Kucağı bebekli kadınlar mı... Kucağı köpekli kadınlar mı?
Yazıya başlamadan önce, önceki akşam Ankaralı bir okuyucumdan aldığım bir şikâyeti iletmek istiyorum... Okuyucum, telefonda; Hükümet de yanlış yapıyor, AK Partili belediyeler de! diye girdi söze ve devam etti:
198 gün önce eşimi kaybettim... 64 yaşındayım... Evlenmek istedim... Kızım ve gelinim, çevremizdeki dul bir hanıma gidip, benim için istemişler...
Kadın önce olumlu bakmış, sonra da vazgeçip, demiş ki;
Niye evleneyim?.. Bir yandan Hükümet, bir yandan belediyeler bütün ihtiyacımı karşılıyorlar!.. Evimin kirasını veriyorlar, yiyecek-yakacak veriyorlar... Evlenip de bir erkeğin ağız kokusunu niye çekeyim ki!.. Rahatım yerinde, niye evleneyim?
Senin anlayacağın gardaş;
Etrafımda bir sürü dul hanım var ama hiçbiri evliliğe yanaşmıyor.
AK Parti Hükümeti ve elbette belediyeler, kadına pozitif ayrımcılıkta kantarın topuzunu biraz kaçırdılar galiba!..
Tamam, kadınlar; kendi ayaklarının üstünde dursunlar, hiç kimseye muhtaç olmadan yaşasınlar ama, biz dul erkekler ne yapacağız?..
Okuyucumun şikâyeti bu;
Evlenememek!
Pek haksız da sayılmaz... Dul bir kadın olsaydı, her yere sığardı...
Oğlunun yanına da sığardı, kızının yanına da... Kendi işini kendi görür, hiç kimseye de yük olmazdı!..
Peki, ya erkekler?..
Elinden bir iş gelmediği gibi; nereye gitse yük olur, ağırlık olur!..
Hasılı kelâm, erkek sığamaz!..
NÜFUS ARTIŞ HIZI!
Olayın yaşlılar boyutu böyle...
Dul kadınlar, kendilerine sunulan imkânlardan dolayı evlenmeye yanaşmıyor da, genç kızlar veya delikanlılar farklı mı sanki?..
Kızlar da, bir iş bulup çalışmaya başladıklarında yani ekonomik özgürlüklerini kazanıp, kendi ayakları üstünde durmaya başladıklarında evliliğe pek sıcak bakmıyorlar!..
Ne yazık ki, genç delikanlılar da, eskisi gibi evliliğe sıcak bakmıyor artık.
Peki, ne oluyor o zaman?..
Nüfus azalıyor!
Halihazırdaki tablo şu:
Türkiyenin yıl ortası nüfusu 1990 yılında 55 milyon 120 bin kişi idi. 1990da nüfusun yıllık artış hızı binde 17, toplam doğurganlık hızı 2,93 ve kaba doğum hızı da binde 24,1 düzeyindeydi.
2007 yılı itibarıyla yıllık nüfus artış hızı 11,7ye toplam doğurganlık hızı da 2,15e, kaba doğum hızı da binde 18e geriledi. 2008 yılında ise nüfus artış hızı birden bire binde 13,4e çıktı, ancak bu artış istikrarlı olmadı ve sonraki yıllarda giderek azaldı.
Geçen yıl itibarıyla da yıllık nüfus artış hızı binde 12,8e toplam doğurganlık hızı 2,09a ve kaba doğum hızı da binde 17,3e geriledi.
Projeksiyonlara göre, nüfusun büyüme ivmesindeki bu gerileme giderek artacak. 2012de yıllık nüfus artış hızı binde 12,5e, toplam doğurganlık hızı 2,08e ve kaba doğum hızı da binde 17ye düşecek.
2019 yılı ise yıllık nüfus artış hızının ilk defa binde 10un altına düşeceği yıl olacak. 2019da yıl ortası nüfus 80 milyon 983 bin kişi, yıllık nüfus artış hızı binde 9,9 olacak. Söz konusu yılda toplam doğurganlık hızı 2,02ye ve kaba doğum hızı da binde 15,6ya inecek.
