D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

Sular ıslandı mı?

Sular ıslandı mı?

Yaşları birbirine yakın üç Karakoç’tan biri, Abdurrahim Karakoç dünyamıza veda etti... Allah, ağabeyi Bahaeddin’e ve Sezai Karakoç’a sağlıklı uzun ömür versin.

Edebiyatla, fikir hayatıyla fazla ilgilenmeyenler, soyadı aynı bu üç şahsiyeti kardeş sanabilir. Sezai Karakoç (1933) Diyarbakırlı, Abdurrahim (1932) ve Bahaeddin (1930) kardeşler Maraşlı. Ayrıca bu ikilinin Ertuğrul Karakoç diye şiirle iştigal eden bir kardeşleri daha var.

20. Yüzyıl’ın fikir ve sanat hareketleri içinde Sezai Karakoç, döneminin modern şiir akımlarının değeri inkâr edilemeyen bir şahsiyeti olarak yerini alır. Siyasal Bilgiler tahsili sırasında şiir ve yayın çevrelerine yakın olmuş, 1950’lerde şair olarak tanınmaya başlamıştır. Necip Fazıl’ı Üstad saymış ama, tamamen farklı bir mecrada şiirini oluşturmuştur. Fikir yönünden ise, Üstad gibi geniş kitlelere değil, asıl düşünce arayışında olanlara yönelik bir fikir iklimi oluşturmuştur.

Sezai Karakoç, taşradan merkeze gelmiş, sözünü merkezden söylemiştir. Bahaeddin Karakoç, halk şiiriyle başlamış, yeni şiiri keşfederek kendine mahsus bir tarz oluşturmuştur. Abdurrahim Karakoç ise, gelenekle ilişkisini neredeyse hiç kesmeden şiir macerasını sürdürmüştür.

Abdurrahim Karakoç’un Osman Yüksel Serdengeçti ile yakınlığı, sadece fikir değil, mizaç yakınlığı olarak görülmelidir. Osman Yüksel her ne kadar şiir de yazmışsa da didaktik-hamasi şiirleri onu şair olarak yaşatacak kudrette değildir.

Osman Yüksel’in dillerde dolaşan “Hasan’a Mektuplar”ını kitaplaştırarak sağladığı destek, Abdurrahim Karakoç’un sanat hayatının bir dönüm noktası olmalıdır. Böylece Maraş’ın bir köyünde/kasabasında doğan ve yaşayan Abdurrahim Bey, bir Osmanlı Dadaloğlu’su olarak yüksek sesli düşünce şiirleri yazmıştır.

Hiciv, Osman Yüksel gibi onun da vazgeçilmezlerindendir:

Giderken alkolden girdi komaya

Meyhaneyi yurt sayardı bu deyyus.

Yemin eder ‘pazar’ derdi ‘cuma’ya

Ağustos’u Mart sayardı bu deyyus. (Bu Mevtayı Nasıl Tanırdın?)

Aktüelin fasit dairesinden çıkıp içe, bene yöneldiğinde hikmete varan bir Abdurrahim Karakoç’la karşı karşıya kalırız:

Sılada sılasız kaldım;

Suyum garip, aşım garip.

Ben kendime gurbet oldum;

İçim garip, dışım garip. (Vur Emri)

Hece şiirinin 20. Yüzyıl’da vardığı merhaleleri zorlayan şair, daha ötesine geçerek yeni söyleyiş imkânlarının kapısını aralar:

Ne payem oldu ne sayem

En doğruya varmak gayem

Düşüncemdir tek sermayem

Alan yoktur satamadım

Suları ıslatamadım. (Suları Islatamadım)

Karakoç, geleneğin tekrar değil, yenilenerek var olmak olduğunu şiirleriyle açık olarak ortaya koyar:

Bu hududu kimler çizmiş gönlüme

Dar geliyor, dar geliyor kardaşım...

Taşra, Abdurrahim Karakoç’tan sonra merkezden konuştuğunda da sözünü dinleten bir sesi edebiyatımıza katabilecek midir? Merkezin de taşralaştığı bir dönemde bunun çok kolay bir şey olmadığını söyleyebiliriz.





Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
D.Mehmet Doğan Arşivi