Şahsiyet abidesi bir yiğit... Abdürrahim Karakoç
Ne diyebiliriz ki?.. Allahtan gelene boynumuz kıldan ince... Cenab-ı Hak rahmet eylesin, mekânını cennet eylesin...
Baba adamdı...
Yiğit adamdı...
Hani, Anadolunun yağız delikanlısı derler ya, tam bir delikanlıydı.
Mertti... Şahsiyet abidesi bir insandı... Bir bilge ve alperendi...
Biraz ansiklopedik bir bilgi olacak ama, yine de bildireyim;
7 Nisan 1932 tarihinde Kahramanmaraşın Elbistan ilçesine bağlı Ekinözü köyünde dünyaya geldi.
Küçük yaşlarda şiire merak saldı...
Bu, aileden gelme bir merak diyebiliriz.
Çünkü dedesi, babası ve kardeşleri de şairdirler.
İlk yazdığı şiirleri 2 kitap olacak hacimde iken beğenmeyip yaktı ve 1958 yılından itibaren yazdıklarını Hasana Mektuplar ismi altında, 1964 yılında 10 bin adet bastırdı. Fedai Yayınları arasında çıkan bu eser kısa zamanda tükendi ve ikinci baskısını yine 10 bin adet bastırdı.
1958 yılında bulunduğu kasabada belediye mesul muhasibi olarak memuriyete girdi. 1981 yılı Mart ayında emekli oldu.
1985 yılından beri gazetecilik ve yazarlık yapmaktadır. Son 12 yıldır Akitte yazmaktadır... Bir ara politikaya girdi ve ayrıldı... Niçin girip, niçin ayrıldığını bir röportajda şöyle cevaplandırdı:
Allah rızası için girmiştim, Allah rızası için ayrıldım.
30 yılı aşkın bir zaman içinde kitapları baskı üstüne baskı yenilemektedir. Bilhassa Vur Emri adlı kitap günümüz şairlerinin hiçbirisine nasip olmayan kabulü görmüştür.
Vur Emrinin büyük ilgi görmesinde, Hak Yol İslâm Yazacağız şiirinin, bu kitapta bulunmasının büyük rolü vardır.
Malûm;
Kör dünyanın göbeğine
Hak Yol İslâm yazacağız.
Kuşların göz bebeğine
Hak yol İslâm yazacağız.
Diye başlayan şiir, kamuoyunda büyük ilgi görmüş, dilden dile söylenmiş ve hatta birçok insan tarafından ezberlenip, coşku ile söylenmiştir.
MİHRİBAN
Abdürrahim Karakoçu, Abdürrahim Karakoç yapan şiirlerinden biri de, daha sonra türkü haline getirilen Mihribandır.
Aşk ve kara sevdayı anlatan bu türkü, herkesin dilindedir:
Sarı saçlarına deli gönlümü,
Bağlamışım çözülmüyor Mihriban.
Ayrılıktan zor belleme ölümü,
Görmeyince sezilmiyor Mihriban.
Yar deyince kalem elden düşüyor,
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor.
Lambada titreyen alev üşüyor,
Aşk kâğıda yazılmıyor Mihriban.
Önce naz sonra söz ve sonra hile
Sevilen seveni düşürür dile
Seneler asırlar değişse bile
Eski töre bozulmuyor Mihriban.
Tabiplerde ilaç yoktur yarama,
Aşk deyince ötesini arama.
Her nesnenin bir bitimi var ama,
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban.
Boşa bağlanmamış bülbül gülüne
Kar koysan köz olur aşkın külüne
Şaştım kara bahtın tahammülüne
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban.
Tarife sığmıyor aşkın anlamı
Ancak çeken bilir bu derdi gamı
Bir kördüğüm baştan sona tamamı
Çözemedim çözülmüyor Mihriban.
HASANA MEKTUPLAR
Abdürrahim Karakoç denilince, Hasana Mektuplardan söz etmeden geçmek olmaz.
Hasana Mektupların benim nazarımda da yeri büyüktür...
Sadece adımın Hasan olmasından dolayı değil, o mektuplardan birini Hasana özel yazmasındandır.