2025 yılına gelindiğinde ise yıl ortası nüfusu 85 milyonu aşacak ama yıllık nüfus artış hızı binde 7,7ye, toplam doğurganlık hızı binde 1,97ye ve kaba doğum hızı da binde 14,4e gerileyecek.
2040 yılından sonra ise Türkiyede nüfus artışı değil, nüfus azalması görülecek!
İşte bu haberi televizyonlardan dinleyip, gazetelerden okurken, Erdoğan haklı dedim;
Demek oluyor ki, en az 3 çocuk diye yırtınması boşuna değilmiş!.. Demek ki, nüfus artış hızı düşmüş!
Peki, ne olur nüfus artış hızı düşünce?..
Belki bugün farkedilmez ama, bir süre sonra nüfusun hızla yaşlandığı görülür!..
Nüfusun hızla yaşlanması demek;
Ekonominin durgunluğa girmesi demek!..
Nüfus yaşlanması demek,
Kucağı bebekli kadınların yerini, kucağı köpekli kadınların alması demek!..
Nüfus yaşlanması demek;
Tıpkı Avrupa gibi, Türkiyenin de bir ihtiyarlar ülkesi haline gelmesi demek!..
DÜNYAYA KAMPANYA, ABDYE ŞAMPANYA
Hemen ifade edelim: Daha önce de yazdığım gibi; Avrupayı, bir ihtiyarlar kıtası haline getiren olay, bir Amerikan tuzağı daha doğrusu kendileri çoğalamayan İsrailin bir tuzağıdır!..
Avrupanın, ileride kendisine rakip olacağını düşünen Amerika, bir Nüfus Planlaması kampanyası başlattı ve bu kampanyanın başını da, Henry Kissinger gibi Yahudi siyasetçiler çekti!..
Amaç, Avrupanın nüfus artış hızını düşürmekti!.. İsteniyordu ki; Avrupalı kadınlar, kucaklarında bebeklerle değil, kucaklarında köpeklerle dolaşsınlar!..
Uzatmayalım... Bu kampanyalar meyvesini verdi... Avrupa, ABD tuzağına düştü!.. Batılı kadın, evinde bebek değil, köpek beslemeye kucağında bebek değil, köpek taşımaya başladı... Yanında; elinden tuttuğu bebek değil, tasmasından tuttuğu köpek yürüyordu!.. Lâf aramızda, günümüz Türkiyesi de, Avrupadan pek geri kalmıyor!..
Peki, ABD kıskacındaki Avrupada bunlar olurken, Amerikada durum neydi?..
Prof. Dr. Toktamış Ateş; 2008 Nisanında kaleme aldığı bir yazıda, bu soruya şu cevabı veriyordu:
Nüfus planlamasının en hararetli savunucusu olduğum ve kimi ABD fonlarının da bunu desteklediği 1960lı yıllarda; ABD nüfus idaresi, ABDnin nüfusunun 200 milyon olduğunu bilgisayarda saptayınca derhal şampanyalar açılmış ve bu mutlu olay kutlanmıştı. Doğrusu çok şaşırmıştım. Acaba bize verir talkını, kendi yutar salkımı durumuyla karşı karşıya mıyız demiştim.
Bu tesbit çok önemli!..
Düşünebiliyor musunuz;
Avrupa başta olmak üzere, bütün dünyada nüfus planlaması kampanyaları başlattıran ABD, kendi nüfusunun 200 milyon olduğunu görünce, bu mutlu olayı, hem de şampanyalar patlatarak kutluyor!..
Yani;
Dünya ülkelerine nüfus azalsın diye kampanya!
ABDde nüfus artışına şampanya!
Gel de, Tayyip Beye hak verme!..
EN AZ 3 ÇOCUK
Biliyorsunuz; Başbakan Tayyip Erdoğan, en az 3 çocuk yapın çağrılarını her platformda sürdürüyor ve diyor ki;
¥ Eğer Türkiyeyi seviyorsanız, bu milleti seviyorsanız, bu ülkenin nüfusunu diri tutarsınız, genç tutarsınız. Aksi taktirde Batının şu anda ağladığı gibi, yarın biz de ağlamaya başlarız. Sene 2037, Türkiye ağlamaya başlar!.. Efendim imkansızlıklar, işte çok çocuk olursa tinerci olurlarmış!.. Bunu diyen siyasiler var, bu ülkede... Onlara diyorum ki, siz niye tinerci olmadınız? Yoksa sizlerde mi yolsuzluklara bulaştınız.
