ahmet Şık Avrupa Parlamentosu’nda konuşmuş. Yaptığı konuşmada Türkiye’de bugün sivilleşmenin olmadığını, demokratikleşmenin bir yalan olduğunu iddia etmiş. Şimdiye kadar varmış da son on senede mi yok olmuş, yoksa hiçbir zaman yokmuş da, hâlâ mı yok diye yakınıyor Şık; bilemiyoruz. Eğer birincisi ise dünyanın batısından doğusuna, dört bir yanında, devletlerin, tarafsız örgütlerin, haydi hiç uzağa gitmeyelim; Şık’ın muhatabı olan Avrupa Parlamentosu’na bağlı kuruluşların, AB ilerleme komisyonunun bu ülkede demokratikleşme adına atılan adımları alkışlayan raporları da mı yalan söylüyor? Şık’ın ifadesinden anlamamız gereken bu değil de ikincisi ise, o zaman bu durumun faturasını, bütün alavere dalaverelere rağmen, her türlü engelleme entrikalarına rağmen iktidara gelip, eli kolu ayağı bağlansa da on senedir hayatta kalma mücadelesi veren, kapatılmanın tam da eşiğinden dönen bir partiye neden kesiyor? Doksan senedir Kemalizm’in gaddarlığı altında şekilden şekile sokulan siyaset makinesindeki tıkanıklıklar bu hükümetin problemi midir? Şık bir suçlu arıyorsa mensubu olmakla övündüğü Kemalizm’e bakmalı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.