Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Kanınız “asil” mi, nasıl?

Kanınız “asil” mi, nasıl?

Başöğretmenime bir gün “Kanın kudreti-kuvveti var mı?” diye sorduğumda, “Saçmalama” dedi, “kanın kudreti-kuvveti mi olurmuş?”

Sanırım boş bulunmuştu...

Soruyu yapıştırdım: “O zaman bize neden, “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur” diyorsun?”

Şafak attı: “O başka bir şey” diye kekelediğini hatırlıyorum.

Atatürk’ün “Gençliğe Hitabe”si böyle bitiyor: “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”

Çocuklarımız hâlâ damarlarındaki kanın “kutsal”lığına inandırılmaya çalışılıyor mu sahi?

“Ey Türk gençliği!.. Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”

Aynı vatanı paylaştığımız Kürt gençleri, Rum gençleri, Laz gençleri, Çerkez, Abaza, Arnavut, Arap gençleri de böyle bağırıyor mu acaba?

Hırant Dink, damarlarında “asil Türk kanı” dolaşmadığı için mi öldürüldü yoksa?..

Kanın bir de “halis” olanı varmış, benim de her 23 Nisan bayramında okuduğum şiirde öyle deniyor:

“Çarpsaydı damarında eğer halis Türk kanı,

“Satar mıydı Vahdettin keyfi için vatanı”.

“Kudretli”, “asil” ve “halis Türk kanı” yaklaşımını “doğru” bulanlar olduğu gibi, doğal olarak “ırkçı” bulanlar da var.

Kanaatleri ve peşin hükümleri sorgulayacak değilim. Hatta bir ölçüde onları anlayabildiğimi bile söyleyebilirim. Fakat “ne şiş yansın, ne kebap” anlayışı içinde orta yolu bulduğunu sanıp, “Cumhuriyetin ilk yıllarında bu gerekliydi, imparatorluğun küllerinden doğan Yeni Türkiye’nin gençlerine moral vermek lâzımdı” diyenlere, hiçbir şekilde katılmadığımı, hatta yadırgadığımı söylemeliyim...

Bir kere ortada kül-mül yok! Doğum-moğum da..

Olay şudur: Sultan Alp Aslan, “Büyük Selçuklu Devleti” dediğimiz kurumsal bir devlet kurdu. Kurumların çözülme noktasında ise Osman Gazi dizginleri eline aldı ve taşları tekrar yerli yerine oturttu. Büyük Selçuklu Devleti, böylece “Osmanlı Devleti”ne dönüştü.

Yani Türkiye Cumhuriyeti hiç yoktan var edilmiş bir devlet değil, zaten devam eden sürecin bir parçasıdır.

Hazin ki, bir zamanlar Selçuklu ve Osmanlı tarihi tümüyle ders kitaplarından ayıklanmış, Türkiye Cumhuriyeti’nin âdeta “gökten zembille indiği” izlenimi verilmek istenmiştir.

Bereket versin bu süre çok uzun değildir. Tarihin içinde bin yıllık bir boşluk bırakmanın saçma sapanlığı fark edilerek birkaç sene içinde terk edilmiştir.

Neyse, bugünkü gündemimizde iki soru var:

1. İnsanın kanı nasıl “asil” olur?

2. Kandan “kudret” nasıl çıkar?

Vaktiyle İngiliz asilleri kanlarının mavi olduğunu iddia ederlermiş. Kanlarının akıtılması halinde kıyametin kopacağını söylerlermiş. Zaman içinde birkaçı öldürülüp kanlarının farksız olduğu anlaşılınca, korku biraz dağılmış.

Kan “kudret” kaynağı değil, olsa olsa “hayat” kaynağıdır!

Tıbbi açıdan kan grupları var, ama “kudret” vereni yoktur (Atasözü gibi oldu ya aldırmayın).

Hiçbir milletin kanı diğer milletin kanından daha “asil”, daha “üstün”, daha “saf”, daha “temiz” değildir.

Hiç birimiz mensup olduğumuz milleti kendi irademizle seçmedik. İnsan kendi seçimi olmayan bir olgu ile nasıl övünebilir?

Kan ağlamak, kan alacak damarı bilmek, kana susamak, kan beynine çıkmak, kan kardeşi olmak, kan çanağı, kan çekmek, kan gövdeyi götürmek, kanı donmak, kanı kanla yıkamak, kanı kaynamak, kanı kurumak, kanına dokunmak, kanına girmek, kanına susamak, kanını kaynatmak, kanını kurutmak, kanını yerde koymamak, kan kusturmak, kan kusup kızılcık şerbeti içmek, kan revan içinde kalmak, kan tere batmak, kan ter içinde kalmak gibi deyimlerimiz var, ama günümüz tıbbı bugüne kadar “asil” ile “âdi” kan bulgusuna rastlamamıştır...

“Kudret” ise kandan, damardan değil, inançtan, bilimden, fenden, ekonomik ve siyasi güçten gelir.




Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi