Zeynep Muzaffer Muhammed Mücahid
Sanat ve Tasavvuf Musikisi sanatçısı, aynı zamanda “âdâb ve edeb” er kişisi, Ertuğrul Erkişi’nin sülalesindeki hanım isimlerinin pek çoğu “Zeynep” imiş.
Önceki gün birlikte Çanakkale üzerine bir program seyrediyorduk. Programda da Ertuğrul Erkişi’nin Mehmet Akif Şiirleri’nden bestelediği ve seslendirdiği şarkılar çalıyordu.
Seyircilerin heyecanlandığı bir sırada dedi ki;
- “Bizim geniş ailede kızlarımızın isimlerinin pek çoğu Zeynep’tir.”
Ve hikâyesini anlattı.
Çanakkale Savaşı’nda Erkişi’lerin ailesindeki erkeklerin tümü cepheye gitmiş. Tabi giden dönmemiş. Gelinlerle çocukları, aile büyüğü olan Zeynep anneye kalmış.
Zeynep anne savaşa giden babaların eşlerine ve çocuklarına hem analık hem babalık etmiş. Yaşlı haliyle kasabadan köye aylarca sırtında un taşımış.
Un taşımak neyse, kışın yakacaklarını, yazın yiyeceklerini tek başına hazırlamış ve koca bir aileyi ayakta tutmaya çalışmış.
Savaştan sonra Zeynep anne köyde bir efsane haline gelmiş. Bu tarihten itibaren ailede ne kadar kız çocuğu dünyaya gelmişse, Zeynep anne gibi; “fedakâr, cefakâr, gönül ehli, hizmet ehli, şefkatli, merhametli, imanlı olsun” diye Zeynep adını koymuşlar.
.................................
Muzaffer, Muhammed ve Mücahid’e gelince;
Bu hikâyeyi 1922 yılında Türkiye’ye gelen yabancı bir gazeteci anlatıyor.
Batılı gazeteci, Anadolu’nun çeşitli il ve ilçelerini dolaşıp, İstiklal Savaşı sonrası gözlemler yapmış.
Hemen her yaştan; erkek, kadın, genç ve çocuklarla konuştuğunda kimsede bir savaş yorgunluğu emaresi görmemiş ve yeni bir İstiklal Savaşı’na hazır olduklarını hissetmiş.
Bir mahallede, çocukların kalabalıkça oynadığı oyunları seyrederken, biraz da dinlenmek için kenara çekilip oturmuş.
Vakit öğle zamanıymış, anneler çocuklarının karınlarını doyurmak için adlarıyla çağırmışlar.
“Muzaffer, Muhammed, Mücahid, Mahmud, Mustafa, Mehmet,” bu isimleri duyan gazeteci yerinden kalkmış ve kendi kendisine şöyle mırıldanmış.
“Bu millete bir şey olmaz, baksanıza isimlere, hangi savaşa girseler kazanırlar, dünya bunlarla başedemez.”
.....................
Yabancı gazeteciye katılmamak mümkün değil elbet. Hakikaten dünya bizimle başedemez, bugüne kadar da başedemedi.
Yalnız hesap edemediğimiz; “aldandığımız,” veya “aldatıldığımız” bir nokta vardı. İçimizdeki hainleri fark edememiş ya da ciddiye almamıştık.
Bugün de dış düşmanlarımız, içeridekiler kadar tehdit oluşturmuyor. Millet olarak bizi dışımızdakiler değil, içimizdekiler yıkmak istiyor (du)
Allah fırsat vermesin, Vermedi de şükür. İnşaallah bundan sonra da vermeyecektir.
İçeridekilerin hesap etmediği şuydu. Onlar hep toprağın üzerindekilerle uğraştılar. Oysa bu memleketin sahibi, topraklarımızın altında yatan binlerce şehitlerimizdir.
Bir Çanakkale gazimizin, torununa hitaben yazdığı mektuptan örnek verelim:
“Yiğidim! Bugün Anadolu’da tüten her evin acıklı hatırasında bir Çanakkale şehidinin olduğunu unutma. Her aile bir Çanakkale yetimidir.
Bu hâl, nesilden nesile devredilen bir şeref madalyasıdır. Bu şehitlerin kabirleri bu Müslüman milletin sinesindedir.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.