Kaşgarlı Mahmudun âsâsı!
Dün Kaşgar intibalarımızı yazmaya başlamıştık. Bugün Kaşgarın 20. Yüzyılda tanınan büyük bir şahsiyetinin ülkesi ve bölgesindeki kabul ediliş tarzı ile ilgili intibalarımızı size nakletmek istiyoruz.
Büyük şahsiyetlerin, ve onları temsil eden ulu yatırların etrafında güçlü bir sembolik dil oluşmuştur. Müşahhastan mücerrete (somuttan soyuta) giden bu dil bir çok gerçek malumattan daha etkileyici ve zihin açıcı şekilde o şahsiyeti ve o şahsiyetle ilgili sosyal sonuçları bize anlatır.
Kaşgar yakınlarında bilinen ilk büyük sözlükçümüz, dilcimiz ve edebiyat tarihçimizin kabrini ziyaret ederken bu güçlü sembolizmin her adımda kendini hissettirdiğini fark etmemek mümkün değildi.
Kaşgarlı Mahmudun mezarına 97 basamaklı bir merdivenle varılıyor. Çünkü bu büyük şahsiyet, rivayete göre, 97 yıl yaşamış...
Elbette sembolik dilden kastımız bu değil!
Kaşgarlı Mahmutla ilgili çok sayıda sembolik ifadeden biri var ki, onun yaptığı işi, ortaya koyduğu eseri çok keskin bir şekilde anlatıyor.
Türbeye yaklaşırken, tek kökten çıkan yaşlı bir ağacın dallarının dört bir tarafa doğru uzandığı görülüyor. Dibinden su çıkan bu ağaç, meğer ki Kaşgarlı Mahmudun asası imiş! Mahmud elindeki değneği bu sulak yere saplamış ve bir ulu ağaç böylece filizlenmiş. Bin yıl içinde her tarafa kollar atmış, dallar salmış...
Bu kadim ulu ağacın Kaşgarlı Mahmudun sopası olup olmadığını hiç bir zaman kesin olarak bilemeyiz, ama bu mecazla ne anlatılmak istenildiğini fehmetmek hiç de güç değildir.
Bu sopa ile temsil edilen, Kaşgarlı Mahmudun dil ve edebiyat tarihimizde inkılâba yol açan ulu eseridir. Kaşgarlı Mahmud memleketinden ayrılmak zorunda kaldıktan sonra Türk illerini dolaşmış, çeşitli boyların dil, edebiyat ve kültür verimlerini derlemiş, Abbasi halifelerinin başkenti olan Bağdata geldikten sonra da bunları süzerek 1072-1074 yıllarında Divanü-Lügatit-Türk isimli eserini yazmıştır.
O sırada İslam dünyasının doğusunu ve merkezini yöneten Türklerin cihan hakimiyeti iddiasını Araplara, Türklerin dilini öğrenin, zira onların saltanatı uzun sürecek ana fikri etrafında ifade etmiş ve Araplara Türkçe öğretmek için eserini kaleme almıştır.
Kaşgarlının eserini Abbasi halifesi Muktedî-Biemrillahın oğlu Ebül-Kasım Abdullaha takdim ettiği biliniyor. Eserin zamanında nasıl bir tesir icra ettiğini maalesef bilemiyoruz. Kaşgarlının Divanı neredeyse 9 asır bilinmezlere karışmıştır. 20. Yüzyılın başında birden, Türkler için muhataralı bir zamanda, Osmanlı devletinin başkentine ortaya çıkmıştır.
Divanü-Lügatit-Türkün keşfedildiği an Türk toplulukları için bir milattır. O tarihten beri İstanbulda Ali Emiri Kütüphanesinde muhafaza edilen Divanü-Lügatit-Türk nüshası bütün Türk topluluklarını gölgesi altına alan bir ulu ağaç hükmündedir.
Kaşgarlının eserinin bulunmasından sonra Türklerin tarihi nasıl yeniden yazıldıysa, Mahmudun hayatı da yeniden yazılmıştır.
Rivayete göre, 89 yaşında Kaşgara döndükten sonra vefatına kadar burada, Mahmudiye medresesinde müderrislik yapmış, 1105 yılında 97 yaşında vefat etmiş ve Kaşgar merkezine 45 km. uzaklıktaki Opal köyündeki medresesinin yakınındaki mezarlığa gömülmüştür...
Bu mezarlıkta bulunan Hazret-i Molla Şemseddin isimli evliyanın türbesinin esasında Kaşgarlı Mahmuda ait olduğu kanaati işte onun eserinin bulunmasından sonra yayılmıştır.
Hazretin türbesine vakfedilmiş olan yazma bir Mesnevî nüshasının sonunda Kaşgar kadısının 14 Recep 1252 (21 Ekim 1836) tarihli vakıf senedinde, halkın eskiden beri Hazret Molla Şemseddin olarak bildiği şahsiyetin gerçekte Kaşgarlı Mahmud olduğu yazılıymış...
20. yüzyıla kadar çevre halkının Molla Şemseddine ihtiyacı vardı... O muhterem şahsiyet büyük bir tazimle ziyaret ediliyordu. 20. Yüzyılda, aynı yerin yeni tanınan bir büyüğüne olan ilgi onun önüne geçmiştir. Bu da gayet tabiidir. Bugün Molla Şemseddin Kaşgarlı Mahmud hüviyetiyle hem çevre halkından, hem de bütün Türk âleminden büyük bir ilgi ve saygı görüyor...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.