DARBE MATRUŞKASI..
Bazı gelişmelerin önemine vurgu yapmak için garip örnekler verenler olur. Turner da bunlardan. Her insanın en az bir defa doğduğunu ama küçük bir bölümün yabancı bir toplum veya kültürü tanıyıp, tanıtınca iki defa doğduğunu söyler. Ama çok az insan bununla da yetinmeyip kazandığı gözlem gücü, deneyimleri ile kendi toplumuna yönelirse üçüncü defa doğarmış. Yazar cümlelerini şöyle bağlıyor: “Sizleri, son adımı atıp üçüncü kez doğmaya çağırıyorum. Kolay değil ama denemeye değer.”
Bu fikir, her halde Türkiye’de yaşayanlar için geçerli değildir. Bu kaçıncı doğuşumuz bilmem. Ama son gelişmeler mutlaka birçok insanımızı yeni doğumlara hazırlamıştır. Hatta doğum özürlü olanlar, sakatlananlar mutlaka olmuştur.
İnsan bilimcilerin, iyi niyetle teşvik ettikleri konuyu, Türkiye’nin asla iç sorunu olmayan bir tutuklamalar zinciri ile irtibata geçirmek doğru olur mu?
Bir insan; bu milletin içinden çıkarak, önemli mevkii ve makamlara geldiği, fiili hizmetinde olduğu kadar emekliliğinde de resmen baş üstünde tutulduğu halde, ülkesini kaos ortamına sürükleyecek, kanlı gelişmeleri nasıl planlayabilir. Açıklamalar, eğer doğru ise, dudak uçuklatacak türden. üç yılda ikisi açıklanan diğeri yeni ortaya çıkan üç darbe planlayacaksınız. Yargı mensuplarından insanları, emrinizdeki tetikçilerinize öldürtecek, sonra yargıya destek mitinglerini kırk ilde başlatacaksınız. Bu arada kanlı olaylar devam edeceği için halk darbeyi, darbecileri arar hale gelecek. Emre amade medyanız, zaten havayı olgunlaştırdığı için, darbe isteklilerinin çoğaldığı bir ortamda paşa paşa bilmem kaçıncı darbeyi gerçekleştirip, ülkenin geleceğine, ekonomisine, insan haklarına, hukukuna, can güvenliğine kurşun sıkacaksınız.
Hangi vicdanla, hangi ferasetle? Bu nasıl bir insanlık ki insana pusu kurmaktan marazi bir haz duyar halde kafalarda yeşerebiliyor?
Tanıyınca üçüncü kez doğar mısınız, düşük mü olursunuz?
Akıllı olmak zorunda olan mevki makam sahipleriniz, diyelim ki ordusunun silahlarını geliştirmek için planlar yapacağına niçin darbe planları yapar? Diyelim ki, en üst rütbeden emekli olan bir kurmayınız, güvenlik sorunlarını kökünden çözecek konularda planlar yapacak yerde niçin gecesini-gündüzünü darbeye ayırır? Ya dış bağlar, ya içeride bağlantı kurulan kesimler ve onların yönlendiriliş şekli?..
Türkiye ilginç bir süreci yaşıyor. Kendi içindeki gelişmelerin, uluslararası müdahaleyi tabii hale getiren bir süreç bu.
Toplumu geren, siyaseti etkisizleştiren, parlamentoyu işlevsiz hale getiren, hükümeti askıya alan gelişmeler, dikkat edilirse aynı zamanda dış müdahaleyi de davet eden hatta benimsenme oranını artıran olaylar durumunda.
Kastedilen belli. Askeri darbe ve müdahalelere alışkın olan Türkiye, yeni bir müdahale örneğini kültürüne kazandırma başarısını gösterdi: YARGI DARBESİ. Fakat karşıda tek kollu bir yaratık yok. İç içe geçmiş güçler, ucu farklı yerlerden çıkan kollar var.
