İsmailağada 3 saat... Hizmetle geçen 60 yıl
Bugün, gündemin dışına çıkıp, bir ziyaretten söz etmek istiyorum...
Evet, gündem yoğun...
MHP ve BDP; Anayasa Uzlaşma Komisyonu masasından kalkmayacaklarını söylüyor... Başbakan Tayyip Erdoğan, AK Parti Grubunda yaptığı konuşmada Kılıçdaroğluna cevap verip, diyor ki; Senin kalibren ne?
KCKya yönelik operasyonlarda 51 kişi gözaltına alınmış... MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Türkmenistanda imiş...
CHPli Haluk Koç, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlunun, Ismarlama Başkan olduğunu söylemiş...
PKKnın önde gelen yöneticilerinden Şemdin Sakık, gazetemiz Akite bir mektup daha gönderip, Andıçın perde arkasını anlatmış ve Yaşar Büyükanıtın kendisini askerlerin eline verip, ırzına geçirtmek ve cop sokturmakla tehdit ettiğini ama buna rağmen onun hazırlattığı metnin altına imza atmadığını söylemiş...
Sivas Dâvâsının Yargıtayda yapılan temyiz duruşmasında karar veren hakimler, 19 yıl sonra itiraflarda bulunup, Bir pislik varsa temizlenir demişler.
İSMAİLAĞADAN DAVET
Evet, gündem yoğun..
Bunların hepsi, üzerinde ciddi ciddi durmayı ve ayrıntılı yazılar yazmayı gerektiren konular.
Ama, dedim ya;
Bugün, bir ziyaretten söz etmek istiyorum... Çünkü bu ziyaret, özellikle benim açımdan anlamlı bir ziyaret... Evet, anlamlı bir ziyaret, çünkü bu ziyaret yanlış anlamaları ortadan kaldıracak...
Ve yine, öyle sanıyorum ki, fitnenin yayılmasına da son verecek.
Efendim, bir süredir; gazetemin ve özellikle benim, İsmailağa Cemaatine karşı olduğum ve birileri üzerinden cemaati yıpratmaya çalıştığım, bu tavrımın da cemaatte çok büyük rahatsızlığa yol açtığı şeklinde bir dedikodu dolaşıyordu ortalıkta.
Ne yalan söyleyeyim;
Hem bu dedikodulara inanmıyordum, hem de vicdanen rahattım...
Derken İcra Kurulu Başkanımız Mustafa Karahasanoğlu ağabey; İsmailağa Cemaatinden aradılar dedi; Yayın Kurulu üyelerimizi ve yazarlarımızı davet ediyorlar... Hem birlikte yemek yiyelim, hem birbirimizi daha yakından tanıyalım, sohbet edelim istiyorlar... İşlerini ayarla, Pazartesi gidelim.
Gittik... Hem de; Yayın Kurulu üyelerimiz ve yazarlarımızın da içinde bulunduğu kalabalık bir heyetle gittik.
Ne yalan söyleyeyim;
Eleştirilere açıktım ama, saldırgan tavırlara da hazırlıklıydım.
Anlayacağınız, gardımı almıştım...
Ama, o da ne!..
Öyle bir karşılama ki; sıcak mı sıcak, samimi mi samimi... Kucaklaşmalar, sarılmalar ve iltifatlar onu gösterdi ki; dedikoduların aslı astarı yok!..
Birileri, senaryo yazıyor.
Uzun lâfın kısası;
Son derece sıcak bir ortamda, son derece samimi karşılandık...
BİRLİKTE YEMEK YEDİK
Hal-hatır sorma ve tanışma faslından sonra, Mahmut Hocaefendi Hazretlerinin en eski talebeleri Hasan ve Mustafa Hocaefendiler geldiler...
Kısa bir sohbetin ardından akşam yemeğine geçtik...
Yemeğe geçtik ama, yemek deyip, geçemem...
Zira, öyle bir yemek ikramı yaptılar ki; beş yıldızlı hatta yedi yıldızlı oteller bile halt etmiş yanında!..