Tayyip Beyin çağrısının içinde bir de uyarı vardı ki, şöyleydi:
Bunlar Türk Milletinin kökünü kazımak istiyor!.. Yaptıkları aynen budur!
Tartışmalar esnasında, bu sözlerin ayrıntılarına pek girilmedi... Ancak, sayın Başbakanın sözleri arasındaki bu cümle, bana göre hayatî önemdedir!..
Cümleyi tekrar edelim:
Bunlar, Türk milletinin kökünü kazımak istiyor!!! Yaptıkları aynen budur!
Peki, kimdir onlar?..
Kimler Türk milletinin kökünü kazımak istiyor?..
Kimler, genç nüfus istemiyor?..
Sayın Başbakanın kimleri kastettiğini elbette bilmiyorum... Yalnız, birilerinin kuyruğuna basmış olmalı ki, sağdan-soldan bağırtılar gelmeye devam ediyor.
İşin garibi, bunların çoğu Atatürkçü geçinenler!..
Evet, görünürde Atatürkçü geçinenler ama aslında Atatürkten geçinenler!.
En az 3 çocuk çağrısına karşı çıkıyorlar ama niye karşı çıktıklarını da bilmiyorlar!..
İşsizlik, eğitimsizlik ve yoksulluktan dem vuruyorlar ama, Atatürk çok çocuk yapma kampanyaları düzenlediğinde Türkiyede işsizlik yok muydu?.. Yoksulluk yok muydu?.. Herkes eğitimli miydi? soruları yöneltildiğinde apışıp kalıyorlar!..
YA BEBEK, YA KÖPEK!
Bilmem lâfı uzatmanın âlemi var mı?.. İşte her şey ortada:
Nüfus artış hızı azalan Türkiyede en az 3 çocuk yapmak şart!.. Tam da bu ortamda kürtajın yaygınlaşması ise, taammüden cinayet!
Türkiye, gerçekten de kendine gelmeli ve evlilik kurumunu hakettiği yere getirmelidir.
Size bir şey söyleyeyim mi;
Avrupa, geç de olsa hatasını fark etmiş ve özendirici kampanyalarla çok çocuğu teşvik etmeye başlamıştır!..
Dilerim, Batıdan daha Batıcı olan Türkiye de nüfus artış hızını yeniden yükseltir!..
Yoksa, 30-40 yıl sonra, bütün kadınlar yaşlanır ve ortada çocuk doğuracak kadın kalmaz!..
Kucaklar, köpeklere kalır!..
Uluderenin öteki yüzü!
Başbakan Tayyip Erdoğanın, dünkü AK Parti Grup Toplantısında yaptığı konuşmada, elbette çok önemli mesajlar vardı... BDPyi kalleş ve ceset avcısı olarak suçlaması ve ipleri PKKnın elinde demesi elbette önemliydi ama, bence en önemli mesajı, yine Uludere üzerinden verdiği mesajdı...
Burak Ulukaya adlı uzman çavuşun 24 Mayısta GATAta şehit olduğunu hatırlatan Erdoğan; Bu, nasıl iştir ki dedi; Ulukaya, Uludere olayının gerçekleştiği yere 3 kilometre uzaklıkta, teröristlerin döşediği mayına bastı... O bölgede 16 el yapımı bomba ele geçirildi... Bu nasıl iş ki; kaçakçıların hiçbiri bu bombalara basmıyor?.. Acaba, harita kimin elinde?!?
Erdoğan, Uludere ile ilgili olarak, olaydan 5 ay sonra istihbaratı ABD verdi diyen Wall Street Journal gazetesi hakkında da dedi ki; Malûm, ABDde yaklaşan bir seçim var... ABD Başkanı Obama ile Türkiyenin arasının iyi olması bu gazetenin ve Yahudi lobisinin işine gelmiyor... Tezgâh içinde tezgâhlar kuruluyor!
Başbakanın verdiği bilgi ve yaptığı tesbitler, hiç de yabana atılır cinsten değil... Bence, üzerinde düşünülmeli...