Fakat bütün gelişmeler içeride olup bitse, “Kol kırılıp yen içinde kalsa” sorun yok gibi. Ama öyle değil. Toplumun yarısının desteğini alan bir parti, artık dış desteğe muhtaç, hatta onu tasvip eder bir pozisyona getiriliyor. Tuzağın şeddelisi bu.. Diyelim ki “Kara pirinç tanesi”, yani ABD Dışişleri Bakanı Rice, Türkiye’de demokrasiyi savunuyor, AB bir adım daha ileri giderek tehditli bir demokrasi havariliğine bürünüyor. Eğer AK Parti kapatılırsa, Türkiye’nin sorgulanacağını açıklıyor. Halk iradesine Avrupa’nın, Amerika’nın “sahip çıkması” ne kadar da güzel değil mi?
İktidar partisine oy vermiş kitleler, demokratik hayatın normal seyrinde yürümesini isteyenler için, bu dış “Destekler” iyi gibi. Zaten yargı darbesi bir vicdani rahatsızlık oluşturmuştur. Açıklamalar toplum taleplerine destek verir havadadır. İşte tuzak burada. Kendi elimizle demokratik hayatı, toplum çoğunluğunun iradesini dış destekli, ardından da dış güdümlü lanse edip toplum iradesinin iptalini meşrulaştırma süreci başlayacaktır. Hâlbuki millet iradesiyle restleşme, başka iradelerin desteği, güdümü ile olmaktadır. O zaman asıl yabancı güdüm, millet iradesini yok saymada aranmalı değil midir?
Kavga büyük. Sosyologlar, merkez-çevre çatışması olarak izah edecekler.. Merkezi ele geçirenler, uzun süredir suyun başına çöreklenerek toplum kaynaklarına, siyasi gücüne hükmeden odaklar o hâkimiyeti ellerinden çıkarmak istemiyorlar. Toplum da çevreden merkeze doğru yürüyerek kendi kaynaklarına kendisi hükmetmek istiyor. İşte bu merkeze yürüyüş, merkezi kuşatan çemberi daraltma Menderes, özal hareketlerinin boşa çıkartılması ile merkez lehine çevrilmişti. Erdoğan hareketi ile yeni bir çevre kuşatması da yeni darbe hamleleri ile boşa çıkartılacaktı. Dünkülerde dipçikli darbe denenmişti, bugünkü seçkincilerse kara kaplı kitap sahibi kadılar eliyle hâkimiyeti sağlamlaştırmaya çalışıyorlar. Onunla yetinmedikleri için üst üste darbe hazırlıkları yapıyorlar. üçü açığa çıkartılan darbe hazırlığının gerisinde başkaları var mı acaba?
Aslında izah sorular, izah mantıklı gözüküyor. Fakat bu kadar tabii ve masum mu? Kendi toplumunu “Tehlike” olarak algılayan bir seçkin ne kadar yerli, ne kadar içeridendir?
Zihin dünyalarındaki kirlenme, işin pek masum olmadığını gösteriyor. Ekmeğini yediği halkı dışlama, içinden çıktığı bir halkın medeniyet değerlerine Haçlı gibi bakma, onun kaynaklarını boşa götürürken vicdanını iptal etme; normal bir durum değil..
Seçkinler, hizmetlerinin neticede hangi medeniyetin işine yaradığını, yüreklerinde taşıdıkları değerlerin kimlere ait olduğunu sorgulamak zorundalar.
öyle bir sorgulama meyli başarılı olursa; Türkiye kaybettiği asırları tez zamanda kazanacaktır. Bazen sürpriz çıkışlar gösterebildiği gibi, ekonomi, siyaset, sanat vb. alanlarda insanlığın ihtiyaç duyduğu atakları gün yüzüne çıkacaktır.
Değilse, içinden daha nelerin çıkacağı bilinmeyen kurum kapları, içimizi karartmaya devam edecek. Darbeler matruşkası, bu toprakların malı değil.. Umarız, imal yeri de onları korumaya yetmez..