Çorbasından etine, salatasından tatlısına kadar, her şey dört dörtlüktü...
Her şey, çok iyi bir usta elinden çıkmış gibiydi...
Hele bir; bulgur pilâvı üzerine tandır yapmışlar ki, ancak bu kadar leziz olur...
Dayanamayıp, sordum;
Yemekleri nereden getirttiniz?
Getirtmedik dediler; Kendi mutfağımızda, kendi aşçılarımız hazırladı.
Tek kelimeyle, ellerine sağlık...
BİR DE KURAN ZİYAFETİ
Yemek duasından sonra, akşam namazı için camiye indik...
Evet, İsmail Ağa Camiine...
Namazı beklerken; gerek Rızvan Beyle, gerek Necip Nalbantoğlu Beyle konuşup; Hızır Ali Hoca ve Bayram Ali Hoca cinayetlerinin nasıl işlendiğini, arkasında kimlerin ve hangi saiklerin olduğunu öğrenmeye çalıştık...
İlginç şeyler anlattılar ki, inşaallah yeri geldiğinde yazarız...
Onlarla sohbet ederken gördük ki, camia içinde çok sevenimiz varmış...
Namaza gelenlerle uzun boylu sohbet edemesek de, karşılıklı hal-hatır sorduk...
Namazın ardından, genç bir delikanlı Kuran-ı Kerim okudu...
Ama, ne okuma!.. Öyle bir ses, öyle bir nefes ki, hayran olmamak mümkün değil...
Kim diye sordum;
Bir yetim dediler...
Yetim olan güzel sesli bu delikanlı mı, yoksa bizler miyiz?..
Evet, babasını kaybetmiş ama, Cenab-ı Allah, ona öyle bir ses vermiş ki, dünyalara değer...
Sizin anlayacağınız;
Yemek ziyafeti ile midelerimiz, Kuran ziyafeti ile gönüllerimiz doydu.
Bu atmosferi yaşamak ne güzel...
1952DEN... 2012YE
Namazın ardından bir salona geçtik...
Hani, Bal dök yala denilir ya, o kadar temiz, o kadar iç açıcı ve huzur verici bir salon.
İşte dedim; Tam da Müslümana yaraşır bir temizlik, Müsülmana yaraşır bir tertip ve düzen...
Herkes kendisini kısaca tanıttıktan sonra, bir sinevizyon gösterisi izledik...
İsmail Ağa Camiinin tarihçesi anlatıldı... Camilerin ahır ve depo olarak kullanıldığı yıllarda, İsmail Ağa Camiinin nasıl kurtarıldığı ve bugünlere nasıl gelindiği, görüntüler eşliğinde anlatıldı.
Efendim, bilmeyenler için anlatayım...
Çarşamba, Manyasızade Caddesinde bulunan İsmail Ağa Camii, 1723 tarihinde Rumeli Kadılarından Alaiyeli İbrahim Efendinin oğlu Şeyhülislam İsmail Efendi tarafından kendi adına ve kendi evinin yerine yaptırılmıştır.
1952 yılında vakıfların gözetimi altında halkın yardımlarıyla, aslına sadık kalınarak tamir edilip ibadete açılmıştır.
1952 yılı, cemaat açısından hem önemli, hem de anlamlı...
Zira, 1952 yılı, Mahmut Hocaefendi Hazretlerinin askerden döndüğü ve onarılan İsmail Ağa Camiinde imamlığa başladığı yıldır.
Yıl 1952den,
Yıl 2012ye...
Dile kolay, Hocaefendi tam 60 yıldır hizmette... Kâh namaz kıldırarak, kâh vaaz vererek, kâh sohbet ederek ve kâh Kuran ehli insanlar eliyle kurslar açıp, dünyanın dört bir tarafına hizmetler götürerek...
Cemaatin; gerek Türkiyede, gerek dünyanın çeşitli ülkelerinde; su kuyusu açma, kurban eti dağıtma, depremzedelere ev inşa etme ve gıda yardımı yapma gibi hizmetlerini öğrenince, hem hayret ettim, hem de sitemde bulundum;
Doğrusunu söylemek gerekirse; Fatih Çarşamba veya İsmailağa Cemaati ya da Mahmut Hocaefendi denildiğinde kamuoyundaki, toplumdaki algı şuydu: Bunlar kadınları çarşafa sokmaktan, erkeklere de cübbe-sarık giydirmekten başka şey yapmazlar... Ama görüyorum ki; siz, Emr-i bil Maruftan öğrenci okutmaya, gıda dağıtmaktan su kuyusu açmaya kadar bir sürü hizmette bulunuyorsunuz... Ama bunları biz bile bilmiyorsak, kamuoyu nereden bilecek?..
Haklısınız dediler;
Bu eksikliğimizin biz de farkındayız... Ama, bundan sonra kendimizi anlatmaya ve bizimle ilgili algıyı değiştirmeye çalışacağız... İlk adımı da Akitle attık... İnşaallah, bundan sonra da gerek bizim tarafın gazeteleri ve televizyonlarıyla, gerek önde gelenleriyle diyaloğa geçip, görüşlerinden faydalanacağız.
DAHA NİCE HİZMETLERE
Anladığım o ki;
İsmailağa Cemaati, artık dışa açılmaya ve kendisini anlatmaya karar vermiş... Yani açılım rüzgârı onları da etkilemiş...
Ne yalan söyleyeyim;
Sarıklı-cübbeli bir cemaat mensubunu internette dolaşırken ve dev ekranda bize bilgi verirken görmek, ilk başta garip geldi ama sonra takdir ettim... Öyle ya, bir Müslüman; hem ibadetlerini yapmalı, hem düşmanın silahı ile silahlanmalı, yani teknolojiyi iyi kullanmalı değil mi?..
Saat 19.00da gidip, 22.00 civarında ayrıldığımız mekânda, itiraf etmem gerekir ki; cemaat mensuplarını daha çok sevmeye, onları daha çok takdir etmeye başladım.
Amatör bir ruhla çalışıyorlar ama profesyonel işler yapıyorlar ki, takdir etmemek mümkün değil...
Sözün özü;
Biz onları sevdik,
Onlar da bizi sevdi.
Nice hizmetlere...
Eğitim şart mı acaba?
Fenerbahçe ile Galatasaray arasında oynanan şampiyonluk maçında müessif olaylar yaşandı ve herkes tarafından tepki ile karşılandı ya; bir televizyonda, sunucu soruyordu konuğuna: Sizce de bu olaylar eğitimsizlikten kaynaklanmıyor mu?.. Eğitim seviyesi yükseldikçe, bu tür olaylar da azalır herhalde!..
Konuk, Yanılıyorsunuz dedi..
Bu işin, eğitimle ilgisi yok.. Bu iş fanatizmle ilgili dedi ve şu örneği verdi: Bir gün, bir profesör arkadaşımla maça gittim. Karşılaşmayı seyrederken, kendinden geçmişti. Küfür yağdırmalar, elindeki şeyleri fırlatmalar derken; Bu hâl ne? dedim.
Ne dese beğenirsiniz;
Ben, buraya deşarj olmaya geliyorum... Bunları da yapmazsam, nasıl deşarj olur, nasıl rahatlarım!?!
Anlayacağınız, bu işin eğitimle ilgisi yok.. Koskoca profesör bunları yapıyorsa; okul yüzü görmemiş insanlar ne yapsın? Hem eğitim dediğin cehaleti alır, eşeklik ise baki kalır!..
Şahsen ben de eğitim şartın her derde deva olacağına inanmıyorum... Dünyaca ünlü piyanist diye kakalanan Fazıl Say gibi bir adam; ortalığı yatıştırmaya çalışan Kültür Bakanına Kes zırvalamayı diyorsa, demek ki, eğitim görmekle adam olunmuyor... Eğer eğitim görmekle adam olunsaydı, en başta Fazıl Say olurdu!..