Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

“Bizim Devlet Programımız CHP Programıdır”

“Bizim Devlet Programımız CHP Programıdır”

Türkiye’deki çatışmalı rejim yapısının temelinde M. Kemal’in cumhurbaşkanı sıfatıyla kullandığı beyan ve uygulamalarının olduğu hususunda “Atatürkçü bilim adamları” nın görüşleri mevcuttur. Bu ülke için Kemalizm birleştirici olmayan tehlikeli ve marjinal bir ideolojidir. Bundandır ki, Kemalistlerin yaptığı gibi, dindar ve milliyetçi Atatürkçülük oluşturmaya çalışanların, Türkiye’nin İlk Meclis’teki millet yapısını geciktirdiklerini söylemek millî bir vazifedir.

“BU PRENSİPLER (CHP PROGRAMI) GÖKTEN İNDİĞİ SANILAN KİTAPLARIN DOGMALARIYLA ASL BİR TUTULMAMALIDIR”

1 Kasım 1937’de T.B.M.M. açış konuşmasında M. Kemal, Cumhuriyet Halk Partisi’nin programını şöyle tasvir ediyor: “...Bizim devlet idaresindeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Kapsadığı prensipler, idarede ve siyasette bizi aydınlatıcı ana hatlardır. Fakat, bu prensipleri gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla aslâ bir tutmamalıdır. Bu esinlerimizi, gökten ve gaibten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz” ( Kazım Öztürk, TBMM Beşinci Dönem Üçüncü Toplanma Yılının Açış Konuşması, Kültür bakanlığı Y. Cilt: II, s.1135).

PROF. TUNÇAY’A GÖRE, M. KEMAL “KURTULUŞ SAVAŞI’NDA HALKÇI, CUMHURİYETTE TEPEDEN İNMECİ...”

Prof. Dr. Mete Tunçay da “Tek Parti Yönetimi” adlı kitabında tarihî bir gerçeğin yüzünü açar: “Gerçekten, Kemalist laiklik halkçılıktan öylesine uzaklaşmıştır ki, günümüzde bir sağcı yazarın bu zihniyet hakkında söylediği şu sözü yalanlamak kolay değildir: ‘Bir taraftan halkçılık iddia ediyorlar, diğer taraftan halkı gittiği yolu takdirden âciz, şaşkın bir kuru kalabalıktan ibaret sayıyorlar.’ Kurtuluş Savaşı sırasında M. Kemal Paşa’nın kazandığı başarıda halkçı tutumun payı büyük olmuştur. (...) Heyet-i Temsiliye döneminden bir kanıt göstermek istiyorum. Kasım 1919 günkü bileşimde (Sivas’ta) Reis Paşa (M. Kemal) şöyle konuşur: ‘İki yol vardır; biri bu milletin hülasa-i âmâl ve efkârına göre yürümek, diğeri bizim fikirlerimize göre yürümektir. Şahsî kanaate değil, milletin kanaatını ve efkâr ve hissiyatını yoklayarak yürümelidir.’ Şimdi bu halkçı anlayışla, Cumhuriyetin ilk çeyrek yüzyılındaki laiklik uygulaması döneminin tepeden inmeci aydın mutlaklığı arasında dağlar kadar fark vardır” ( Tunçay, a.g.e., s. 216).

K. Kemal, 1920’de Meclis Başkanı unvanıyla “Halkçılık Programı” nı açıklar. Devrin sol tandanslı İttihatçıların oluşturduğu “Halk Zümresi”nin görüşlerini, ileride aslâ uygulanmayacak olan bir taktik gereği Bolşeviklik çağrışımlarını azaltarak 1921 Anayasası’na dahil eder. Dahası var, yeni devletin adı “Türkiye Halk Hükümeti” şeklinde ifade edilir ve 1921 Anayasası’nda zikredilir. Ancak Anayasa yürürlüğe girerken bu ifade kaldırılarak “Türkiye Devleti” adı yer alır. Öyle ki, hiçbir görüş ve kararında samimi olmayan M. Kemal, her adımda taktiklerle asıl gayesi olan laikçi-pozitivist ve despot cumhuriyete doğru yürür.

PADİŞAHLARDAN DAHA YETKİLİ BİR M. KEMAL İKTİDARI

M. Kemal’in cumhuriyet öncesi ve sonrasında birçok yetkiyi aynı anda uzun süre üstlendiğini, tek yetkili olarak yaşadığı bir sürecin onun kişiliğindeki yansımalarını bilmek lâzım. Dokunulmaz yetkilerin onun düşünce ve tavırlarına tesir ettiği uzun iktidarındaki icraatlarında görülmektedir.

Kitaplarıyla örtülü resmî tarihin peçesini sıyıran D. Mehmet Doğan’ın “Türkiye Cumhuriyeti Tarihine Giriş” kitabına göre, 24 Nisan 1920’de askerî sıfatıyla milletvekili seçilerek TBMM’ye ilk başkan olarak seçildi. O dönemde alınan karar gereğince Meclis Başkanı aynı zamanda İcra Vekilleri Heyeti Başkanı, yani Hükümet Başkanıdır. 5 ağustos 1921’den 29 ekim 1923’te cumhurbaşkanı olana kadar milletvekili sıfatıyla TBMM Hükümet Başkanlığı ve Ordular Başkomutanlığı yaptı. Hiçbir feriklikte bulunmadan (feriklik iki aşamalıdır. 1. Feriklik korgeneral, 2. Feriklik tümgeneral) 19 Eylül 1921 tarihinde bir kanunla doğrudan müşirliğe, yâni mareşalliğe yükseltildi. 23 nisan 1920’den başlamak üzere 1.2.3.4.5. meclislerde milletvekilliği devam etti. 29 Ekim 1923’ten 1938 yılında vefatına kadar cumhurbaşkanlığı vazifesini sürdürdü.

Görülüyor ki, 1921’de mareşal rütbesi verildiğinde hem milletvekili, hem hükümet başkanı, hem de ordular başkomutanıydı. 30 Ekim1923 tarihinden itibaren cumhurbaşkanlığıyla milletvekilliği sürerken 11 eylül 1923 tarihi itibariyle Cumhuriyet Halk Fırkası Reisliğini de yürütmeye başlar. Askerî sıfatıyla milletvekili ve cumhurbaşkanlığını yürütmesi mecliste tenkitlere sebep olunca 30 Haziran 1927 tarihinde mareşal rütbesinden emekliye ayrılır.

Ancak cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği vazifeleri devam ediyordu. 1932’de İstanbul Darülfünunu Edebiyat Fakültesi tarafından Türk Tarih dalında fahrî müderrislik (profesörlük) unvanı verildi. Doktora unvanının tarih dalında verilmesini M. Kemal’in bizzat kendisi söylemiştir ( Birinci Mecliste Muhalefet-İkinci Grup, Yrd. Doç. Dr. Ahmet Demirel, s.585).

“CUMHURİYET LAİKLİĞİ, AYDIN-HALK YABANCILAŞMASININ ÖNEMLİ BİR ETMENİ...”

Tunçay, “Cumhuriyet laikliği, avam-havas ya da sıradan halk-seçkin aydın yabancılaşmasını körükleyen önemli bir etmen olduğu söylenebilir” diyerek, devrin aydın zihniyetinin bunu bilerek yaptığını söylüyor:

“Kanımca, bu istemeden düşülen bir yanlışlık değil, tersine bile bile erişilmek istenen, amaçlanan bir durumdur. Kemalist aydınlar, bana Osmanlı (Tanzimat) münevverânından daha ileriye götürülmüş bir özellik olarak görünen, kendilerini halk yığınlarından ayrı ve üstün tutma isteklerini dinle ilgili tavırlarında da ortaya koymuşlardır. Jakobence bir görünüş altında gerçekleri ve doğruları bilen ve yalnız kendileri bilen ve içlerinde bunları yığınlara zorlamayla da olsa kabul ettirme görev duygusunu (misyonu) taşıyan aydınlar için laiklik, halktan ayrımlanmanın bir yolu, ya da aracı olmuştur. Bence bu tutum, Altı Ok’taki Halkçılık ilkesini de çağdaş demokratik anlayışı yansıtmak bakımından o denli yetersiz kılan tepeden inmeci dünya görüşünün kaçınılmaz bir sonucudur” (a.g.e., s.214).

