Vardım ki yurdumdan
Türkiyeyi türkülerle dolaşmak
Acıyı ve sevinci, daha çok da yüzlerce yıllık katmerlenmiş derin hüzünleri keşfetmek ve aynı zamanda köklü şehirlerin maddesini aşıp derununa, ruhuna nüfuz etmek
Bayburtta olmak benim için bu anlamda 19. asrın büyük şairi Zihnîyle birlikte olmak demektir.
Zihnî derd elinden her zaman ağlar
Zihnî Bayburtludur; mahlâsının önüne belki de diğer Zihnîlerden ayırd etmek için bu şehrin adı konulmuştur. Fakat, Zihnî muhayyilemizde adeta Bayburt olmuştur; Bayburtla aynileşmiştir. Çoğu kimse Bayburtu görmemiştir, görme imkânına sahip olmamıştır ama Zihnînin en azından şehnaz divanını dinlemiş, baştan başa hüzün terennüm eden o nadir rastlanır lirizm madeni şiirin mısralarını zihninde gezdirmiştir:
Vardım ki yurdumdan ayağ göçürmüş
Yahut,
Vardım ki yurdumdan ayak çekilmiş
Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı
Camlar şikest olmuş, meyler dökülmüş
Sakiler meclisten çekmiş ayağı
Derler ki, 93 Harbi (1877-78) sonrasının şiiridir bu
Bayburt da Doğu Anadoluda işgal felaketine maruz kalan yerlerdendir. İşgal ve muhaceret
Bayburt ve bölge bunu son yüz elli yılda defalarca yaşamıştır.
Yurt terk edilmiş, şehir ıssız kalmıştır. Halkın hayat nizamı bozulmuş, iktisadiyat çökmüştür. Şehrin nizamını yapanlar düzeni sağlayacak konumdan uzaklaşmıştır
Bet bereket, tad tuz kalmamıştır
İranla Karadenizin bağlantısını sağlayan, Tebriz-Trabzon güzergâhının mühim merkezlerindendir Bayburt. Evliya Çelebi, civardaki gümüş madenlerinden bay (zengin) oldukları için şehre Bay-yurd denildiğini, Bayburdun bundan bozma olduğunu yazıyor
Onun asırları aşan dikkati hâlâ kılavuzumuz: Kalesi yalçın kaya üzerinde, bu yüzden hendeği yok. O gördüğünde, İç hisarda 300 hane varmış. Elbette aşağı şehir daha kalabalık. Acaba şehrin nüfusunu 70 mekteb-i sıbyanı olmasına bakarak ölçebilir miyiz? Şimdi 37.500 nüfuslu Bayburt merkezinde kaç ilkokul-ilköğretim okulu var?
Evliya, Erzurum arzında olmakla havası yaylaktır diyor. Erzuruma iki konak mesafededir. Yani iki günlük yol. Trabzona piyade adam dağlardan iki günde, atlı dört günde varırmış.
Bayburt ve Çoruh
Vazgeçilmez ikili. Evliya Çelebi, Çoruhun da cuy-ı ruhdan geldiğini yazıyor, yani ruh ırmağı
Çoruh bir âb-ı hayat, nehr-i zülâldir Yani hayat suyu, ölümsüzlük suyu ve tatlı su nehri
Çoruhun Bayburta hayat verdiğini yazıyor evliya. Etrafında mamur yapılar vardır, suyunda yüzülür. Alabalıkları avlanıp yenilir
Ahval-i garibe (acayip durum) olarak da şunu anlatıyor: Dağlardan odunlar kesilir, herkes odununa işaret koyar, sonra Çoruha doğru yuvarlarmış. Şehirde bir bend varmış, ahali bu bende takılan odunlarını koydukları işarete göre tanır ve alırmış
Bayburtdan daha önce bir kaç defa geçmiştik: Trabzondan Erzuruma veya Erzurumdan Trabzona giderken. İlk defa bir gündüz geçirmek fırsatı bulduk. 1 Mayıs, ama amele bayramı değil, düpedüz bahar bayramı bir mayıs. Pırıl pırıl bir bahar havası. Ankaranın uzun süren kışından sonra Türkiye Yazarlar Birliğinin Erzurum Şubesinin yeni mekânının açılışını yapmak üzere yola çıkmışken, bir gün önce Bayburta değerli belediye başkanı Hacı Ali Polatın daveti ile gidiyoruz. İbrahim Ulvi Yavuz ve Ahmet Fidanla birlikte çıktığımız yolculuğa, Erzurumdan aziz dost Salih Lütfi de katılıyor. Bu arada Ahmet Fidanın yıllardır sürdürdüğü Erzurumluluk edebiyatı çöküyor. O gerçekte bir Bayburtlu! Dedelerinin köyü Helva köyü yakın olsa ve vaktimiz müsait olsa, onu dede yurduna götüreceğiz. Konferanstan sonra şehrin sadece belli başlı yerlerini Belediye Başkanımızla gezebiliyoruz.
Tabiî kaleye de gidiyoruz. Niyetimiz, İstanbulun intikamını almak!
Meşhur Bayburt fıkralarından biridir, gurbetçi Bayburtlu İstanbulda Rumeli Hisarına oturmuş, sıla hasretiyle cayır cayır yanıyor, gözleri Boğazın sularında. Birden şevke gelmiş ve ula Boğaz yine Çoruhlanirsan demiş!
Biz de Osmanlıların surların dışında mor, yeşil ve firuze (turkuvaz) çinilerinden ötürü Çinimaçin Kalesi dedikleri Bayburt kalesinden Çoruha bakıp: Çoruh yine Boğazlaşıyor! dedik!
Kitap hattı:
Seferberlik hikâyeleri. Uygun Ahmet Aker esasen eczacı imiş. Memleketi Bayburtun seferberlik denilen 1. Dünya Harbi döneminin acılarını akıcı bir dille günümüze yansıtıyor. Muhaceret, kırım, kıtlık, yokluk
bir tarafta, yücelik ve sefaletiyle insanımız diğer tarafta. Anlatılan deryadan bir katre. Üç nesil öncemizin yaşadıkları nice hikâyenin, romanın, filmin, dizinin konusu olmalı. Ahmet Akerin hacımca küçük, manaca büyük eseri bir çırpıda, adeta nefes almaksızın okunuyor. (Ötüken yayınları, 0212 251 03 50)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.