Susurluk'tan Ergenekon'a Baykal
CHP lideri Deniz Baykal'ın "Ergenekoncuları" sahiplenmesi "Avukat mı?" tartışmalarına yol açtı.
Baykal bu tartışmalara önceki akşam TV'de şöyle cevap veriyordu:
"Bir ülkede başbakan davaların savcısıysa ben de o davaların avukatıyım. Darbe mi var? Nereden çıktı? Toplumu bu fikre hazırlıyorlar. Sanki darbe tehlikesi var. Kimmiş darbeyi yapacak? Emekli komutanlar. Niye görevdeyken yapmadılar?"
Birden Susurluk skandalı döneminde vurulan bir gazeteci olarak ilk ziyaretime gelen Baykal'ı düşündüm. Nerden nereye...
Baykal'ın Ergenekoncuları sahiplenen tavrıyla geçmişteki yaklaşımları arasındaki farkı düşündüm. Acaba o günlerde Baykal, Kontrgerilla ve Susurluk'la ilgili düşüncelerinde samimi değil miydi?
Susurluk skandalını yakından izleyen bir gazeteci olarak devlet içindeki çeteleşmenin nasıl bir güç olduğunu, toplumda nasıl bir korku yarattığını bizzat yaşayarak gördüm.
Türkiye, bu skandalı 3 Kasım 1996'daki Mercedes kazasıyla öğrendi. O güne kadar onlarca faili meçhul cinayete, kirli ilişkilerin ayyuka çıkmasına rağmen ne basın, ne de siyaset bu çeteleşmenin üzerine gidemedi.
Gidemedi, çünkü işin içinde devlet vardı, asker vardı, polis vardı. Tıpkı 70'li yıllardaki Kontrgerilla gibi, tıpkı darbelerin adım adım örgütlenmesi gibi...
Geçmişte bu tür örgütlenmelere darbelerin mağduru da olsa hep "merkez sağ" sahip çıkmıştı. örneğin 70'li yıllarda Ecevit'in kontrgerilla iddiasına Demirel hiç destek vermedi. Hatta tam tersine bu tür yasadışı örgütlenmenin yönettiği sağ silahlı eylemcileri eleştirmeye bile yanaşmadı.
O konudaki meşhur sözü hiç unutulmadı: "Bana 'Milliyetçiler de adam öldürüyor' dedirtemezsiniz?"
Benzer bir yaklaşımı Susurluk skandalı döneminde de görüyoruz. Susurluk'un iki yüzü vardı: "Asker ve sivil." Mercedes kazasıyla, çeteleşmenin açığa çıkan "sivil cephesi" ydi ve o tasfiye edildi.
Asker kanadına ise hiç dokunulamadı. örneğin bugün Ergenekon çetesinin etkin ismi olmakla suçlanan ve cezaevinde tutuklu bulunan Veli Küçük, o gün de vardı. Dahası Meclis Araştırma Komisyonu'na bile ifade vermeye gitmedi. özel gücü nedeniyle kimse dokunamıyordu.
Bu dokunulmazlığı en güzel biçimde dönemin Başbakanı DYP Genel Başkanı Tansu çiller, eski genel başkanı Demirel'i aratmayacak bir şekilde anlatıyordu:
"Bu millet uğruna, ülke uğruna, devlet uğruna kurşun atan da yiyen de her zaman bizim için saygıyla anılır. Onlar şereflidirler..."
Siyasetin merkez sağı, kendi iktidarlarına da son veren darbelerin yapılmasında birincil rol oynayan gizli örgütlenmeler konusunda ne yazık ki iyi bir sınav vermedi.
Merkez solun ise kafası karışıktı. Bazı darbelere sahip çıkıp bazılarına karşı durdu. Ama ilginçtir her zaman gizli örgütlenmelerin, çetelerin açığa çıkarılması için çaba harcadı. Bu çabayı harcayanlardan biri de bugün "Ergenekon'un avukatı" olmakla suçlanan Deniz Baykal'dı.
Baykal, 1990'da SHP'li 29 arkadaşıyla birlikte Kontrgerilla ve özel Harp Dairesi konusunda Meclis araştırması yapılmasını istedi. O araştırmada şöyle deniyordu:
"Son 30 yılda üç askeri müdahale yaşayan ve terör olaylarıyla istikrarsızlığa sürüklenen ülkemizde, geçmişin karanlıklarını aydınlatmak, demokrasimizin geleceği açısından kaçınılmaz bir görevdir."
Susurluk döneminde de benzer bir talebi oldu Baykal'ın...
"Susurluk mızrağı çuvala sığmaz" diyen Baykal, Anasol-D Hükümeti'nden Susurluk'un hesabının sorulmasını istiyordu.
Bu geçmişten gelen Baykal'ın Ergenekon'un araştırılmasını istemek yerine savunması, siyaset kulislerinde şaşırtıcı bulunuyor.
Solun bir kesimi ise sert biçimde eleştiriyor:
"Baykal'ın bu değişimi biraz da merkez solun 'sağa açılım' projesinin bir devamı. Merkez sol bir anlamda Demirel'lerin, çiller'lerin misyonunu sürdürüyor. Baykal, Demirel yakınlığı bunu göstermiyor mu?"