HALKÇI GÖRÜNEN DİKTATÖR CUMHURİYET

Millî Mücadele sırasında her konuşmasının başında “din-i İslâm üzere” diyen M. Kemal Müslüman milletin değerleri üzerine bina ettiği “halkçı” fikrinin bir süre sonra içini boşaltarak Rus, Fransız ve Alman toplum yapısını taklit ederek dönüştürmeye çalışacaktır. Oysa, M. Kemal’in “halkçılık” ifadesinde geçen “halk”, Anadolu ve Rumeli’de gayr-ı Müslimler hariç, Türk’ü, Kürdü, Laz’ı, Çerkez’i, Arnavud’u ile Müslüman olan milletin âzalarıdır.

Tunçay, M. Kemal’in farklı zamanlardaki beyan ve tavırlarının altını çizer ve “M. Kemal Paşa’da sık sık âni değişik düşüncelerin sâdır olduğunu, birbiriyle zıt görüşlerin ortaya çıktığını” söyler. M. Kemal’in birbirini tekzip eden beyanlarından biri şöyle:

“Münevveran, kitle-i asliyeyi kendi hedefine sevk etmek ister; kitle-i halk ve avam ise bu sınıf-ı münevvere tâbi olmak istemez. O da başka bir istikamet tayinine çalışır. Sınıf-ı münevver telkinle, irşadla kitle-i ekseriyeti kendi maksadına göre iknaa muvaffak olamayınca, başka vasıtalara tevessül eder. Halkı ne birinci usul ile, ne de tahakküm ve istibdat ile kendi hedefimize sürüklemeğe muvaffak olamadığımızı görüyoruz. Bunda muvaffak olmak için münevver sınıfla halkın zihniyet ve hedefi arasında tabiî bir intibak olmak lâzımdır. Yani sınıf-ı münevverin halka telkin edeceği mefkûreler, halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalı. Halbuki bizde böyle mi olmuştur? O münevverlerin telkinleri milletimizin ruh derinliğinden alınmış mefkûreler midir? Şüphesiz hayır!” ( Tunçay, a. g. e.,s. 216).

M. Kemal bu beyanlarıyla, “inkılâpları” uygulamaya koyarken halktaki memnuniyetsizliğe istinaden dönemin münevverlerini tenkit ediyormuş görünerek ılımlı bir geçiş yapmaya çalışmaktadır.

KEMALİZM, İSTİBDADA DÖNÜŞÜYOR

M. Kemal’in, siyasetteki manevralarına bir örnek de 1935 yılındaki bir konuşmasından verilebilir: “Bugünkü manzara aşağı yukarı bir diktature ( diktatörlük) manzarasıdır. Ben öldükten sonra arkamda kalacak müessese, bir istibdat müessesesidir.” ( Fethi Okyar, Serbest Fırka Olayı, 5 Aralık 1978 tarihli Tercüman Gazetesi).

Tunçay, onun bu sözlerini samimi bulmayarak, bir ecnebi yazarın sözleriyle “M. Kemal’in yönetimindeki tavrının diktatörce olduğunu” söylüyor: “M. Kemal’in yönetimdeki tavrı diktatörcedir ve ‘ilginçtir ki, İtalyan devlet adamı Kont Carlo Sforza, Polonyalı Pilsudski, Çinli Yuan Şi-Kai ve Sun Yat-Sen gibi isimleri çağdaş diktatörler arasında sayan Atatürk, temel yanlışını kendinden önceki aydın despotlardan daha hızlı ilerlemek istemiş olmasında görmektedir” (Tunçay, a. g. e., s. 217).

İLK MECLİS’TEKİ, ŞÛRA SÛRESİ’NİN 38. ÂYETİ OLAN “BİRBİRİNİZE DANIŞINIZ” MEALİNDEKİ LEVHA KALDIRILIYOR

M. Kemal’in âni değişikliklerine ve çelişkilerine meclisin ilk yıllarında sıkça rastlamak mümkün. Başkanlık kürsüsünün arkasında Şûra sûresinin 38. âyetinin meali olan “Birbirinize Danışınız” anlamında dinî bir levha asılı iken, halifeliğin kaldırılmasından sonra laiklik adına dine karşı “devrimler” başlatılıyor ve bu levha kaldırılıyor.

