Sular ıslandı mı?
Yaşları birbirine yakın üç Karakoçtan biri, Abdurrahim Karakoç dünyamıza veda etti... Allah, ağabeyi Bahaeddine ve Sezai Karakoça sağlıklı uzun ömür versin.
Edebiyatla, fikir hayatıyla fazla ilgilenmeyenler, soyadı aynı bu üç şahsiyeti kardeş sanabilir. Sezai Karakoç (1933) Diyarbakırlı, Abdurrahim (1932) ve Bahaeddin (1930) kardeşler Maraşlı. Ayrıca bu ikilinin Ertuğrul Karakoç diye şiirle iştigal eden bir kardeşleri daha var.
20. Yüzyılın fikir ve sanat hareketleri içinde Sezai Karakoç, döneminin modern şiir akımlarının değeri inkâr edilemeyen bir şahsiyeti olarak yerini alır. Siyasal Bilgiler tahsili sırasında şiir ve yayın çevrelerine yakın olmuş, 1950lerde şair olarak tanınmaya başlamıştır. Necip Fazılı Üstad saymış ama, tamamen farklı bir mecrada şiirini oluşturmuştur. Fikir yönünden ise, Üstad gibi geniş kitlelere değil, asıl düşünce arayışında olanlara yönelik bir fikir iklimi oluşturmuştur.
Sezai Karakoç, taşradan merkeze gelmiş, sözünü merkezden söylemiştir. Bahaeddin Karakoç, halk şiiriyle başlamış, yeni şiiri keşfederek kendine mahsus bir tarz oluşturmuştur. Abdurrahim Karakoç ise, gelenekle ilişkisini neredeyse hiç kesmeden şiir macerasını sürdürmüştür.
Abdurrahim Karakoçun Osman Yüksel Serdengeçti ile yakınlığı, sadece fikir değil, mizaç yakınlığı olarak görülmelidir. Osman Yüksel her ne kadar şiir de yazmışsa da didaktik-hamasi şiirleri onu şair olarak yaşatacak kudrette değildir.
Osman Yükselin dillerde dolaşan Hasana Mektuplarını kitaplaştırarak sağladığı destek, Abdurrahim Karakoçun sanat hayatının bir dönüm noktası olmalıdır. Böylece Maraşın bir köyünde/kasabasında doğan ve yaşayan Abdurrahim Bey, bir Osmanlı Dadaloğlusu olarak yüksek sesli düşünce şiirleri yazmıştır.
Hiciv, Osman Yüksel gibi onun da vazgeçilmezlerindendir:
Giderken alkolden girdi komaya
Meyhaneyi yurt sayardı bu deyyus.
Yemin eder pazar derdi cumaya
Ağustosu Mart sayardı bu deyyus. (Bu Mevtayı Nasıl Tanırdın?)
Aktüelin fasit dairesinden çıkıp içe, bene yöneldiğinde hikmete varan bir Abdurrahim Karakoçla karşı karşıya kalırız:
Sılada sılasız kaldım;
Suyum garip, aşım garip.
Ben kendime gurbet oldum;
İçim garip, dışım garip. (Vur Emri)
Hece şiirinin 20. Yüzyılda vardığı merhaleleri zorlayan şair, daha ötesine geçerek yeni söyleyiş imkânlarının kapısını aralar:
Ne payem oldu ne sayem
En doğruya varmak gayem
Düşüncemdir tek sermayem
Alan yoktur satamadım
Suları ıslatamadım. (Suları Islatamadım)
Karakoç, geleneğin tekrar değil, yenilenerek var olmak olduğunu şiirleriyle açık olarak ortaya koyar:
Bu hududu kimler çizmiş gönlüme
Dar geliyor, dar geliyor kardaşım...
Taşra, Abdurrahim Karakoçtan sonra merkezden konuştuğunda da sözünü dinleten bir sesi edebiyatımıza katabilecek midir? Merkezin de taşralaştığı bir dönemde bunun çok kolay bir şey olmadığını söyleyebiliriz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.