Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Kucağı bebekli kadınlar mı... Kucağı köpekli kadınlar mı?

Kucağı bebekli kadınlar mı... Kucağı köpekli kadınlar mı?

Yazıya başlamadan önce, önceki akşam “Ankaralı bir okuyucum”dan aldığım bir şikâyeti iletmek istiyorum... Okuyucum, telefonda; “Hükümet de yanlış yapıyor, AK Partili belediyeler de!” diye girdi söze ve devam etti:

“198 gün önce eşimi kaybettim... 64 yaşındayım... Evlenmek istedim... Kızım ve gelinim, çevremizdeki dul bir hanıma gidip, benim için istemişler...

Kadın önce olumlu bakmış, sonra da vazgeçip, demiş ki;

‘Niye evleneyim?.. Bir yandan Hükümet, bir yandan belediyeler bütün ihtiyacımı karşılıyorlar!.. Evimin kirasını veriyorlar, yiyecek-yakacak veriyorlar... Evlenip de bir erkeğin ağız kokusunu niye çekeyim ki!.. Rahatım yerinde, niye evleneyim?’

Senin anlayacağın gardaş;

Etrafımda bir sürü dul hanım var ama hiçbiri evliliğe yanaşmıyor.

AK Parti Hükümeti ve elbette belediyeler, kadına pozitif ayrımcılıkta kantarın topuzunu biraz kaçırdılar galiba!..

Tamam, kadınlar; kendi ayaklarının üstünde dursunlar, hiç kimseye muhtaç olmadan yaşasınlar ama, biz dul erkekler ne yapacağız?..”

Okuyucumun şikâyeti bu;

“Evlenememek!”

Pek haksız da sayılmaz... “Dul bir kadın” olsaydı, her yere sığardı...

Oğlunun yanına da sığardı, kızının yanına da... Kendi işini kendi görür, hiç kimseye de yük olmazdı!..

Peki, ya erkekler?..

Elinden bir iş gelmediği gibi; nereye gitse “yük” olur, “ağırlık” olur!..

Hasılı kelâm, erkek sığamaz!..

NÜFUS ARTIŞ HIZI!

Olayın “yaşlı”lar boyutu böyle...

Dul kadınlar, “kendilerine sunulan imkânlar”dan dolayı “evlenmeye yanaşmıyor” da, “genç kızlar veya delikanlılar” farklı mı sanki?..

Kızlar da, bir “iş” bulup çalışmaya başladıklarında yani “ekonomik özgürlükleri”ni kazanıp, “kendi ayakları üstünde” durmaya başladıklarında evliliğe pek sıcak bakmıyorlar!..

Ne yazık ki, “genç delikanlı”lar da, eskisi gibi evliliğe sıcak bakmıyor artık.

Peki, ne oluyor o zaman?..

“Nüfus azalıyor!”

Halihazırdaki tablo şu:

“Türkiye’nin yıl ortası nüfusu 1990 yılında 55 milyon 120 bin kişi idi. 1990’da nüfusun yıllık artış hızı binde 17, toplam doğurganlık hızı 2,93 ve kaba doğum hızı da binde 24,1 düzeyindeydi.

2007 yılı itibarıyla yıllık nüfus artış hızı 11,7’ye toplam doğurganlık hızı da 2,15’e, kaba doğum hızı da binde 18’e geriledi. 2008 yılında ise nüfus artış hızı birden bire binde 13,4’e çıktı, ancak bu artış istikrarlı olmadı ve sonraki yıllarda giderek azaldı.

Geçen yıl itibarıyla da yıllık nüfus artış hızı binde 12,8’e toplam doğurganlık hızı 2,09’a ve kaba doğum hızı da binde 17,3’e geriledi.

Projeksiyonlara göre, nüfusun büyüme ivmesindeki bu gerileme giderek artacak. 2012’de yıllık nüfus artış hızı binde 12,5’e, toplam doğurganlık hızı 2,08’e ve kaba doğum hızı da binde 17’ye düşecek.

2019 yılı ise yıllık nüfus artış hızının ilk defa binde 10’un altına düşeceği yıl olacak. 2019’da yıl ortası nüfus 80 milyon 983 bin kişi, yıllık nüfus artış hızı binde 9,9 olacak. Söz konusu yılda toplam doğurganlık hızı 2,02’ye ve kaba doğum hızı da binde 15,6’ya inecek.

2025 yılına gelindiğinde ise yıl ortası nüfusu 85 milyonu aşacak ama yıllık nüfus artış hızı binde 7,7’ye, toplam doğurganlık hızı binde 1,97’ye ve kaba doğum hızı da binde 14,4’e gerileyecek.

2040 yılından sonra ise Türkiye’de nüfus artışı değil, nüfus azalması görülecek!”

İşte bu haberi televizyonlardan dinleyip, gazetelerden okurken, “Erdoğan haklı” dedim;

“Demek oluyor ki, en az 3 çocuk diye yırtınması boşuna değilmiş!.. Demek ki, nüfus artış hızı düşmüş!”

Peki, ne olur nüfus artış hızı düşünce?..

Belki bugün farkedilmez ama, bir süre sonra “nüfusun hızla yaşlandığı” görülür!..

Nüfusun hızla yaşlanması demek;

“Ekonominin durgunluğa girmesi” demek!..

Nüfus yaşlanması demek,

“Kucağı bebekli kadınlar”ın yerini, “kucağı köpekli kadınlar”ın alması demek!..

Nüfus yaşlanması demek;

Tıpkı Avrupa gibi, Türkiye’nin de bir “ihtiyarlar ülkesi” haline gelmesi demek!..

DÜNYAYA KAMPANYA, ABD’YE ŞAMPANYA

Hemen ifade edelim: Daha önce de yazdığım gibi; Avrupa’yı, bir “ihtiyarlar kıtası” haline getiren olay, bir “Amerikan tuzağı” daha doğrusu “kendileri çoğalamayan” İsrail’in bir tuzağıdır!..

Avrupa’nın, ileride kendisine “rakip” olacağını düşünen Amerika, bir “Nüfus Planlaması” kampanyası başlattı ve bu kampanyanın başını da, Henry Kissinger gibi “Yahudi siyasetçiler” çekti!..

Amaç, “Avrupa’nın nüfus artış hızını düşürmek”ti!.. İsteniyordu ki; Avrupalı kadınlar, “kucaklarında bebeklerle” değil, “kucaklarında köpeklerle” dolaşsınlar!..

Uzatmayalım... Bu kampanyalar meyvesini verdi... Avrupa, “ABD tuzağı”na düştü!.. Batılı kadın, evinde “bebek” değil, “köpek” beslemeye kucağında “bebek” değil, “köpek” taşımaya başladı... Yanında; “elinden tuttuğu bebek” değil, “tasmasından tuttuğu köpek” yürüyordu!.. Lâf aramızda, günümüz Türkiye’si de, Avrupa’dan pek geri kalmıyor!..

Peki, “ABD kıskacındaki Avrupa”da bunlar olurken, Amerika’da durum neydi?..

Prof. Dr. Toktamış Ateş; 2008 Nisan’ında kaleme aldığı bir yazıda, bu soruya şu cevabı veriyordu:

“Nüfus planlamasının en hararetli savunucusu olduğum ve kimi ABD fonlarının da bunu desteklediği 1960’lı yıllarda; ABD nüfus idaresi, ABD’nin nüfusunun 200 milyon olduğunu bilgisayarda saptayınca derhal şampanyalar açılmış ve bu mutlu olay kutlanmıştı. Doğrusu çok şaşırmıştım. ‘Acaba bize verir talkını, kendi yutar salkımı durumuyla karşı karşıya mıyız’ demiştim.”

Bu “tesbit” çok önemli!..

Düşünebiliyor musunuz;

Avrupa başta olmak üzere, bütün dünyada “nüfus planlaması” kampanyaları başlattıran ABD, kendi nüfusunun 200 milyon olduğunu görünce, bu “mutlu olay”ı, hem de “şampanyalar patlatarak” kutluyor!..

Yani;

Dünya ülkelerine “nüfus azalsın” diye “kampanya!”

ABD’de “nüfus artışı”na “şampanya!”

Gel de, Tayyip Bey’e hak verme!..

EN AZ 3 ÇOCUK

Biliyorsunuz; Başbakan Tayyip Erdoğan, “en az 3 çocuk yapın” çağrılarını her platformda sürdürüyor ve diyor ki;

¥ “Eğer Türkiye’yi seviyorsanız, bu milleti seviyorsanız, bu ülkenin nüfusunu diri tutarsınız, genç tutarsınız. Aksi taktirde Batı’nın şu anda ağladığı gibi, yarın biz de ağlamaya başlarız. Sene 2037, Türkiye ağlamaya başlar!.. Efendim imkansızlıklar, işte çok çocuk olursa tinerci olurlarmış!.. Bunu diyen siyasiler var, bu ülkede... Onlara diyorum ki, siz niye tinerci olmadınız? Yoksa sizlerde mi yolsuzluklara bulaştınız.”

Tayyip Bey’in “çağrı”sının içinde bir de “uyarı” vardı ki, şöyleydi:

“Bunlar Türk Milleti’nin kökünü kazımak istiyor!.. Yaptıkları aynen budur!”

Tartışmalar esnasında, bu sözlerin “ayrıntı”larına pek girilmedi... Ancak, sayın Başbakan’ın sözleri arasındaki bu cümle, bana göre hayatî önemdedir!..

Cümleyi tekrar edelim:

“Bunlar, Türk milletinin kökünü kazımak istiyor!!! Yaptıkları aynen budur!”

Peki, “kimdir” onlar?..

Kimler “Türk milletinin kökünü kazımak” istiyor?..

Kimler, “genç nüfus” istemiyor?..

Sayın Başbakan’ın kimleri kastettiğini elbette bilmiyorum... Yalnız, “birilerinin kuyruğuna basmış” olmalı ki, sağdan-soldan “bağırtı”lar gelmeye devam ediyor.

İşin garibi, bunların çoğu “Atatürkçü geçinenler”!..

Evet, görünürde “Atatürkçü geçinenler” ama aslında “Atatürk’ten geçinenler”!.

“En az 3 çocuk” çağrısına karşı çıkıyorlar ama niye karşı çıktıklarını da bilmiyorlar!..

“İşsizlik, eğitimsizlik ve yoksulluk”tan dem vuruyorlar ama, “Atatürk çok çocuk yapma kampanyaları düzenlediğinde Türkiye’de işsizlik yok muydu?.. Yoksulluk yok muydu?.. Herkes eğitimli miydi?” soruları yöneltildiğinde apışıp kalıyorlar!..

YA BEBEK, YA KÖPEK!

Bilmem lâfı uzatmanın âlemi var mı?.. İşte her şey ortada:

“Nüfus artış hızı azalan Türkiye’de en az 3 çocuk yapmak şart!.. Tam da bu ortamda kürtajın yaygınlaşması ise, taammüden cinayet!”

Türkiye, gerçekten de kendine gelmeli ve “evlilik” kurumunu hakettiği yere getirmelidir.

Size bir şey söyleyeyim mi;

Avrupa, geç de olsa “hata”sını fark etmiş ve “özendirici kampanya”larla “çok çocuğu teşvik” etmeye başlamıştır!..

Dilerim, “Batı’dan daha Batıcı” olan Türkiye de “nüfus artış hızı”nı yeniden yükseltir!..

Yoksa, 30-40 yıl sonra, bütün kadınlar yaşlanır ve ortada “çocuk doğuracak kadın” kalmaz!..

Kucaklar, “köpek”lere kalır!..







Uludere’nin öteki yüzü!

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, dünkü AK Parti Grup Toplantısı’nda yaptığı konuşmada, elbette “çok önemli mesajlar” vardı... BDP’yi “kalleş” ve “ceset avcısı” olarak suçlaması ve “ipleri PKK’nın elinde” demesi elbette önemliydi ama, bence en önemli mesajı, yine “Uludere” üzerinden verdiği mesajdı...

Burak Ulukaya adlı uzman çavuşun 24 Mayıs’ta GATA’ta şehit olduğunu hatırlatan Erdoğan; “Bu, nasıl iştir ki” dedi; “Ulukaya, Uludere olayının gerçekleştiği yere 3 kilometre uzaklıkta, teröristlerin döşediği mayına bastı... O bölgede 16 el yapımı bomba ele geçirildi... Bu nasıl iş ki; kaçakçıların hiçbiri bu bombalara basmıyor?.. Acaba, harita kimin elinde?!?”

Erdoğan, Uludere ile ilgili olarak, olaydan 5 ay sonra “istihbaratı ABD verdi” diyen Wall Street Journal gazetesi hakkında da dedi ki; “Malûm, ABD’de yaklaşan bir seçim var... ABD Başkanı Obama ile Türkiye’nin arasının iyi olması bu gazetenin ve Yahudi lobisinin işine gelmiyor... Tezgâh içinde tezgâhlar kuruluyor!”

Başbakan’ın verdiği “bilgi” ve yaptığı “tesbit”ler, hiç de yabana atılır cinsten değil... Bence, üzerinde düşünülmeli...




Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi