Muş’un etrafı dağdır, meşedir...
Dün meşhur “Yemen türküsü”nün Muş’tan koparılamayacağını yazdım.
“Yemen türküsü”nün varyantlarını araştırırken, merhum Cahit Öztelli’nin Evlerinin Önü–Halk Türküleri kitabında başka bir Muş türküsü ile karşılaştım. Bu da bir seferberlik türküsü. Muş’un Ruslar tarafından işgali üzerine yakılmış:
Muş’un etrafı dağdır, meşedir
İçinde oturan Veysi Paşa’dır...
Dikkat edilirse, iki türkünün söz benzerliği var. Muş tarifinde bu açıkça gözleniyor. Demek ki, o sıralar şehirde böyle türküler yakılıyor ve dillerde dolaşıyormuş.
Geçen hafta sonu, Alparslan Üniversitesi’nin davetlisi olarak Muş’ta idim. “Mağlubiyet ideolojisinin sonu” başlıklı bir konferans verdim. Muş’ta üniversite yeni. Genç ve gayretli bir rektörü var: Prof. Dr. Nihat İnanç. Yeni bir Türkiye kuruluyor. Bu kuruluşta üniversitelerin de mühim rolü olacak.
Yıl 1950: Muş’un nüfusu 7 bin...Şehir merkezinde 1 orta okul, 2 de ilk okul var. Belki de üniversiteye giden bir tek Muş’lu bile yok! Cumhuriyet’in unuttuğu şehirlerden Muş. Üç ilçesi var Bulanık, Malazgirt ve Varto. İşe bakın: Üçünde de elektrik yok! Muş merkezinde ise, elektrik jeneratörle sağlanıyor ve üç beş saat verilebiliyor. O zamanlar jeneratörün adı “elektrik fabrikası”!
Muş’un talihi, 1955’te demiryolunun şehre ulaşması ile değişmeye başlıyor. Demokrat Parti o sıralar karayolu bağlantısını da güçlendirmiştir. O günden bugüne şehrin ekonomik gelişmesini anlatacak değiliz. Üniversite’nin kuruluşu 2007. Şu an 4 bine yakın öğrencisi var. Bu bile şehrin nüfusunu ve iktisadını etkiliyor. Üniversitenin daha kalıcı tesirleri önümüzdeki yıllarda hissedilecek.
İlahiyat Fakültesi dekanı Prof. Dr. Fethi Ahmet Polat’la, Anadolu’nun artık bir kasaba cesametinde sayılabilecek uzak bir il merkezinde (çünkü Türkiye’nin batısında Muş’un nüfusunu kat kat aşan ilçeler var) bu gelecekten ümitle konuşuyoruz.
Muş’ta ev sahibimiz Üniversite ama, orada kadim bir tanıdığımız var: Mehmet Fatih Birgül. Dr. Fatih Birgül, bir süre Türkiye Yazarlar Birliği’nin Bursa şubesi başkanlığını yapmıştı.
Üçüncü çocuğu Muş’ta doğan Birgül, bir süredir büyük düşünce adamımız Nureddin Topçu’nun biyografisi üzerinde çalışıyor. Bu vesile ile zaman zaman telefonla veya e-mektupla haberleşiyoruz. Bu biyografi yayınlandığında, hem büyük düşünürümüzü daha yakından tanıyacağız, hem de biyografi edebiyatımız güzel bir eser kazanacak.
Muş’u Fatih’le gezdik. Ama ne gezme!
Muş’ta en çok gördüğümüz şey “kar”dı. “Ömür boyu gördüğüm karları toplasam, yine de Muş’ta bir günde gördüğüm kar ağır basar” desem mübalağa olmaz! “Her yerde kar var” şarkısı en çok Muş’a yakışır! Şehri seyr ü temaşa etmek için kaleye çıktık. Çıkış da ne çıkış, âdeta kar yığınlarının oluşturduğu tepeler arasından geçerek gittik. Kaledeki kahvehanede kahvelerimizi yudumlarken, öyle bir kar yağıyordu ki, 100-200 metre ötesi bile seçilemiyordu.
Muş’ta çok fazla tarihî eser yok. Ulu Cami, 14. yüzyıldan, Hacı Şeref 17. yüzyıldan ve Alaeddin Bey camii 18. yüzyıldan kalma imiş. Şehrin eski mimarisini yansıtan evler tamamen yok olmuş. Doğuda da batıda da değişmeyen, şehirler yenilenirken, barbarca işler olduğu...
Muş’un geçmişteki önemine en büyük hüccet Murat köprüsü olmalı. Selçuklulardan kalma 12 gözlü bu köprü yakınlarda esaslı bir onarımdan geçirilmiş. Yanına da dinlenme maksatlı ahşap yapılar yerleştirilmiş. Burada bir demlik çayı kar manzarası eşliğinde âfiyetle içerken, Nureddin Topçu biyografisinin ayrıntılarından konuşuyoruz Fatih’le.
Muş Türkiye’nin bugüne kadar görmediğim nadir şehirlerinden. Muş’un etrafında dolaşıp durmuşuz: Erzurum, Van, Bitlis, Diyarbakır, Elazığ... Uçakta, havayolu şirketinin dergisinde, güzel bir tesadüf Muş’la ilgili bir yazı okudum. Yazının başlığı “Tekrar gelmek isteyeceksiniz.” Muş’un kıştan başka bir mevsimi olduğunu, üniversitenin logosunda yer alan lâlenin gerçekten Muş’ta yetiştiğini görmek için tekrar gelmekten başka çare yok!
Bir de Ankara’ya döndükten sonra sağa sola bakarken öğrendim: Müştak Baba’nın kabri de Muş’ta imiş. Bitlisli olan 19. Yüzyılın bu önemli mutasavvıf şahsiyetini Ankara’ya bağlayan bir şiiri var. Hacı Bayram Veli’ye hitaben yazılmış bu şiir bir “istihraçname”. İlk harflerinden Ankara okunuyor. Elf efser’den de ebced hesabıyla 1341 çıkarılıyor. Bu rakam da, Ankara’nın başkent olduğu hicri yıla tekabül ediyor...
Muş’a kadar gittik ama Ankaralı Hacı Bayram için şiir yazan bir ulu zatı ziyareti ihmal ettik. Bakalım, bir dahaki sefere!
Kitap hattı:
Yaşamak Öldürür Beni. Necmi Evci’nin denemeleri. Bu kitapta yer alan yazıları okumaya başlayınca, yazarının kitap yayınlamakta geç kaldığını düşünmeden edemiyor insan. Elbette bu yazıların önemli bir kısmı dergilerde yayınlanmış ama kitap hüviyetiyle okuyucunun karşısına çıkmanın tesiri farklı. Necmi Evci, sözün değerini bilen ve ifadesine hassasiyet gösteren bir yazar. (Ay Vakti Kitap, 0212 520 03 33, [email protected])
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.