ABDnin taşeronu değiliz
Başbakan Erdoğan ve ekibiyle birlikte Katara gittik. Başbakanla birlikte geziye gazetecilerin dışında 9 yazar da katıldı. Başbakan ve heyetinin gezisinin iki önemli ayağı vardı. Birincisi, Katar yönetimiyle resmi ve ikili görüşmeler yapmak. Gezinin bu ayağında özellikle Suriye ve doğal gaz konusu öne çıkıyor. Türkiye petrol ve doğal gaz ithalatında kaynakları mümkün mertebe çeşitlendirmeye ve artırmaya çalışıyor. Bu konularda sürprizlerle karşılaşmak istemiyor. Bir de işin bağımlılık yönü var. Katar, Nijerya ve Cezayir sıvılaştırılmış gaz aldığımız veya almaya namzet ülkeler. Türkiye, Katardan kısmetse gemiler vasıtasıyla sıvılaştırılmış gaz almak istiyor. Bir de Katar-Türkiye arasında doğal gaz boru hattı projesi var. Lakin bunun için bölgenin stabil, yani istikrarlı olması gerekiyor. Hattın Suudi Arabistan, Ürdün ve Suriye üzerinden Türkiyeye isalı düşünülüyor. Arap Baharı neticesinde Suriyenin tökezlemesiyle birlikte şimdilik bu proje beklemede. İnşallah Suriye rejiminin günün birinde devrilmesiyle birlikte bu proje gerçekleşme imkânına kavuşacak ve kuvveden fiile çıkacaktır. Bu mesele bile Suriyenin istikbalinin Türkiye için ne kadar hayatî öneme haiz olduğunu gösteriyor. Irak ve Suriyeye uzanan İran veya Şii ekseninin bir biçimde sona ermesi gerekiyor. Zira bu kuşakta Sünniler çoğunluğu teşkil etnmesine rağmen siyasi olarak dışlanmış ve potansiyeli atıl hale getirilmiştir. Herkes herkesle ilişki içinde olabilir ve Türkiye eksen politikası gütmüyor. Lakin Ürdün Kralı Abdullah IInin daha 2005te söylediği gibi Şii üçgeni veya mihveri iltisaklı politikaların ötesinde bölgeyi bloke ediyor ve kilitliyor. Buna müsaade edilemez. Bu blok ve eksen politikası Türkiye ve Arapların hayatî çıkarlarını tehdit ediyor ve Ezher Şeyhi Ahmet Tayyipin ifadesiyle, İslâm dünyasını İsrail lehine kendi içinde kutuplaştırıyor. İran bunu yaparken; sebebin kendisi olduğunu görmezlikten geliyor ve bu politikasının sonuçlarına karşı çıkanları mezhepçilikle suçluyor.
Ziyaretin bahanesi aslında UNCTAD XIII toplantısıydı. Katar bu toplantıya ev sahipliği yapıyor. Toplantıya 189 ülkeden 8 bin kadar misafir katıldı. UNCTAD toplantısı, iktisadi olarak güney ülkeleri arasındaki ilişkilerinin gelişmesini ve durgunluk döneminin aşılmasını ve yeni bir kalkınma hamlesi başlatılmasını amaçlıyor.
¥
Başbakan Erdoğan zaman zaman gazetecilerle sohbet etti. Cumartesi günü UNCTAD toplantısına, konuşmasını yapmaya gitmeden önce gazetecilerle bir oturum yaptı ve sorularını cevaplandırdı. Cuma günü heyet arasında Malikinin Türkiyeyi suçlayan konuşması dalgalanma meydana getirmişti. Maliki, Erdoğanın bölge ülkelerine karşı düşmanca bir yaklaşım içinde olduğunu ve sekter politikalar güttüğünü ileri sürmüştür. Bu hususta Maliki, Türkiyeyi suçlasa da esasında Iraklılar ve bölge liderleri mezhepçilik noktasında kendisini suçluyorlar. Daha önce Irakta akan kandan Beşşar rejimini sorumlu tutmasına rağmen son sıralarda mezhep dayanışması kaygısından dolayı Beşşar rejimine sahip çıkmaya başlamıştır. Nitekim Malikinin mezhepçi dürtüleriyle alakalı olarak Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık Haşimi bu yöndeki kaygılarını ve endişelerini basınla paylaşmaktadır. Maliki, Başbakan Erdoğan hakkında mezhepçi yakıştırması yapsa da kem söz sahibine aittir kuralınca Tarık Haşimi bu vasfın daha çok Nuri Malikiye intibak ettiğini ifade etmektedir. Keza Eş Şark al Avsat gazetesi yazarlarından Hüseyin Şubukçi (Hussein Shobokshi) Sade Türk Kahvesi başlıklı makalesinde Erdoğan ve hükümetinin dışlayan değil, kucaklayan ve sekter değil, genel politikalar izlediğine (http://www.alarabiya.net/views/2012/04/21/209181.html) tanıklık etmektedir. Maliki ayrıkotu gibi belirlemesine rağmen Erdoğan, Malikinin Irak halkı ile aralarına giremeyeceğini ifade etmiştir.
¥
İranın manevraları sayesinde aritmetik çoğunluk lehinde olmadığı halde Nuri Maliki, hükümeti kurmakla kalmamış, aynı zamanda İranın kendisi üzerine kurduğu hesapları da boşa çıkarmamıştır. Önce Sünnileri dışlamış ve ardından Şii-Şuubi koalisyonunun parçası olarak da anılan Kürtlerle de yolunu ayırmıştır. Zira Maliki, sekter bir akla sahiptir ve bunun ötesinde davranması mümkün değildir. Küp içindekini sızdırır misali sekter aklının gereğini yapmaktadır. Başbakanın üzerinde durduğu en temel meselelerden birisi Arap Baharı ve Suriye politikalarında ABDnin uydusu veya taşeronu olduğu yönündeki algı ve kanaattir. Halbuki; ABD, Suriyede ideal politik değil, real politik izlemektedir. Meseleye soğukkanlı bir yaklaşımı var. Türkiyeden ziyade Rusyanın çizgisine daha yakındır. ABD, Türkiyeden ziyade Türkiye bu meselede Amerikan yönetimini telkin altında tutmaktadır. Nitekim Seuldeki görüşmede Başbakan Erdoğan, Obamayı soğukkanlı olmak yerine daha duyarlı olmaya davet etmiştir. Hâl böyle iken Türkiyede kimi ulusalcılar ve İran yanlıları, hükümeti ABDnin parantezinde gösterme gayreti içindeler. Erdoğan bu haksız yakıştırmaya öfkeliydi. Bunu söyleyenler, aksine İranın, Çin ve Rusyanın parantezinde olduğunu unutuyorlar. Bu yönde bir şikâyetleri de vaki değil. Aksine Beşşar gibi Putini de kahramanları olarak görüyorlar. Davudoğlu da birkaç kez Türkiyenin Suriye politikasının kendinden menkul olduğunu söylemesine rağmen dinletemedi. Zira hakikat, karşı tezi seslendirenlerin umurunda bile değil. Onların sadece suçlayıcı argümana ihtiyaçları var. Çamur at izi kalsın derdindeler. Ve Suriye rejiminin palavraları üzerinden de bunu üretiyorlar. Arap Baharını Amerikan projesi olarak bakanlardan başka ne beklenir?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.