Yanlışlardan doğru üretmek
Özellikle Suriye konusunda kafalar epey karışık. Netleşme zaman alacak.
Lakin kafa karışıklığı veya bulanıklığı daha ziyade zihni. Dışarıda, hariçte böyle bir bulanıklık yok. Bilgi eksikliği ve kirliliği ve bilgiyi düzene koyamamak kafa karışıklığının temel nedenleri arasında bulunuyor. Bu kafa karışıklığını izah etmek için bir okur mektubunu tahlil etmek istiyorum: Bizim Başbakanla, Cumhurbaşkanıyla ailecek görüşüp tatil yapabilecek seviye gelen muhabbetler, ortak bakanlar kurulu toplantıları, neredeyse nüfus cüzdanı ile geçişlere birden bire ne oldu? Bunlar yaşanırken Suriye; İranın, HAMASın, Hizbullahın dostu değil miydi? İsrailin, ABDnin düşmanı değil miydi? Suriyeyi yönetenlerin mezhebî kimliği bilinmiyor muydu? PKKnın faaliyetlerini durdurmamış mıydı? İran, Hizbullah Şii değil miydi? İran, 1400 yıldan beri Şii değil miydi? Suriyede Hama katliamı yaşanmamış mıydı? Bu katliamı Beşşarın babası yapmamış mıydı? Bizimkiler sonradan mı öğrendi? Ne oluyor Allah aşkına? Mesele hiç de okurun feryat ettiği gibi değil. Sözgelimi, geçmişte Hizbullahın İran eksenli veya Şii kökenli olduğunu ifade etmek bir tabu ve vahdete mugayir bir yaklaşım olarak tepki görüyordu. Bunun tanıklarından biri benim. Yeni Şafakta yazdığım sıralarda Hizbullahı tanımlamak için Şii ibaresi kullandığımızda mezhepçilik yaptığımız ileri sürülüyordu. Şimdi ise okur tersinden madem öyleydi neden uyarılmadık? diye soruyor. Dolayısıyla her iki halde de suçlanıyorsunuz. Peki fikri takibi olmayan okurun bu kafa karışıklığında hiç mi kusuru yok? Suriyenin PKKnın faaliyetlerini durdurması dostluğumuzun bir eseri değil Atilla Ateş Paşanın tehditlerinin bir meyvesidir. Burada da okur kafa karışıklığını meşrulaştırmak için süreci yanlış bir yerden başlatıyor. Kaldı ki, İranın 1400 yıldır Şii olduğu falan da yok. Bu süreç 1501 tarihi itibarıyla başlıyor. Daha önce İranda ekseriyet Sünni ve ülke Selçuklular tarafından yönetilmektedir. Akkoyunlular döneminde de ülke Sünni bir yapıya haiz. İran kılıç zoruyla Şiileştiriliyor hatta bu zorla Şiileştirme kampanyası bir buçuk yüzyıla yayılıyor. O sıralarda Anadolu-İran sınırları kapalı olduğundan ve arada bir sıcak ve soğuk savaş yaşandığından Şiileştirme kampanyası Anadoluya sıçrayamıyor.
