Ezana Hıyânet Etmek
Otomobille evime dönerken, Sultanahmet camiinden ikindi ezanı okunmaya başladı. Altı minarede otuz iki hoparlör birden yüz yirmi desibel şiddetinde bağırıyor. Ezan kutsal ama hoparlör kutsal değil... Ezandan değil ama hoparlörden rahatsız olduğum için otomobilin camlarını kapattırdım. Camlar kapandı ama sesin şiddeti yine çok fazla...
Ezan İslam'ın sesli bayrağıdır, dinin şeairindendir. Kalbinde iman olan kimse ezandan rahatsız olmaz.
Lakin hoparlörleri, kulakları sağır edecek şekilde sonuna kadar açarak 120 desibel şiddetinde ezan okumak ezana eza vermektir.
Ezan okunurken ses yüksekliğinin 70-80 desibeli geçmemesi gerekir.
Hoparlör bir bid'attir.
Gerekiyorsa ve akustik ilmine uygun şekilde kullanılırsa bid'at-i hasene olur; kulaklara zarar verecek şiddette açılır ve ezanı bozarsa bid'at-i seyyie olur.
Ezanı hoparlörle okumak son elli altmış yılda çıkmıştır. Benim çocukluğumda büyük camilerde bile hoparlör yoktu. Müezzinler minarelere çıkarak ezan okurdu.
Osmanlı devletinin en satvetli, en şanlı, en kudretli devri olan Kanunî Sultan Süleyman devrini ele alalım. Üç kıt'ada muazzam bir imparatorluk, bir İslam Barışı sistemi var. Müslümanların yüzde 95'i namaz kılıyor. O zaman hoparlör yoktu...
Bugün ülkemizde maalesef bir hoparlör fetişizmi ve kültü hüküm sürmektedir.
Hoparlör bir put cihaz haline gelmiştir.
Geçenlerde suriçinde tarihî bir camiye sabah namazına gitmiştim. Cemaat on beş kişiden azdı. Kamet getirildi, imam mihraba geçti. Tam karşısında sabit bir mikrofon var. O yetişmiyormuş gibi yerdeki seyyar mikrofonu da yakasına taktı.
Hoparlörlerin kötü kullanılması aleyhinde çok yazılar kaleme aldım, Diyanet'i uyardım. Uyarılarımın hiçbir faidesi olmadı.
Sultanahmet civarında birbirine yakın hayli cami var: Minarelerinde otuz iki hoparlör olan Sultanahmet camii, artık Ayasofyada da ezan okunuyor, hünkar kasrında namaz kılınıyor... Firuzağa camii (tek minaresinde sekiz hoparlör var, bunlar yetişmiyormuş gibi bahçedeki ağaçlara da hoparlör koymuşlar!)... Yerebatan camii... Beşir Ağa camii... Zeyneb Sultan camii... Molla Fenarî camii... İshak paşa camii... Nakilbend camii... Ve daha öteki camiler... Namaz vakti gelince hepsinde birden hoparlörler sonuna kadar açılarak ezan okunuyor.
Sultanahmet camiinin ezanları hepsini bastırıyor, çünkü geliri bol bir zengin bir camidir, en pahalı ve bağırtlak hoparlörler alınabiliyor.
Birkaç hafta önce kulak burun boğaz uzmanı bir doktor beyle konuştum, yüz küsur desibel şiddetinde hoparlör sesinin sağlığa zarar verip vermeyeceğini sordum. Devamlı dinlenirse kulakları bozar insanı sağır eder cevabını verdi.
Hoparlörle ilgili bazı gerçekler:
1. Yüksek sesli bir hoparlör, sesi güzel bir müezzinin okuduğu ezanı bozar.
2. Doğru dürüst ezan okumasını bilmeyen bed sesli bir kişinin hoparlörleri sonuna kadar açarak ezan okuması ezana hıyanettir.
Böyleleri ille de ezan okuyacaklarsa hoparlörsüz ve kısa okusunlar.
3. Birbirlerine çok yakın camilerden birinde güzel sesi olan, ezan kültürüne sahip ve okumasını bilen bir müezzin, 70/80 desibeli aşmamak şartıyla hoparlörle ezan okuyabilir ama hepsinin birden hoparlörleri sonuna kadar açarak avaz avaz ezan okumaları yanlıştır, ezana hıyanettir.
4. En doğrusu, müezzinlerin minarelere çıkarak ezan okumalarıdır.
(İstanbulda böyle bir tek cami varmış!..)
Ezan okumak bir medeniyet işidir. Sesi güzel olmak yetmez. Medenî, kültürlü, duygulu, müzik kulağına sahip, büyük üstadlardan ders görüp icazet almış olmak gerekir.
Bilhassa sabah ezanlarında hoparlörleri kısık tutmak gerekir. Çünkü sabah namazı kalanların nispeti yüzde 95'tir. Bînamazları yataklarından hoplatmakla hiçbir şey kazanılmaz, çok şey kaybedilir.
Öyle güzel ezanlar okunmalıdır ki, yabancı turistler ve gayr-i Müslim vatandaşlar bile hayran kalsınlar, haz alarak dinlesinler.
