Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

“Suriye’de ne işimiz var”mış?

“Suriye’de ne işimiz var”mış?

Tüm ufku misak-ı milli sınırlarına sıkışmış köşe yazarlarımız, çok anlamlı sandıkları soruyu evire-çevire soruyorlar:

“Suriye karasularında ne işimiz vardı?”


Aynı soruyu tarihe doğru da uzatabilirsiniz:


“Viyana’da ne işimiz vardı?”


“Açe’de ne işimiz vardı?”


“Balkanlar’da ne işimiz vardı?”


“Mısır’da, Filistin’de ne işimiz vardı?”


Hatta daha da derinlere inip pekal⠓Anadolu’da ne işimiz vardı?”, “İstanbul’da ne işimiz vardı” da diyebilirsiniz.


Mantığın buna vereceği cevap bellidir:


“Büyük devletlerin her yerde işleri olur.”


Nitekim Sayın Başbakan da benzer bir cevap vermiştir.


Bu bir ufuk meselesidir: Herkes ancak ufku kadar vardır.


“Orada ne işimiz vardı?” diyerek varlığımızı sorgulayanlar, “Küçük Türkiye” ile “Büyük Türkiye” arasında artık bir karar vermek zorundadırlar...


“Küçük Türkiye” olarak mı kalalım, yoksa etkinliğimizi her anlamda artırarak “Büyük Türkiye”ye mi dönüşelim?


İktidar Türkiye’yi büyütmek, etkinliğini artırmak, figüranlıktan baş aktörlüğe yükseltmek istiyor. Böyle bir hedefi var. Bu hedefe yürürken pek tabii bazı riskler alınacak, muhtemelen bazı hatalar da yapılacaktır.


Bu coğrafyada kaplumbağa gibi yaşanmaz!


Bilirsiniz, kaplumbağalar kabuklarının içinde güvencededirler, üzerlerinden kamyon geçse zarar görmezler. Ancak beslenip gelişebilmek, bir yerden bir yere gidebilmek için baş ve bacaklarını kabuktan dışarı çıkarmak zorundadırlar. Bu ise kaplumbağalar açısından büyük bir risktir; ama risk almadıkları takdirde hayatlarını sürdürmenin imkânsızlığını bilirler ve bu riski üstlenirler.


Belli ki Sayın Erdoğan kabuğuna çekilmiş, etkisizleşmiş bir Türkiye istemiyor. İşte bu yüzden kâh Bosna’ya, kâh Afganistan’a asker gönderiyor. Cumhurbaşkanı başta olmak üzere, herkes dünyayı geziyor. Yeni ilişkiler kuruluyor. Ankara’ya diplomatlardan biri geliyor, biri gidiyor. Türkiye git gide hem kendi bölgesinin etkin aktörü, hem de dünyanın sözü dinlenir devleti oluyor.


Bu canhıraş yürüyüşün elbette bazı “yol kazaları” olacaktır. Suriye olayı bir yol kazasıdır. Türkiye bu “kaza”dan güçlenerek çıkacaktır. Verilen ölçülü tepki dünyada yankı bulmuş, ilk aşamada 4. madde işletilmek suretiyle NATO’nun kayıtsız-şartsız desteği sağlanmıştır. Bazılarının hararetle ve hasretle beklediği gibi, Türkiye bu olayda yalnız bırakılmamıştır. ABD’nin AB’nin, NATO’nun ve Arap âleminin açıklamaları ortadadır.


“Anında aynı şiddette cevap vermemiz lâzımdı” diyenler de cadı kazanı bir coğrafyada yaşadığımızı unutmasınlar. Bu coğrafyada yaşanacak bir çatışma tüm bölgeye, hatta dünyaya sıçrar: Bunun sorumluluğunu kimse taşıyamaz.


“Bunu Esed düşünsün” diyemeyiz: Zira Esed’in kaybedecek bir şeyi kalmadı: Bugün yarın gidici olduğunu biliyor ve giderayak bölgeyi ateşe vermeye çalışıyor. Türkiye’ye bulaşmasının izahı budur.


Türkiye “büyük devlet”e yaraşır biçimde davrandı. Tepkilerini ölçülü tuttu. Savaş çığırtkanlığı yapmadı. Dünyayı kendisiyle birlikte hareket etmeye zorladı ve bunu başardı. Bu yakın tarihte belki ilk kez gerçekleşiyor. Şimdiye kadar haklı davalarını bile anlatamayan ve müttefik bulamayan Türkiye, Suriye krizini çok iyi yönetti. Sonuç da aldı.


Kriz münasebetiyle iktidarın muhalefete, muhalefetin olaya yaklaşımının son derece isabetli olduğunu kaydederek yazımızı noktalayalım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi