Hırsız ve hırsızlık mesleği
Polis bültenlerine göre hırsızlık olayları tüm tedbirlere rağmen dur durak bilmiyor. İstanbulda her gece, hatta gündüzleri bile evler, dükkânlar soyuluyor. Arabalar çalınıp parçalanıyor ve satılıyor. O malı ne güçlüklerle edindiğiniz hırsızların umurunda değil.
Benim de başıma geldi...
Geçenlerde otomobilimi bir yakınıma vermiştim. İstanbulun işlek caddelerinden birine park edip bir yere kadar gitmiş. Gelene kadar arabamın arka camı kırılmış ve oğlumun arabadaki bilgisayarı çalınmıştı. Bagaj kapağına da hasar verilmişti.
Canım yandı...
Bin emekle edindiğiniz malın hırsızlar-hayırsızlar tarafından yağmalanması insanı çıldırtıyor.
O an malınıza zarar verip canınızı yakanlara en ağır (el kesme dâhil) cezaların verilmesini istiyorsunuz. Ne var ki, hırsızlar en çok birkaç ayla paçayı kurtarıp sanatlarını icraya devam ediyorlar. Can yakmayı sürdürüyorlar.
Remziye Hanımın sorusu bunun üzerine geldi: Osmanlıda hırsızların eli kesilirmiş, o zaman çok fazla elsiz-kolsuz insan olmaz mı? Bunlar geçimlerini nasıl sağlarlardı?
Osmanlı hukuku ikiye ayrılır, Remziye Hanım:
1. Dini hukuk (ki Kuran hükümleridir)...
2. Örfi hukuk (Kurana aykırı olmamak şartıyla geleneklerden oluşur)...
Hırsıza uygulanan ceza dini hukukla ilgili bir cezadır ve Kuran-ı Kerim kaynaklıdır. Şöyle buyrulmuştur:
Erkek ve kadın hırsızın, irtikâb ettikleri şeye karşı bir ceza ve Allahtan ibret olmak üzere ellerini kesin! Allah, Azîzdir, Hâkimdir. Fakat her kim, o haksız davranışından sonra tövbe eder, halini düzeltirse, Allah, şüphesiz, tövbesini kabul eder. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir (El-Mâide, 5/38-39).
İslâmın amacı insanları cezalandırmak değil, aksine onları huzur içerisinde ve mutlu bir şekilde yaşatmaktır. Bunun çaresi de cezaların caydırıcı olmasıdır.
Bu hükmün uygulanması toplumda çolakların sayısını artırmaz, zira cezanın caydırıcılığı hırsızlık olaylarını en aza indirir.
Fransız gezgin ve yazar A. Brayer bu konuda şöyle diyor:
Evlerin kapısının üstünkörü kapatıldığı ve dükkânların çoğunlukla açık bırakıldığı İstanbulda her sene en fazla beş, altı hırsızlık vakası görülür. (XIX. yüzyıl).
F. H. A. Ubicini (XIX. yüzyıl) ise şunları söylüyor:
Yol arkadaşım olan bir Macar subayının eşyasıyla kendi eşyamı nakletmek üzere bir köylünün yük arabasını kiraladım. Sandıklar, portmantolar, denkler, paltolar, kürkler, atkılar hep açıktaydı. Son derece nazik bir Türk bana refakat teklifinde bulundu. Köylü de öküzlerini koşumdan çıkarıp bizi bütün eşyamızla birlikte sokağın ortasında bıraktı. Ben onun uzaklaştığını görünce, Burada birisinin kalması lazım dedim. Yanımdaki Türk hayretle sordu: Niçin? Eşyalarımızı beklemek için tabii dedim. Şu cevabı verdi: Buna gerek yok. Eşyalarınız bir hafta geceli gündüzlü burada kalsa bile hiç kimse ilişmez.
Ben bu söze itimat ederek eşyaları bıraktım ve döndüğümde her şeyi eksiksiz, yerli yerinde buldum. Şunu da hatırlatayım ki, o bir hafta zarfında Türk askerleri mütemadiyen oradan gelip geçmekteydi. Bu vaka bütün İngiliz kiliselerinin kürsülerinden Hıristiyanlara ilan edilmelidir! İçlerinden bazıları rüya gördüklerini zannedeceklerdir. Artık uykularından uyansınlar!
Bu muazzam başkentte namaz saatlerinde dükkânların açık bırakılıp camiye gidildiği ve geceleri konut kapıları basit bir mandalla kapatıldığı halde, senede beş hırsızlık vakası bile olmaz. Baştan aşağı Hıristiyanlarla dolu olan Galata ve Beyoğlunda ise hırsızlık olmayan bir gün bile yoktur; cinayet vakaları da pek çoktur.
Polonyalı aristokrat, diplomat, yazar ve politikacı Edward Raczynski (XIX. Yüzyıl) de benzer gözlemlerini aktarıyor:
Esnaf dükkânını kapatmayıp, biraz sonra geri döneceğini belirtmek için kapısının önüne bir bez çekiyor. Bu sonsuz güven, hizmete göre değer kazanıyor. İstanbulda hırsızlık olaylarına çok az rastlanırmış.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.