Efendimizin Şehri Medine: Medeniyetimizin Menşei
Medineyi özlüyorum, içinde Efendimizin ruhaniyeti olan. Medinenin yollarında çiçeklenmeye gidiyorum, hâlim vaktim yerinde mi öğrenmeye gidiyorum.
Efendimizin mübarek ayaklarının bastığı Aîr (Ayr) Dağından geçip giriyorum Medineye. Dilimde âyetel kürsî, vecdle okuyorum yüreğimden ter boşanarak. Medeniyetimizin menbaı, ilk darülislâmı Medinenin semâlarına bir akça bulut gibi konuyorum.
Sonra Medinenin kırk ikindi yağmurları altında Efendimizin hicretine katılan kutlu bir köle gibi ıslanıyorum. Efendimizin şereflendirdiği kutlu Hicret gününde dahil oluyorum huzuru yaşatan hayatına Medinenin. Kalbim Medinede Efendimiz Âleyhissalâtü Vesselâm ile şimdi.
Efendimizin, kınanan nahoş yer mânasına gelen adını Yesribden Medineye çevirdiği, Allahın âyetinde belde-i tayyibe ve medâin diye övülen şehir! Kendine hicret edenleri seven, kendileri zaruret içinde bulunsalar da nimetini paylaşan Ensarın yaşadığı belde dârül hicre! Kapına geldim.
Haşr sûresi, dokuzuncu âyetinde Kendilerinden önce o yurdu hazırlayıp imanı gönüllerine yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç arzusu duymazlar... buyurularak halkı medhedilen şehir, toprağını muhabbetle öperim senin.
Medinenin Çerâğı: Mescid-i Nebi
Gökte dolunay, Medinede Mescid-i Nebi. Bir nur gibi doğar İslâmların kalbine. Mâveradan bir zamanın içindeyim. Alıp bu zamanı kalbime bekledim Medinenin ulularını. Medinetün Nebinin ruhu damarlarımda şimdi. Perde perde açılıyor bütün bir zaman, Efendimiz gözlerimde.
Mescid-i Nebinin inşa edildiği iki yetime ait arsaya doğru yürüyen Efendimizin mübarek devesinin ayak seslerini duydum kalbimi titreten yek-âhenk ilâhî bir nağme gibi. Efendimiz indiler. Ebu Eyyüp el-Ensarî sevinçle eşyalarını evine taşıdı. Efendimiz buyurur: Mescid yapılsın şehrin kalbine. Ensar ile Muhacir bu kutlu söz üstüne gökle yer bir olmuşçasına birleşir. Efendimizin sevdiği genç Zeyd oğlu Abdullah, gördüğü rüya üzerine ezan okuma usulünü teklif eder. Efendimiz, Bilâl-i Habeşîye oku diye buyurur ilk ezanı.
Efendimizin mübarek ellerinin dokunduğu Mesciddeyim. Bir serçe kuş gibi atıyor yüreğim. Dilimde âyet ve dua; okudum mu, yandım mı, bilir hâlde değilim. Mescid içimde dönüyor, istiğrak hâlindeyim. Mekânı fakirlik dergâhı, yokluk kapısı. Koptum şimdiki zamandan. Huzur ve cezbe bir arada. Hüzün ve ulvîlik iç içe. Ah, saadetten titreyen kalbim! Bir hâlden bir hâle geçtim.
Mescid-i Nebinin kapıları derman kapısı, gönül kapısı. Kapılarla konuşuyorum: Cebrail Kapısı, Selâm Kapısı, Nisâ Kapısı... İçeride ilâhî kelâm iç evimi aydınlatan. Sütunlarına sarılıyorum. Tevbe Sütununa, Muhacirûn Sütununa... Dokundum mihrabına, mermere ruh verilmiş; iç içe nakışlar, iç içe motifler. Eşya ve duvar olamaz bu. Bezm-i elestten renkler aksettiren ulvî bir dekor bu. Cennetten bir zaman içindeyim; asr-ı saadet, hâl ve rüya, her mekânında aynı ruh ve mâna.