Namaz kılmayanlar bile sabahleyin ezan dinlemek için uyanmalıdır.
Eskiden zaman zaman Sultanahmet Camii'ne gidiyordum. Artık gitmiyorum. Bir kere yatsı namazına gitmiştim, farz kılınırken bir ses kolonunun tam altında durmuşum, ses çok yüksekti. Ne huzur, ne huşu, ne hudu kalmıştı.
Türkiye Müslümanlarının bugünkü kültür seviyesiyle ezan meselesinin düzeleceğini sanmıyorum.
Ezan konusunda çok kişiler yazdı. Hattâ çağdaş bir yazar olan sayın Mehmet Barlas bile bir köşeyazısı kaleme aldı.
Çok üzgün ve kırgın olarak beyan ediyorum:
Hoparlör çılgınlığı ve fetişizmi, ezanların iyi ve güzel okunmaması konusunda Diyanet'e hakkımı helal etmiyorum.
Dinlerken ağlayacağım ezanlar okunmasını istiyorum.
Bugün ağlıyorum ama güzel ezanlar dinlemenin verdiği heyecan ve zevkten değil; hoparlörlerin ezanları katl etmesine, ezana eza edilmesine ağlıyorum.
* (İkinci yazı)
Sünnî İslam Cemaati teşkilatı Kurulmalıdır
Türkiye halkının yüzde sekseni Sünnîdir. Diyanet İşleri Başkanlığı da Sünnî bir kurumdur.
Sünnî olmayan vatandaşlarımızın din işleri adaletli bir şekilde tanzim edilmelidir.
Devletin, vatandaşlardan topladığı vergilerle Diyanet işlerini yürümesi tenkit ediliyorsa, İslam Vakıfları Diyanet'e verilmelidir.
Devletten bağımsız ve özerk bir İslam Teşkilatı ve Cemaat kurulmalı, Müslümanların başlarına ehliyetli, liyakatli, ihlaslı, taqvalı, muktedir, müdebbir bir İmam-ı Kebir seçmelerine imkan tanınmalıdır.
Diyanet'te Farmason Afganîcilerin, Farmason Abduhçuların, bozuk Reşid Rızacıların, Reformcuların, Fazlurrahmancıların, Kemalist ilahiyatçıların, dinde yenilik ve değişim isteyenlerin, mezhepsizlerin, telfik-i mezahibçilerin kadrolaşmalarına izin ve imkan vermek bir zulümdür. Böyleleri Diyanet'ten adalete uygun şekilde uzaklaştırılmalı veya pasif hizmetlere kaydırılmalıdır.
Türkiye'nin Sünnî çoğunluğunu, şeytanî metot ve manipülasyonlarla, Ehl-i Sürnnet dairesi dışına çıkartmaya çalışmak zulümdür.
ABD'nin, AB'nin, Siyonistlerin, Haçlıların, onların içimizdeki yardımcılarının, Feministlerin; Avrupa Birliği normlarına uygun yeni bir İslam türetme çabaları bâtıldır. Hiçbir mü'min böyle bir şeye razı olamaz.
Kafirler mü'minlerin tek bir Ümmet olmasını istemiyor, böl parçala ve hükm et siyasetiyle Ehl-i İmanın birbirinden kopuk binlerce hizbe, fırkaya, cemaate ayrılmış olmasını istiyor.
Türkiyede laik devletten bağımsız Rum Ortodoks Patrikliği, Ermeni Gregoryen Patrikliği, Yahudi Hahambaşılığı ve başka dinî otoriteler var da, Müslümanların bağımsız ve özerk bir İmameti niçin olamayacakmış?
Bugünkü şartlar altında Ehl-i Sünnet Müslümanlarının başlarına ehliyetli ve liyakatli bir İmam-ı Kebir seçmelerinin zor olduğunu biliyorum ama bunu yine de istiyorum. Çünkü bütün zorluklara rağmen yapılması gereken budur.
Bağımsız bir İslam Cemaat Teşkilatı kurulmalı, başına ehliyetli bir İmam seçilmelidir ki, din hizmetleri Kur'ana, Sünnete, Şeriata uygun olarak yürütülebilsin.
Müslümanlardan her yıl milyarlarca dolar para toplayan bazı cemaatler bu teklifime sıcak bakmayacaklardır.
Soruyorum:
Müslümanlar hep bugünkü gibi param parça mı kalsınlar?
Müslümanların başında ehliyetli, liyakatli, muktedir, muttaqi, muhlis bir İmam-ı Kebir bulunmasın mı?
Müslümanların başına bir imam-ı Kebir nasıl seçilecektir? İşte en zor iş budur.
Böyle bir şahsın cemaatler, hizipler, fırkalar üzerinde olması gerekir.
Adaletinden, ihlasından, taqvasından, ehliyet ve liyakatinden herkesin emin olması gerekir.
Bu yazdıklarım hayata geçirilebilir mi?
Bunu bilmem... Lakin bu satırları yazmam gerekiyordu ve yazdım.