Silaha değil, yüreğe dayalı inkılâp
İnsanlık tarihinin kaydettiği bütün inkılâplar silaha dayalı iken, Peygamber-i Âlişan Efendimizin gerçekleştirdiği inkılâp, salt yüreklere dayalı olarak gelişti...
Gelişen, sözün tam mânâsıyla, bir Yürek İnkılâbı idi...
Zaten Âlişan Efendimizin askeri, silâhı, muhafızı, polisi, parası yoktu...
Öte yandan, zorlamasız bir dinin birincil tebliğ metodu da yürekleri tutuşturmak olmalıydı.
Bu Yürek İnkilâbını daha derinden kavrayabilmenin en kolay yolu Hazret-i Ömerin hayatının birkaç saatlik bölümüne bakmaktır...
Peygamber-i Âlişan Efendimizi öldürmek üzere evinden çıkan kin tufanı Ömerle, kendi yürek inkılâbını gerçekleştirmiş olarak evine dönen Hz. Ömer arasında büyük farklar var...
Ömer, Peygamber-i Âlişan Efendimizi öldürmek için evinden çıkarken, tüm ruhu ve benliği intikam ateşiyle yanan bir kin tufanıdır...
Peygamber-i Âlişan Efendimizle görüşüp tebliği aldıktan sonra ise kin ve intikam duygusundan tamamıyla arınmış, ölmek yerine yaşamayı, öldürmek yerine yaşatmayı esas alan bir Yürek Ardama dönüşmüştür.
İçindeki kinin yerini sevgi, intikamın yerini bağışlama, öfkenin yerini şefkat, yıkmanın yerini inşa, ifsadın yerini ihya, incitmenin yerini sabır, itmenin yerini kucaklama, gururun yerini tevazu, asık suratlılığın yerini gülümseme almıştır...
Çünkü inkârın yerine iman yerleşmiştir...
Kısacası Ömer, birkaç saat içinde büyük bir Yürek İnkılâbı geçirmiştir.
O yaşına kadar toprağı tekmeler gibi yürüyen Ömere bir haller olmuş, karıncayı incitmemek için yere dikkatle basmaya başlamıştır...
İşte bugünkü dünyanın ihtiyacı budur: Dünya Ömerin birkaç saat içinde geçirdiği Yürek İnkılâbına muhtaçtır!
Çünkü savaşlardan bıktık!.. Terörden bıktık!.. Sevgisizlikten bıktık!.. Ölüp öldürmekten bıktık!.. Adaletsizlikten, haksızlıktan bıktık!..
Tıka basa yiyenlerin hemen yanında açlıktan ölenleri izlemekten bıktık!..
Kin tufanına dönüşüp intikam hissinin etkisiyle Nemrut ateşlerinde yanmaktan ya da yakmaktan bıktık!
Daha yaşanabilir bir dünya, daha paylaşımcı bir anlayış, daha vicdanlı bir yaklaşım, daha ahlâklı bir duruş arıyoruz!
Görüyorsunuz ki, beşerî sistemler tıkandı...
Kapitalizm, komünizm, faşizm, sosyalizm gibi, beşerî reçeteler insanı öylesine bencilleştirdi ki, artık hiçbirimiz daha müşfik, daha insanî, daha vicdanî, daha paylaşımcı yeni çözümler üretemiyoruz!..
Kantıyla, Dekartıyla, Aristosuyla, Veberiyle, Marksıyla, Darwiniyle ve tüm Aydınlanma Çağı düşünürleriyle birlikte Batı da tıkanmış durumda...
O da savaş-terör, uyuşturucu-fuhuş, ahlâksızlık-sorumsuzluk gibi açmazların içinde tükeniyor...
Batılı sosyologlardan biri, Batının, geleceği yitirme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu çünkü eğlence dışında dünyası olmayan bir gençlik yetiştiğini söylüyor: Gençlerimizde hiçbir şeye karşı merak yok, hiçbir şeye ilgi duymuyor, hayatı anlamaya, tanımlamaya ve hayatta tutunmaya çalışmıyorlar diye yakınıyor. Bizim gençlerimiz de onlardan çok farklı değil... Gençlerin çoğunun müzik, futbol ve kız arkadaş dışında konuşacak konuları yok...
İdeolojik mantıkla tartışılmaz kalıplar yüklediğimiz gençlerin para dışında hiç bir hedefi, doğru düzgün hiç bir konuda merakı kalmamış...
Bu durumda Türkiye ve dünya, ya kendini yok edecek bir sürece girecek ya da değişik çözümler bulup uygulayacak...
Kısacası tüm dünyanın yeni bakış açıları geliştirmesi, yeni ufuklar keşfetmesi, yeni çareler üretmesi gerekiyor... Bunun için Devr-i Saâdete gitmemiz lâzım: Cahiliye Devrini Saâdet Asrına çeviren sırrı çözmeliyiz.
Orada insan ruhunu yumuşatan bir iklim var. O iklimi kavrayabilirsek, sırrını da çözebilir, hatta çağa taşıyıp hayata uyarlayabiliriz.
Kutlu Doğumu düşünürken aklıma bunlar takıldı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.