Bahçesinde ulu hurma ağaçları, asırların ulvî serinliğini taşıyor zamana. Fıskiyesinden dökülen billur damlalar. Her damla semâdan inen âsude bir serinlik, imanı ateşleyen bu ulu mekânda. Ayaklarımı yerden kesti ezan sesi. Bilâl-i Habeşînin hançeresinden çıkan ulvî sesti duyduğum. Zaman durmuştu, saadet asırlarını yaşıyordu gönlüm.
Mescid-i Resûl, Mescid-i Saadet nâmına nail olan bu ulu mekânda kılındı Nebevî devletin ilk namazı. Zamanı susturan mekân, Medinenin cümle kapısı. Duvarlarında hissettim Efendimizin ellerini. Efendimizin mübarek hançeresinden bir ses kalp kulağımdan yüreğime çarptı. Seni gördüm ah Efendimiz, Mescid-i Nebide!
Kıblesinde Efendimizin Kabr-i Saadetleri Ravzâ-i Mutahhara bir nur gibi sardı bütün âzalarımı: Allahümme salli alâ Muhammed ve alâ âli Muhammed. Omuz hizasında yâr-ı gâr Hz. Ebubekir, ilk günkü gibi Efendimizle yan yana. Makâm-ı Cebraile yaklaşamadım vecdden.
Nasıl dayanacak kalbim Cennetül Bâki Kabristanlığına? Efendimizin binlerce sahabesini gördüm, yatıyorlardı ukbâdan bir serinlik içinde. Bir yanda Hz. Ömer. Bir yanda Hz. Fâtıma ve oğlu Hz. Hasan. Bir yanda Hz. Aişe ve ilk cuma namazı kıldıran Osman bin Mazun ....... çıkıp geldiler ebedî zamandan. Ah Medine! Mahcubiyetten ölecek gibi oldum. Efendimizin Her kim defnedilirse kıyamet günü ona şehâdet ve şefaat ederim buyurduğu Cennetül Bâkiden çıkıp Yedi Mescidlerde vecdimi nasıl tutacağım şimdi? Bir yanda Ebu Bekir, Osman ve Ömer Mescidi, bir yanda Ali ve Hamza Mescidi...
Medinenin Derûnu
Medine-i Münevvere: Aydınlanmış şehir, kâmil bir medeniyetin doğduğu mekân, inananların ve umranın merkezi, faziletli, terbiyeli, kibar, yani medenî. Dünyayı mutlaklaştırmayan, âhireti unutturmayan Medinetül Fâzıla. Otlaklarında ceylanların korkmadan gezdiği belde. Ah, Medine! Sana unvan mı biçilir?
Müşriklerin dahledemediği, Efendimizin, Fitne Günleriinde Deccalin giremeyeceğini, istilâlardan müstesna olduğunu, kapılarında meleklerin beklediğini buyurduğu, Ya Allah! Mekkeye bahşettiğin bereket ve hayrın iki mislini Medineye müyesser kıl diye dua ettiği nurlu şehir.
Efendimiz ve dinimizle sorgusuz bir teslimiyetle yakin olan ilk şehir; Mekke gibi, şehirlerin anası. İnsan bu mekânda unutmuyor. Unutuş yok burada. İnsan bu şehirde doğuştan meşreb ve ahlâkı ile medenî oluyor. Yani medenî-i bittab.
İslâm, bu kutlu şehirde neşv ü nemâ buldu ilk. İbrahim milleti ilk burada medenî oldu, din-i mübinden neşet eden nizama ilk bu beldede girildi. Din, burada içtimâileşti. Efendimiz, ilk büyük mescidi bu nurlu şehirde yaptırdı. Medeniyetin merkezinde mescid vardı.
İlk Medine emzirdi İslâmları bereketli göğsüyle. Ümmet kalplerin yekpâre olduğu bir vecd ile Efendimizin huzurunda durdular ilk kez bu kutlu mekânda. Durmayı öğrendiler, Kıbleye dönüp umranın şehrini kurdular. İlk kez içtima oldular Müslümanlar aydınlık yüzleriyle. Medinenin tasavvuflu yüzlü aynasıydı bu.
Efendimiz Medineyi çok severdi. Seferden döndüğü zaman Medineyi uzaktan gördüğünde atını hızlandırırdı. Ben bir karyeye hicret etmekle emrolundum ki, o karye diğer bütün karyelere gâlip gelir. Bu karyeye Yesrib denilmektedir. O, Medinedir. Demirci körüğünün demirin kirini giderdiği gibi, pis insanları giderir buyurduğu Medinede vecd ile dolaşıyorum.
Efendimizin Aîr Dağı ile Uhud Dağı arasında haram kıldığı bu mukaddes mekânda hiçbir yaratığı öldürmek yok. Ağaç kesmek yok. Kötülük yok, Kendini heder edercesine dünya için çalışmak yok. Hırs-ı dünya, hırs-ı cah yok. Nefs gâlebe çalmıyor bu şehirde. Ne bahtiyarlık.
Kutlu hicret zamanının adıydı Medine. Efendimizin eli Hz. Ebu Bekirin elindeydi. Duası tecelli ediyordu Medinenin kapılarını açan anahtar olarak. Peygamber kokusu saçan sokaklarında gezdim hicret rüzgârlarını gönlüme alarak. Mekânın anlam bilgisini öğrendim kucağında. Âb-ı hayat içtim Efendimizin mübarek ağızlarını serinleten sularından.
Dergâh bir şehir duruyor önümde; gelene kapılarını açan. Güzel sıfatlar taşıyor mazrufuyla: Ulu, vakur, cömert ve menkıbevî. Çiçekten renklere benziyor zarfıyla: Yeşil, mavi, beyaz ve erguvanî. Muhteşem Nebevî hususiyetleri görünüyor sûretinde. Hicretin ulvî ıstırabını hissettim mekânlarında
İslâmı medeniyete döndüren, kutlu hicretle bahtı açılan, sûretini Ravzâ-i Mutahharada seyreden, Efendimizin ve huzurun şehri!
Medine: Bir Câbülkâ, mekân saadetimin adı, medeniyetimizin mukaddimesi, ümmetin kadîm ve medenî yüzü, cennete ve semâya bakan gözü. Sûret ve sîretiyle kutsallarımı kendinde saklayan mübarek şehir. Efendimizi ve sahabelerini hayırla yâd eden ulu mekân.
Darülislâmı haiz, din-i mübinin hükümferma olduğu ilk nübüvvet şehri, İslâmın ilk neşir yurdu Medine gönlüme nasıl sığdırayım seni? Dîvanında Ensarla Efendimizin bir olduğu ulu şehirde sahabelerle Efendimiz bir bir geçiyorlar kalbimin üstünden. Ruhum Medinede asr-ı saadete iltica ediyor.
Efendimizin, hicrette ilk konakladığı, ilk cuma namazı kılıp mescid yaptırdığı Kuba Köyünde rüya üstüne rüya görüyorum. Ardından, Medineyi teşrif etmeden önce dinlendiği Ranuna Vâdisinde Efendimizle rabıta yapıyorum. Yüreğim terliyor, aşkça çoğalıyorum.
Dünyada yaşanacak şehir kalmamış. Ne gam! Medinedeyim, kalbi var şehrimin. Her yer Medine, her yer Mescid-i Nebi. Medinede Medineden içeriyi gördüm.
Ümmetin kalpgâhı şefkâtli şehir, din-i mübinin ilk göz ağrısı Medinede mukaddeslerimi gördüm. İslâm ve saadet: Medinede yaşadığım budur.
Dilek Ey Medine Dilek!
Ey recüliyet sahibi kutlu şehir, Rüyalarıma giren mekânlarında gönül tâlimi yapmak, Şehriyarın olmak istiyorum. Ölümün güzelleştiği şehir hangi mekânına gömülmeliyim senin?
Medinenin semâlarında hicret kuşları bir bir uçup kondular şimdiki zamana. Anladım seni Medine, beni yakan ateş sendeymiş. Öğrendim mekân şuurunu Mescid-i Nebide olmakmış.
Kalbini dinledim Efendimizin şehrinin; ulvî hüzünlerini topladım. Medine, bir Leylâ sevdası şimdi. Çantamda Medinenin hâtıra defteri. Okuyorum hicret kokusu taşıyan günlerimi
(Elbet bir gün gerçekleşeceğine inandığım Medinede olmak hayâl ve hasretimden sâdır olan bu nâçiz yazıyı İsmail Göktürke hediye ediyorum)
EKYAZI:
ŞEHR-İ MARAŞTA FATİH ÇITLAK VE İSMAİL GÖKTÜRKLE KUTLU DOĞUM
Türkiye Yazarlar Birliği K. Maraş Şube Başkanı, Sütçü İmam Üniversitesi Kamu Yönetimi Kültür ve Medeniyet Topluluğu Başkanı Öğr. Gör. İsmail Göktürk yine tek başına anlamlı ve fikirli, gönüllerde asr-ı saadet zamanlarını, Efendimiz (s.a.v)in ruhaniyetini hissettiren bir vecidli programı daha gerçekleştirdi ki, tek başına ancak bir divane yapabilir böylesine ulvî zamanlar âlemine götüren programı. Herkesin bildiği Fatih Çıtlak Beyefendiyi, İstanbuldan kutlu doğumun en yoğun olduğu bir günde 18 Nisan 2012 Çarşamba günü öğleyin şehr-i Maraşa konduruyor. Fatih Çıtlak Beyefendi o güzel anlatımıyla herkesi Efendimiz (s.a.v) zamanına götürdükten sonra aynı günün gecesinde İstanbula uçuruyor.
Sütçü İmam Üniversitesi Rektörlüğünün alicenap davranışıyla 28 Şubat sürecinde alışık olmadığımız en anlamlı bir programa destek vererek medeniyetine, din ü milletine aidiyet hisseden herkesi sevindirdi.
İsmail Göktürk hep böyledir işte. Bir fikir devrimcisidir. Devrimciden kasıt, Marksist, seküler bir devrimci değil elbet. İslâm medeniyet değerlerimizi anlatan faaliyetlerin devrimcisi. Karınca cirmince de olsa manası büyük olan bir hareketti bu program. Hafız-ı Kuran nâmını hak etmiş bir İlahiyat öğrencisinin Kuran okumasıyla girdik vecde.
M. Fatih Çıtlak, Dünya ve Ahret Efendimizsin başlıklı konferansı hakikaten anlamlı ve çok söylenmeyen tasavvufî bir bakışla Efendimiz (s.a.v)i anlattı. Ardından Türk Tasavvuf Mûsiki Dinletisi / Efendimize Naatlar programı başladı ki, fikir, mâna ve nağme terkip olup salonda insanları, duvarları havayı, eşyayı sarıp sarmaladı ve maveraî bir zamana girdi içerdekiler. Neyin sesi, tanburun sesi, hafızın sesi salonun içinde her yeri dolaşıyordu âdeta. Dinleyenler sükutun içinde eridiler dense yeridir.
Türkiye Yazarlar Birliği K. Maraş Şubesinin çizgisini yükselten ve Sütçü İmam Üniversitesinin hasbî desteğiyle yapılan gerçekten anlamlı programdı. En başta KSÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Uğur Yıldırım Hoca olmak üzere İsmail Göktürkün Kültür ve Medeniyet Topluluğunu oluşturan talebe-i güzidelerinin haklarını teslim etmek gerek. KSÜ, iki yıldır ev sahipliği yapıyor fikir ve gönül tâlim yapan Yazarlar Birliğine ve Şehr-i Maraşın kültürüne.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.