Ne oluyor Allah aşkına? sorusunun yanlış bilgileri tashih etmekten başka cevabı yok. Suriyede temel ayrışma halk ile iktidar ayrışmasıdır. Bu ayrışmada İran, rejimden yana düşmüş Türkiye ise halkı tercih etmiştir. Bunu hazmetmekte zorlanıyorsanız bu sizin meselenizdir. Hariçte böyle bir sorun yok. Yanlışları alt alta toplayıp onlardan doğru üretmek ancak simyacılıkla veya sihirbazlıkla veya kara büyü ile açıklanabilir. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olursanız cehl-i mürekkep sahibi olursunuz. Yarım hoca dinden, yarım doktor candan, yarım bilgi de doğrudan eder. Bu cehli izale ise fevkalade müşkildir. Günümüzde simyanın yerini mugalata/aldatmaca almış vaziyettedir. Şimdi Türkiyenin Suriyedeki aktif politikasından rahatsız olanlar Türkiyenin Şii-Sünni savaşına kapı araladığını vehmediyorlar. Bu takım 2006 veya 2007 yılında da Türkiyenin Lübnanda görev yapacak BM barış gücüne istihkam birliği göndermesini de Hizbullahla çatışma zemini üretmek olarak değerlendirmişti. Bütün ulusalcı kesimler ve İran yanlıları bugünkü gibi o gün de vaveyla koparmışlardı. Sadece Fadlallah bu koroyu bozmuştu. Amaç, Türkiyenin Ortadoğudan uzak tutulması ve İran için de dikensiz bir gül bahçesi haline çevrilmesiydi. Yine o dönemde Lübnana asker sevki kararı, 1 Mart tezkeresi ve Amerikanın Irakı işgaliyle karşılaştırılıyordu ve yansıtılıyordu. Bu kesimler bu meseleyi niye unuttular? Korktukları başlarına geldi mi? BAK adlı bir grup Türk askerinin dışarıya sevkine kategorik olarak karşı çıkıyordu. Sadece BAKa bak denilebilir! Dünün muhasebesini yapmayanlar yine basmakalıp ve ezber suçlamalarla karşımıza çıkıyorlar. Türkiyeyi Ortadoğuda İranın gündemine hapsetmek istiyorlar. Beşşar geçmişte Türkiyeyi geniş fezasından ve çevresinden yalıtacak mihverler öneriyordu. İran, Irak, Suriye ve Türkiye mihverinden bahsediyordu. Türkiye bu mihverde tek kalınca elbette ki onların uydusu olacak ve dümen suyundan gidecekti. Ali Ekber Salihi de Davudoğluna benzer teklifler sunuyordu. Türkiyeyi çembere almak istiyorlardı.
Suriye konusunda baştan Türkiyenin Amerikan gündeminin parçası olduğunu ilan edenler meselenin netleşmesiyle birlikte bu sefer de Türkiyenin yalnız kaldığını söyleyerek düzünden vurdukları gibi tersinden de vuruyorlar. Halbuki Türkiye 2005 yılında Suriyenin yalnızlığını kırdı. Lakin o zaman Arap Baharı ve halkın galeyanı yoktu. Yani hangi politikayı izleseniz nazarlarında yanlışa düşüyorsunuz. Türkiye mi yanlış yoksa onlar mı tatminsiz? Varsın Türkiye doğru yolda yalnız ve tek başına kalsın. 1 Mart tezkeresi günlerinde aynısı söylenmedi mi? Bu sizi niye rahatsız ediyor? Bedel ödemekten mi korkuyorsunuz yoksa Suriye rejimini kayırma gibi gizli ve şifası olmayan bir derdiniz mi var? Türkiyeyi bölgeden dışlamak isteyenler bir biçimde İran tekelistanına müzahir oluyor ve onun gündeminin parçası oluyorlar. Yine bazı yazar ve çizerler Türkiyenin Suriye meselesiyle ilgilenmesini Irak meselesiyle karıştırıyorlar. Irakta bir milyon kişi ölmüş Suriyede de tekerrür edebilirmiş! Türkiye Irakta ölenlere seyirci kalmış burada ise tersini yapıyormuş. Türkiyenin Irak politikaları elbette ki eleştirilebilir. Zira öyle noktalar da var. Lakin Türkiye Amerikan işgaline aktif bir destek sunmamıştır. Bundan dolayı Rumsfeld Irakta başlarına gelenlerin Türkiye yüzünden olduğunu söylemiştir. Kaldı ki Türkiyenin bir biçimde 1 Mart tezkeresini onaylamaması karşısında İran, görünmez tezkeresini onaylamış ve yıllardan beri İranda sürgünde yaşayan Iraklı muhalifler İranın yeşil ışığı sayesinde Amerikan tanklarıyla birlikte Iraka dönmüşler ardından da Amerikan şemsiyesi altında siyasi sürecin mimarları olmuşlardır. Bunların bir milyon kişinin ölümünde hiç mi dahli yok? Bugün de Irakı onlar yönetiyor. Kimileri bunu siyasi uyanıklık olarak görebilir ve meşrulaştırabilir. Lakin ahlaki olarak meşrulaştırıp da insanlığı öldürmeyelim! İkinci olarak, Iraktaki bir milyonluk kaybı Suriyeye uyarlamak kuruntu ile Esata ölüm fetvası vermektir. Vicdan bunun neresinde? Meseleye İran zaviyesinden bakanlar hakkaniyetten uzak duruyorlar ve mevhum korkularla Suriye halkının katline cevaz veriyorlar. Ortadoğuya İran penceresinden bakanlar onun projelerinin de maşası olmuş oluyorlar. Ama vicdanlarını karartanlara söyleyecek sözümüz yok.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.