Meclis’te güya İstanbul Hükümeti’nin dinden faydalanarak Millî Mücadeleye karşı çıktığı ve engellediği yönünde temelsiz iddialar ortaya atılmaya başlanıyor. Bir süre sonra M. Kemal’in hâkim olduğu aynı Meclis’te, Millî Mücadele’ye katılan Müslüman milletin değerlerine saldırılarak ve din adamlarının destekleri göz ardı edilerek “Batıcı devrimler” adına konuşmalar yapılıyor.

Önünde “vatan-ı İslâmiyye” adına konuşmalar yaptığı bu levhayı daha sonra kaldırtan M. Kemal’in davranışındaki keskin çelişkiyi, Meclis’in ilk günlerinde bu levhanın anlamını açıklayan mebus Ahmet Mahir Efendi’nin konuşması daha iyi anlatmaktadır: “... Bu meclisin Müslümanlık Meclisi olduğunu, bu nazm-ı celil-i ilâhî (meclis kürsüsünün arkasındaki ‘Birbirinize Danışınız’ levhası kastediliyor) ispat ediyor. Bunun hilâfına hareket olunamaz. İşte ‘ve emrühüm şûra’ nın mânası da Müslümanların işleri meşveretle meydana gelir (bu sırada mebuslar arasında hay hay sesleri yükselir). İşte, elhamdülillah Arabından, Kürdünden, Lazından, Gürcüsünden, Arnavudundan toplandık buraya....” (Tunçay, a.g.e., s. 218).

Anlaşılan şudur ki, Kemalizm gâyesine hep aldatarak ulaşmış.

--------------------------------------

EKYAZI:

GÖNLÜME DÜŞENLER

Durdu Güneş; kitap kurdu ve tiryakisi güzel konuşan bir dost.
Fıkra anlatımını felsefî bir metne ve sohbete dönüştüren bir dil sanatkârı.
Âcizâne yazı hayatımdaki ilk göz ağrılarımdandır.
Hukukçu bürokrat kimliği ve Ankara’da oluşu, onun çok okuyan meziyetini ve Türk
mizahına felsefî derinlik ve üslûp kazandıran kalemini gölgeleyememiştir.
Bu nezih dost, arada bir fakîre kitap gönderir.
Bu defa gönderdikleri arasında daha önce yayınladığı “Ben Hâkimim Masum Bey” adlı
kitabının ilâveli ve genişletilmiş baskısı var. Türk hukuk mizahının bir şaheseridir. Üslûp ve
Türkçe’sinin güzelliğini tavsif etmek haddim değil. “Türk Hukuk Enstitüsü’nün katkılarıyla”
basılmış. Okumaya başladığınızda elinizden bırakamayacağınız, mizahın fikrî ve felsefî
hüviyet içinde lezzetli bir anlatıma dönüştüğü bu kitapla tanışmak isteyenler
“[email protected]” dan irtibat kurabilirler.
Gönderdiği kitaplar arasında nezdimde gerçekten anlamlı bir kitap daha vardı ki, yüreğimin
ahengini tutan türküler üstüneydi. Yazar ve usta türküdar Bayram Bilge Tokel’in “ Türküler
Kalır” adlı kitabıydı bu. Sevinçten vecde geçmemin sebebi sadece bu değil elbet. Kitabın
kapağını kaldırdığımda, 2 Mart 2012 tarihinde yazarı tarafından “Türkü dostu Ahmet Doğan
kardeşime ebedî dostluk ve muhabbetle…” cümlesinin yazıldığını ve imzalanmış olduğunu
okudum. Hayli duygulandım. Elbette bu anlamlı hareket Durdu Güneş dostumuzun
inceliğinden neşet etmiştir. Allah, kimseyi dostsuz bırakmasın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Doğan İlbey Arşivi