Geçirdiğim bir rahatsızlıktan dolayı, 1 Kasım 2001de yazdığı Hasana Mektup başlıklı yazısını tamamen bana hasretmiş ve demişti ki;
Hasana Mektuplar isimli şiir kitabımdaki Hasan bir semboldü... Onun için Mektup yazdım Hasana - Ha Hasana ha sana açıklamasını yapmıştım...
Bu mektup tek bir Hasana...
Hasan Karakaya kardeşimize...
Geçmiş olsun Hasan...
Allah daimi şifalar versin sana...
Doktorun ne tavsiye ediyorsa uygula...
Sen öfkenin atından inince hiç dünya yıkılmaz...
Biliyorum, hadiseleri gördükçe, duydukça tahammül edemezsin... Ben de edemiyorum zaten... Amma şöyle geçici bir süre için benim Hasana Mektuplar şiir kitabımı oku... Seni teskin eder sanıyorum...
Elin itine, uğursuzuna, dönmesine, vurguncusuna, gâvurcusuna sunturlu küfürler etmek geçiyor aklından...
Meraklanma!...
Raflarda ne kadar ambalajı açılmamış küfür varsa ben hepsini meydana dökerim senin yerine...
Kalay mı? Kalay...
Fırça mı? Fırça...
Düz yazıyla da olur, şiirle de...
Biliyorum, Afganistanda katledilen çocukların fotoğrafları seni çileden çıkartıyor... Göçe zorlanan muhacirlerin çileli halleri burgu misali içine işlemektedir... Yağan bombalar, harap olan hanümanlar da cabası...
Ve hâlâ bu trajediyi görmezden gelip Amerikancı yalakalık yapanlar var...
Ölenler Müslüman olunca tek satır yazı yazmayan, bir Amerikalı olunca feryadü figân edenler elbette kilise direği gibi küfre müstahaktırlar...
Azeri şair Elmas Yıldırım bir şiirinde:
Düşmanın açtığı yaradan derin
Anayurtta öz kardeşten gördüğüm
Diyordu...
Gayrimüslimlerin açtıkları yaradan daha derindir Ben de Müslümanım diyenlerin açtıkları yaralar...
Dilimizin altındaki baklayı ölünceye kadar saklayacak değiliz ya... Yeri gelince, ironik şekilde çıkartmak vacip olacak...
Sen merak etme... Sabreyle bir süre...
Tekrar geçmiş olsun...
Oğul bir mektup yaz bizim Hasana
Bildir ki itlerin çoğu öldü de...
Tor tosunlar kayış yardı bu sene
Kocöküzler epey ayrık yoldu de...
Aramızda yamrı-yumru tepeler
Sokaklarda seyip gezdi sopalar
Sen giderken yeni doğan sıpalar
Torunlu/morunlu eşek oldu de...
Köye çoban ettik kopya İbişi
Çatal doğurtuyor erkek çebişi
Yağcılıktan yükün tuttu çok kişi
Gene aşiretin yüzü güldü de...
Biraz daha azdı dünkü sinekler
Yular bırakmadı kırdı inekler
Çıkın edip gönderdiğin dilekler
Yalınayak, gözü yaşlı geldi de...
Fukaralık bağdaş kurdu hasıra
Harçlık/marçlık gönderemem bu sıra
Hele mektup için bakma kusura
Pul parası kesemizi deldi de...
Yırtıldı geceler çakal sesinden
Kazlar kafa çeker el kesesinden
Bozuk terazinin sol kefesinden
Demlenen hıyarlar rağbet buldu de...
Sen gideli çok haşerat türedi
Anaç balıkların hepsi tüledi
Kavaklara kaplumbağa tünedi
Yörük yaylasına haydut doldu de...
SON ANA KADAR YAZDI
Severdi beni...
Ben de onu severdim.
Yıllar önce, Ankarada buluşmuş, hep birlikte, cezaevindeki Hasan Celal Güzeli ziyarete gitmiştik...
Bu, ilk karşılaşmamızdı... Daha sonraları da karşılaştık, sürekli telefonlaştık...
Benimle ilgili kanaatini 9 Eylül 2008 tarihli yazısında şöyle dile getiriyordu:
Ben seni yakından tanıyorum Hasan!..
Öh denince ödü kopan ökçesizlerden değilsin...
Haklı olarak fincancı katırlarını ürküttüğün gibi, katır sahiplerini telaşa sevkedip uykularını kaçırdığın da herkesin malûmu... Yazı yazdığın Akit gazetesine ve dolayısıyla da başta sana havlayan köpeklere hiç aldırış etme...
