Selâmsız ya da Selâmi Ali Efendi
İstanbuldaki eski semt isimlerinin birer hikâyesi var...
Akaretler olarak tanıdığımız semt, adını Sultan Abdulazizin Taşlıkta yaptırdığı Aziziye Camiinin giderlerini karşılamak üzere kurduğu vakıftan alır. Biliyorsunuz kira gelirinin bir adı da akardır. Bu yüzden semt, Akaretler olarak anılmıştır.
Altunizade: Altunizade İsmail Zühtü Paşanın yaptırdığı cami, bu semte isim olmuştur. Zira İsmail Zühtü Paşanın babası altın alım satımı ile meşgul bir esnaftı. Bu yüzden kendisi Altıncının oğlu anlamında Altunizade olarak anılırdı.
Cihangir: İsmini Hürrem Sultanla Kanuni Sultan Süleymanın yirmili yaşlarda salgın hastalıktan vefat eden en küçük oğulları Şehzade Cihangir adına o semtte yaptırdıkları camiden almıştır.
Beylerbeyi: Sultan III. Murad devri beylerbeylerinden Mehmed Paşanın yalısı bulunduğu için bölge Beylerbeyi olarak ün yapmıştır.
Çarşamba: Samsunun Çarşambasından göçenlerin yerleşmesi sonucu bölge bu ismi almıştır.
Çengelköy: 19. Yüzyılda kaptan-ı deryalık ve valilik yapmış yiğitlerimizden Çengeloğlu Tahir Paşanın bölgeye yaptırdığı mescitten dolayı bu isimle anılmıştır.
Harem: Sarayın haremi için deniz yoluyla İstanbula getirilen cariyeler buradaki iskeleye indirildiğinden semt bu ismi almıştır.
İhsaniye: Selimiye Kışlası ile Karacaahmet arasındaki bu mahallenin bulunduğu yerdeki arazi padişah tarafından halka ihsan edildiği (bağışlandığı) için semtin adı İhsaniye kalmıştır.
Gelelim Selâmsıza: Üsküdarda oturanlar bu mahalleyi iyi bilirler... Semtin ismi Celvetiyye Tarikatı şeyhlerinden Selâmi Ali Efendiden geliyor. Hazretin bir adı da Selâmsız Alidir.
Rivayet edilir ki; keramet ehli olduğuna inanılan Selâmi Ali Efendi, vaktiyle adı Selâmiyye olan çarşıdan geçerken, çarşı esnafına selâm vermezmiş...
Bunun üzerine çarşı esnafı Şeyh Efendiye Selâmsız demeye başlamış. O zamanın zamanında selâmsız geçip gitmek büyük ayıp sayılır, hatta gönül sultanları sadece selâmla dahi yetinmez, Sabah şerifleriniz hayrolsun, hayırlar fetholsun, şerler def olsun, siftahınız helâl olsun, rızkınız her daim açık ve bereketli olsun, haram sizden uzak dursun, helâl buyursun diye de dua ederlermiş...
Edep erkân bu: Lâkin Selâmi Ali Efendi, bunları sayıp dökmek şöyle dursun, çarşı esnafına kuru bir selâm dahi vermeden geçip gitmeyi alışkanlık haline getirmiş.
Dilencilere, hatta yabancılara bile selâm veren, selâmı kelâmla buluşturup bereket duaları eden, bir cepkensizle saatlerce konuşarak ikna etmeye çalışan Selâmi Ali Efendinin bu tavrı, sonunda esnafı isyan ettirmiş: Durumu Esnaf Şeyhine şikâyet etmişler: Selâmî Efendi bize selâm vermiyor!
Esnaf Şeyhi doğru Selâmiyye Dergâhına gidip Ali Efendiye hikmetini sormuş.
Selâmi Ali Efendi gülümsemiş bıyıkaltı, Esnaf Şeyhinin elinden tutup Selâmiyye Çarşısına götürmüş.
Esnafın yüzüne gönül gözüyle bak diye de tembihlemiş Ali Efendi...
Esnaf Şeyhi sağındaki-solundaki dükkânları işletenlere gönül gözüyle bakar bakmaz şaşırmış: Zira kimisi ayı, kimisi köpek, kimisi tilki, kimisi domuz, kimisi sırtlan ve çakal şeklinde gözükmüş gözüne: Dehşet içinde kalmış.
Selâmi Ali Efendi sormuş Esnaf Şeyhine: İç yüzlerini gördün mü?
Gördüm şeyhim!
Peki sen böylelerine selâm verir misin?
Veremem, verilmez!
Ben de veremiyorum. Zira her baktığımda iç yüzlerini görüyorum.
Mevlâna boşuna mı, Ya göründüğün gibi ol, ya olduğun gibi görün diyor?
Üsküdar semtindeki Selâmsız Mahallesinin hikâyesi bu kadar...
Geriye sadece bir ibret dersi kalıyor ki, o da alabilene!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.