Kenan Alpay

Kenan Alpay

28 Şubat’ın Kemalist ruhu (s)aklanabilir mi?

28 Şubat’ın Kemalist ruhu (s)aklanabilir mi?

28 Şubat sürecinin sembol ve de kudretli generallerinden Çevik Bir ve karargâhtaki ekibinin gözaltına alınmasıyla başlayan ‘dalga’nın devamı mutlaka gelecektir. 12 Eylül darbesinin yargılanmaya başlandığı haftanın ertesinde gerçekleşen gözaltılar öncelikle Psikolojik Harp Dairesi’ne yönelik. 28 Şubat darbesini ‘post-modern’ yöntemlerle ‘inşa’ edenlerin akabinde gözaltı dalgasının ‘icra’ edenlere gelmesi mukadder.

“Onu aldınız ama bunu alamazsınız”, “Şunu yargılarsınız fakat ötekine dokunamazsınız” nevinden söylemler meseleyi değersizleştirme ve siyasal-toplumsal dinamikleri kadükleştirmekten başkaca bir amaca hizmet etmiyordu. Dolaylı ya da doğrudan statükoyu koruyucu bu tür siyasi tutumlar birer birer iflas etti ve ediyor.

“İSLAMLA SAVAŞ” DARBELERİN RUHUYDU

Çevik Bir, İkinci Başkan olduğu dönemde Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı ve diğer kuvvet komutanlarının dahi neredeyse fevkinde bir rol oynadı. Batı Çalışma Grubu bünyesinde planlanıp icra edilen fişleme, andıçlama, brifinglendirme gibi psikolojik harekât planlarını organize eden ekibin başıydı.

Başta yargı, üniversiteler, medya olmak üzere TSK’nın komuta ve kontrolünde seferber edilen laik kesimler her zaman olduğu gibi ‘irtica’ suçuna bulaşmış siyaset ve topluma karşı resmen ‘savaş’ pozisyonunda konuşlandırılmıştı. Bu cümlede en ufak bir abartı filan yok. Genelkurmay tarafından Milli Stratejik Askeri Konsept’te (MASK) ‘düşman’ değişikliğine gidildiği ve “Radikal İslam öncelikli iç düşman” olarak alenen ilan edildiğini unutmayalım.

Genelkurmay Karargâhı’nda bizzat ‘J Başkanları’ yani korgeneraller tarafından medya, üniversiteler, yargı ve iş dünyasının önde gelenlerine verilen brifinglerden sadece bir paragraf aktaralım isterseniz:

“Radikal İslam, Cumhuriyetin temel ilkelerine ve niteliklerine karşı bir numaralı tehdit olmuştur. Radikal İslamın yok edilmesi hayati önem taşımaktadır. Siyasal İslam tehdidinin ortadan kaldırılması için bataklığın kurutulması gerekiyor. Bütün hukuki tedbirlerle birlikte çok sert tedbirler gelecek. Radikal İslam mutlaka cezalandırılacak. Radikal İslamın yanında kim olursa olsun, gözünün yaşına bakılmayacak. Bu kişi isterse Başbakan olsun, isterse bir parti olsun.”

Radikal İslamın temsilcileri kimlerdi ve ne yapmışlardı? Hiç şüphesiz İslami düşünce ve pratikleri-sembolleri Atatürkçülük ideolojisine kurban etmeye yanaşmayan kim varsa ‘Radikal İslamcı’ dolayısıyla da ‘iç düşman’ kategorisine yazıldı. İşte manşetlerden ilan edilen bu ‘Topyekün Savaş’ için milyonlarca insan fişlendi, Kur’an kursları ve camiler ipotek altında tutuldu, başörtülü hanımlar süründürüldü, namaz kılan ve hacca-umreye gidenlerin peşine düşüldü.

DARBE SÜRECİNİN APOLETSİZ BİLEŞENLERİ

Ülkenin ve toplumun efendileri olarak her biri birer kibir ve zorbalık abidesi olarak boy gösteren asker, yargı, medya ve sermaye sınıfları oligarşik düzenlerini tahkim etmek için el ele verdiler. Bütün toplumu tankın karşısında hizaya sokmakla resmi ideoloji ve devlet sınıflarının geleceğini teminat altına alabileceklerini zannettiler.

“Bu toplumu sindiririz, korkuturuz, boyun eğdiririz, istediğimizi söyletir ve yaptırırız” diye kesin inançlıydılar. “Yönetmek, paylaştırmak, yönlendirmek, yükseltmek ve alçaltmak bizim elimizde” yargılarından hiç tereddüt etmediler. Onlar her şeyi çok iyi bilir, çok iyi planlar ve icra ederlerdi. Ne de olsa “Kemalist Cumhuriyet ilelebet payidar olacaktır” düşüncesiyle şartlandırılmışlardı.

Brifinglere koşan, MGK ve TSK’nın emir ve görüşlerine hazır olanlardan “Beşli Çete” adıyla maruf Türk-İş, DİSK, TOBB, TESK ve TİSK’i atlayarak 28 Şubat darbe süreci ne anlaşılabilir ne de onunla hesaplaşılabilir. TOBB’un Başkanı Fuat Miras o dönemde “üretimi durdurarak hükümeti düşürmek” üzere harekete geçtiklerini ne güzel de anlatıyordu. Bayram Meral, Rıdvan Budak ve Derviş Günday “Beşli Çete”de gösterdikleri ‘üstün hizmetler’ dolayısıyla CHP listelerinden milletvekili seçilmişlerdi.

Merkez medya, adına iş gördüğü TÜSİAD sermayesini batırılan bankalar, enflasyon ve devalüasyon politikaları, faiz ve devlet tahvilleri üzerinden elde edilen rantlar gibi politikalar üzerinden semirten darbe sürecinin en şehvetli tetikçisiydi.

Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi ise RP ve FP’nin kapatılması başta olmak üzere verdiği tüm kararlarla darbecilere yardım ve yataklık etti, meşruiyet kazandırmaya çalıştı.

Şimdi sabırsızlıkla bekliyorum. Bakalım Hüseyin Kıvrıkoğlu ve 28 Şubat’ın asker-sivil ekibi hiç kıvırtmadan, delikanlı gibi “28 Şubat 1000 yıl sürecek!” diye tekrar siyaset ve topluma karşı meydan okuyabilecekler mi?

Dün “Şunları da yargılasanıza, bunlardan da hesap sorsanıza” diye esip gürleyenlerin bugün “rövanşistlik” endişesi taşımaları ne kadar da manidar. Ben de diyorum ki; “Rövanşistlik de neymiş, inşallah ilahi adalet gereği, gün gelecek, laiklik ve Atatürkçülük maskesi ardına sığınarak icraat ortaya koymanın ve hatta bunu fikri olarak savunabilmenin de ‘insanlık suçu’ olarak görüleceği günler de yakındır!”



Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Kenan Alpay Arşivi