Bu, Karakoçun benim hakkımdaki kanaati... Peki, onun hakkında ben ne düşünüyorum ya da bende bıraktığı iz nedir?..
Benim gözümde Abdürrahim Karakoç;
Tam bir fikir savaşçısıdır...
Ömrünü; yazı ve şiirleriyle zalimlere direnerek geçirmiştir.
Omurgalı bir adamdır.
Ağzından çıkan sözün arkasında sonuna kadar durur ve ölür de sözünden dönmez.
Vatanseverliği ve millet severliği şüphe götürmeyen ender insanlardan biridir... Ömrü boyunca mazlumların yanında, zalimlerin karşısında yer almıştır!..
Yeri geldiğinde öfkelenirdi ama aslında tüm Anadolu insanları gibi duygusaldı, yufka yürekliydi...
Kendisini şöyle tarif eder:
Ebedî kudretin tek sahibinden alınan emir üzerine 1932 yılında dünyaya gelmişim. Çocukluğum şöyle-böyle geçti. Kıt imkânlara, kıtlık yıllarına rağmen hâlâ o günleri özlerim.
Birçok kimseye o yılları anlatsam, Özlenecek neresi var? diyebilirler, amma ben hep çocukluk yıllarımı sevdim.
Şiir yazmaya küçük yaşlarda başladım. Zaten bizim oralarda her genç şiir yazar. Bu tutku başka bir meşgalenin veya işin olmayışından kaynaklanıyor gibime geliyor. Ben de avareydim, boşluğumu şiirle doldurmaya çalıştım.
Benimle şiire başlayanlar yalnızlıktan, yardımsızlıktan dökülüp gittiler.
Bana gelince;
Sağolsunlar, iktidarların ve muhalefetin irikıyım politikacıları, ihtilal cuntacıları, bilimsel cüppeliler, entellektüel züppeler, millî soyguncular, sosyete parazitleri, sermaye sülükleri, zulüm-işkence makineleri, adalet katleden hukukçular, dalkavuklar, üçkağıtçılar vs. hep bana yardımcı oldular. Şiir malzememi veren onlar, öfkemi bileyen onlar oldular. Yardımlarını inkâr etmiyorum, fakat teşekkür de etmiyorum.
Dinsizlerin değil, din düşmanlarının, yani İslâm düşmanlarının da az yardımı olmadı. Bir bakıma dinî duygularımın kuvvetlenmesine vesile oldular.
En uygun zamanda yaşadığıma inanıyorum. Yardımcılarım(!) var oldukları sürece yazmaya devam edeceğim. Allah (cc) kısmet ederse...
Gerçekten de; yeminine sadık kaldı ve nefes aldığı sürece yazdı... Dikkat edin, eli kalem tuttuğu sürece demedim... Çünkü, eli kalem tutmadığı zaman da yazı yazdı... Çocuklarına söyledi, onlar yazdı...
Ve o kalem, dün sustu.
Lambada titreyen alev sustu.
Mihriban sustu.
Hasan sustu...
Ama, Anadolunun evlâtları Hak Yol İslâm yazmaya devam ediyorlar.
Allah, mekânını Cennet eylesin Abdürrahim ağabey...
Seni gerçekten özleyeceğim...
HASANA MEKTUP
Farz oldu katıra katırsın demek,
Kazıklar ölçüsün bilmeli Hasan!
Varsa da ucunda tekmeyi yemek,
Erkeklik yerini bulmalı Hasan!
Ciğer için küp deviren kediler
Halktan yana devrimciyiz dediler
Önce hakkı, sonra halkı yediler
Halimiz böyle mi olmalı Hasan?
Ana kuyruk sallar, enikler havlar
Kimi su bulatır, kimi av avlar
Bir gün bu köksüzlük kökünden kavlar
O zaman çok mikrop ölmeli Hasan.
Çala çala bir havaya dönermiş
Dönmüyor be Hasan, dönmüyor bu iş...
Atalar Çalışan kazanır demiş
Çalışıp hakkından gelmedi Hasan!
Sabrın sonu selâmettir diyerek
Sabırları dalda çürüttük tek tek;
Yeter yüreklerde sızı beklemek
Bu çilekeş millet gülmeli Hasan!
A.Karakoç - 1965