Senaryo bitti...
Ebediliği arayan insan, fâniliğin kuşatması altında ömrünü tamamlar... Bir gün “bir varmış bir yokmuş” tekerlemesi hakikat olur. İnsan aramasa da, istemese de, hatta kaçsa da bu hakikatle her an karşı karşıyadır.
Şöhretin zirvesindekiler, yaptıklarıyla alanlarına hükmedenler, ancak bu hakikatle beraber yaşıyorlarsa, mutmain olabilirler.
Dizi âleminin en meşhur senaristlerinden biri vefat etti. Aynı zamanda oyuncu da olan Meral hanım için âdet olduğu üzere rahmet dilemeli miyiz?
Kendi vasiyeti buna pek uygun değilmiş. Gazetelerden okuduğum kadarıyla, vasiyetine uyulmayacak, yani cesedi yakılmayacakmış.
Toplum, gelenek, kültür, inanç insanların dirisine müdahale edemiyor ama, ölüsüne ediyor!
Meral hanımın ölümü, hastalığının seyri bilindiği için, bekleniyormuş. Bu bekleme sırasında kendisi ile yüzleşti mi?
Mesela, müşterilerine sağlığa zarar verici maddeler satan bir bakkal, bundan ötürü nâdim olmaya vakit bulabilir mi? Daha doğrusu meseleyi böyle ahlâkî bir çerçevede düşünür mü? Yoksa “yaşamak ve kazanmak için mecburdum” mu der?
Beden sağlığımızla ilgili devlet kurumları, belediyeler, hatta gönüllü kuruluşlar bir hayli tedbir alıyorlar. Denetlemeler, standartlar belli sonuçlar veriyor. Buna rağmen halk sağlığını tehdit eden besin maddeleri piyasada dolaşıyor. Hatta sağlıklı sanılan bazı besinlerin ciddi hastalıklara yol açtığı söyleniyor.
Toplum sağlığı sadece beden sağlığı mıdır?
Akıl sağlığı, zihin sağlığı, ruh sağlığı...
Elbette bu alanların denetlenmesi zor. Devlet bir denetleme yaparsa, öncelikle kendi nizamı için yapıyor, halkın sağlığı meselesine fazla el atmıyor.
Meral hanımın dizilerinin tiryakisi değildim. Muhteşem Yüzyıl’ı birkaç bölüm, ne idüğünü anlamak için seyrettim.
Osmanlı kostümlerinin taklitlerini giyinen aktörler, tarihi dekorlar önünde 4-5 yüzyıl öncenin değil, bugünün hayatını oynuyorlardı. Çünkü senarist, bugünün insanının iptilalarını tahrik ederek başarılı olmak yolunu seçmişti.
Burada en kolay yapılacak itiraz şudur: “Sanat eseri tarih değildir!”
Elbette, ne edebî eser, ne de sinema eseri tarihin aynısı olamaz. Bir eserden beklenen de bu değildir.
Fakat, bir eser yapılandırılırken atıfta bulunulanla yapılanın ilişkisi doğru kurulmak zorundadır. Muhteşem Yüzyıl’da ne yazık ki, bunu görmek mümkün değildi.
Kanunî Kanunî gibi olmalıdır; bizde o tesiri uyandırmalıdır. Sadece kıyafetiyle değil, konuşmasıyla ve çizdiği karakterle. İbrahim Paşa ve Hürrem Sultan için de aynı şey sözkonusu. Hatta kurumlar için de. Harem harem olmalı, divan divan olmalıdır. Bugünün anlatımı uğruna gerçekten uzaklaşılmamalıdır. Bu anlamda Muhteşem Yüzyılcılara göstereceğimiz örnek geçen sene TRT’de yayınlanan Yamak Ahmet’tir.
Senarist, kaderini oynadı. Oyun bitti. Oyun biterken, eserinin bitişi ile ilgili de konuşmuş.
2 ay önce menajerine “Ben hiç iyi değilim, sürekli kemoterapi görüyorum. Ben iyi olmazsam dizi de olmayacak. Bu diziyi alt gruplara, alt ekiplere emanet etmeyeceğim. İyi olamazsam diziyi bitireceğim. 10 gündür hastanedeyim...”
Elbette Meral hanımın ölümüne sevinmedik. Fakat, Muhteşem Yüzyıl’ın bitişi için aynı şeyi söyleyemeyeceğiz!
Bu dizinin bitirilmesi için, senaristinin ölmesi beklenmemeliydi!
Kitap hattı:
Kelepir Sepet. Necati Mert’in dil yazıları. Necati Mert ünlü bir hikâyecimiz. 1992’de ilk defa Şükran Kudakul’un teklifi ile konuya bulaşmış. İyi de etmiş! Böylece, Türkiye’de dille politik alan arasında kurulan ilişkiyi kıranlardan biri olmuş. Dilin millete ait olduğu, onun devlet müdahalesiyle yönlendirilmemesi gerektiği kitabın sonunda net olarak ortaya konuluyor. (Okuru Kitaplığı, 0212 522 45 05, [email protected])
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.