Böylesine bir gündem yoğunluğu, ancak Türkiyede yaşanır!
Olaylar öylesine peş peşe geliyor ki; sonraki bir olay, önceki bir olayı anında gündem dışına itiyor...
Dolayısıyla; herhangi bir olayı derinliğine inceleme fırsatı bulamadan, insanlar diğer olaya kilitleniyorlar.
Meselâ, şu son bir haftada meydana gelen olaylara bir bakalım... Şanlıurfa Cezaevinde mahkumlar yangın çıkardı ama ölen, yine 13 mahkum oldu... Hemen arkasından başka cezaevlerinde yangınlar patladı... Bu yangınların PKK işi olduğuna dair iddialar gündeme gelmişti ki, PKK saldırısı ile gündem yine değişti...
Evet; PKKlı teröristler Dağlıca Yeşiltaş Karakolunu basmışlar, 8 askerimizi şehit etmişlerdi... Saldırıdan hemen sonra ve daha sonraki günlerde düzenlenen operasyonlarda ise 31 PKKlı öldürülmüş, 13 asker yaralanmıştı.
KÜRDÜ KIRAN, YİNE KÜRT!
Dağlıca saldırısının öteki yüzünde ise bir trajedi yatıyordu... Bu saldırı, PKKnın; Kürdü Kürde kırdırdığını net bir şekilde ortaya koyuyordu.
PKK saldırısında şehit düşen Kürt kökenli İsa Sayının amcası Mehmet Sayın diyordu ki; Benim yeğenim askerdeydi... Onun bazı arkadaşları da dağda... Akrabalarımızın bazısı dağda, bazısı askerde. Bu nasıl bir karmaşadır? Kürdü Kürde kırdırtıyorlar.
Şehidin abisi ise, Kandan beslenenler kardeşi kardeşe vurduruyor diyordu...
ERDOĞANIN GÜNDEMİ
Bütün bu olaylar cereyan ederken, Başbakan Tayyip Erdoğan, beraberindeki bakan, milletvekili, kurmayları ve gazetelerin genel yayın yönetmenleriyle birlikte Meksika ve Brezilyada idi.
Meksikada G-20 Los Cabos Zirvesine katılan Başbakan, daha sonra gittiği Brezilyada ise, kısa adı Rio+20 olan BM Sürdürülebilir Kalkınma Konferansına katılıyor, buralarda yaptığı konuşmalarda önemli mesajlar veriyordu. Erdoğan, gerçekleştirdiği ikili görüşmelerde ise, liderleri PKK terörü ve Suriye konularında uyarıyordu.
Evet, uyarıyordu, çünkü; Erdoğan ne zaman yurtdışı bir geziye çıksa ve özellikle ne zaman Obama ile görüşecek olsa, PKK, Türkiyede kanlı bir eylem gerçekleştiriyordu.
Dağlıca saldırısının G-20 zirvesi öncesine rastlaması da tesadüf değildi...
Bu, bilinçli bir saldırıydı.
İşin tuhaf tarafı;
Saldırıyı yapan PKK olduğu halde, PKKya yakın STKlar ve PKKnın siyasi uzantıları tarafından silah bırakması istenen TSK idi...
Evet; askerin silah bırakmasını, operasyonların durmasını itiyorlardı.
PKKNIN SİLAH BIRAKMASI ŞART
Peki, bu duruma Başbakan Erdoğan ne diyordu?.. Erdoğan; beraberindeki gazete genel yayın yönetmenleriyle, genelde dönüş yolunda sohbet ederken, bu defa dönüşü beklememiş, 21 Haziran Perşembe günü kaldığı otelde düzenlediği sohbet toplantısında, PKK sizin yoğun dış gündemli gezileriniz sırasında eylem yapıyor, bu eylemi de G-20 zirvesine rastladı. 2015te Türkiyenin ev sahipliği yapacağı G-20 toplantısına kadar çözüm mümkün mü? şeklindeki sorumuza verdiği cevapta demişti ki;
Tarih vermek mümkün değil, ama karşı taraf öyle bir çizgiye gelir ki, çözüm mümkün hale gelir.
Bölücü terör örgütü silah bırakırsa 2015ten önce de netice almak mümkün olabilir... Nitekim son zamanlarda bazı açıklamalar var. Bazı köşe yazarları, elebaşıya Hani karakol basmayacaktın diye soruyor. BDPnin eş başkanı, PKK silah bıraksın, Silahlı Kuvvetler de operasyonları durdursun diyor. Terör örgütü silahı bıraktığı anda zaten güvenlik güçlerinin de silah kullanması söz konusu olamaz. Ama güvenlik güçlerinin de silah bırakmasını beklememek lazım. Çünkü onların enstrümanı da silahtır...
Üstelik sadece bölücü terör örgütüne karşı değil, asayiş yönünden de gerekli. Üstelik son günlerde malum 8 şehidimiz var, 26 terörist de etkisiz hale getirildi. Doğrusu biz bunların olmasını istemiyoruz. Ama sekiz şehidimiz varken güvenlik güçlerinin eli kolu bağlı durması mümkün değil. Halkımız bir şeyler bekliyor. Genelkurmay Başkanımız ve kuvvet komutanlarımız bölgeye gidiyor, netice alıyor... Eğer operasyonların durmasını istiyorlarsa, bölücü terör örgütünün de silah bırakması şarttır. Evet, silah bırakmaları, ön şartımızdır.
UÇAKTA, UÇAK SÜRPRİZİ!
İtiraf etmeliyiz ki;
PKK saldırısının, Kürt sorununa çözüm arayışlarının, bu bağlamda CHP ile yürütülen görüşmelerin, İstanbuldaki trafik sorununun, Cumhurbaşkanlığı süresinin ve hatta Mısırdaki siyasi kaosun konuşulduğu bu sohbette, belki de ilk defa Suriye konusu gündeme gelmemiş, ilk defa Beşşar Esed ismi telâffuz edilmemişti.
Yani, gazetelerin genel yayın yönetmenleri böyle bir soru sormamış, Başbakan Tayyip Erdoğan da Suriye ve Esed konusuna hiç girmemişti...
Demek ki;
Turpun büyüğü heybede imiş!..
Gazete genel yayın yönetmenleriyle sohbetinde Suriye konusuna girmeyen Erdoğan, 22 Haziran günü ANA uçağının tekerleri Atatürk Havalimanına değerken öğreniyordu ki; Suriye sınırında bir F-4 uçağımız düşmüş!.. Dağlıcada 8 şehit haberiyle zaten morali bozulan Erdoğan, bu son haberle iyice sarsılmıştı.
Tabii, merak edilen şuydu:
Düştü mü,
Düşürüldü mü?..
Düşürüldü ise kaza ile mi düşürüldü, yoksa kasıtlı mı?..
Derken; saniyelerin dakika, dakikaların saat olduğu o gerilimli ve belirsiz ortamda uçağın nasıl düştüğü sorularına cevap aranıyordu.
Aranan cevap, birkaç saat sonra, yine Erdoğan tarafından, Ankarada veriliyordu:
Uçağımızı Suriye düşürdü!
TÜRKİYE NE YAPACAK?
İşte bu açıklama, gerilimli saatlerin başlamasına yol açıyordu.
Acaba, Türkiye ne yapacaktı?..
Öyle ya;
Dünya ülkelerinin çoğu, Türkiyenin misilleme yapmasını istiyor, yani düpedüz gaz veriyor, Türkiyedeki siyasiler ve STKlar ise sağduyulu ve soğukkanlı davranılmasını, tahriklerden uzak durulmasını istiyordu..
Her türlü görüş ve öneriyi değerlendiren Hükümet, sonunda, kendisine bir yol haritası çiziyordu...
Bu haritaya göre Başbakan Tayyip Erdoğan muhalefet liderleri ile görüşecek, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ise AB dışişleri bakanlarını bilgilendirecekti...
Bu arada; NATO ülkeleri de toplantıya çağrılacak ve Suriyeye uygulanacak yaptırım konusunda karar alması sağlanacaktı...
Belirlenen bu yol haritası, dünden itibaren uygulanmaya başlanıyordu... Bir kısmı da önümüzdeki günlerde uygulanacaktı.
Ama, şurası kesindi;
Uçağımız, Suriye tarafından kasıtlı düşürülmüştü...
Yani;
Bilmiyorduk açıklaması yalandı...
Dolayısıyla, Türkiye, uluslararası hukuktan doğan haklarını elbette kullanacaktı...
Hiçbir ülke, Türkiyenin gücünü test edemezdi... Ve yine, Türkiyenin soğukkanlı tutumu, kesinlikle vurdumduymazlık şeklinde algılanmamalıydı... Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğanın dediği gibi; Gereken neyse yapılacaktı... Ama; uhuletle, suhuletle!..
Ne yapılacağını ise, elbette önümüzdeki günlerde göreceğiz...
Meselâ, kazaen(!) bir Suriye savaş uçağı mı düşürülür, yoksa doğrudan misillemede mi bulunulur, bekleyip göreceğiz...
Ama, şurası kesin;
Önümüzdeki günler gerilimli geçecek.
Her türlü ihtimale hazır olun...
Selâm ve saygılarımızla...