İki çilenin hangisi büyük
Günlerdir İstanbul trafiği üzerine çile çile diye diye köprüleri kullanmayan milyonlarca insanları çileden çıkaranlar, acaba bu kul haklarını nasıl ödeyecekler?
Çile çile diye bağıranların; ya belediye başkanına ya hükümete karşı husumetleri var ya da ihale alamadıkları için böyle yapmaktalar.
Sanki çile çile diye bağıranların hepsi dört dörtlük insanlar, tüm işleri düzgün, hayatlarında hiç bir eksiklikleri ve hataları yok, öyle başarılılar ki, köprünün bakıma alınması veya eksiklikler, bilerek yapılan hata ve yanlışlar öyle mi?
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, dünyanın en büyük şehirleri içerisinde en başarılı başkan, bunu bütün dünya kabul ediyor.
Ama gelin görün ki, İstanbul için yapılması gerekenlere teşekkür edilmesi ve yardımcı olunması lazımken çile çile diye eleştiriliyor.
Günlerdir halkı galeyena getirip umutsuzluğa ve şu sıcaklarda daha da bunalıma sokanlar, aslında pekala biliyorlar ki, köprünün bakıma alınması şart.
Medyanın görevi, kamuoyunu aydınlatmak ve yardımcı olmaktır. Halkı karamsarlığa sürüklemek değildir.
Bu anlayış; halkın sırtından geçinen gazetelerin, televizyonların ve radyoların, beslendikleri kapılara karşı yaptıkları büyük ayıptır.
Şimdi başka bir çileden söz etmek istiyorum.
Geçtiğimiz hafta içinde Adıyaman Kahtadaydım. Said Özadalı ile bir aileyi ziyaret ettik. O günden beri feleğim şaşmış durumda.
Kimsenin malında mülkünde gözü olmayan, insanlara iyilikten başka bir şey düşünmeyen, çevrelerinde ve akrabaları arasında çok sevilen tertemiz bir aile.
Bu ailenin üç çocuğu var. En büyüğü 26, onun küçüğü 24, diğer kardeşleri de 22 yaşında.
Bu çocuklar 15 yaşına kadar son derece sağlıklı büyümüşler, gülmüşler, oynamışlar.
Her biri 15 yaşına geldikten sonra hastalanmışlar. Beş duyu organları dışındaki vücutlarının diğer kısımları iflas etmiş.
Büyük ağabeylerinin belden aşağısı tutmuyor, o elektrikli sandalyesiyle zaman zaman dışarı çıkabiliyor ama diğer iki kardeş, yıllardır aynı oda içerisinde, birisi sırt üstü, diğeri yüzü koyun vaziyetinde yaşıyor.
Yeryüzünde böyle fedakâr kaç anne vardır bilmiyorum ama bu çocukların annesi, sanki Cennetten çıkıp gelmiş bir melek gibi.
Yıllardır çocuklarının üzerine titriyor ve her türlü bakımlarını yapıyormuş. Çocuklardaki masumiyet anlatılacak gibi değil.
Anne Türkçe bilmediği için konuşamadım ama baba ve çocuklarla selamlaşıp tebessümleştik.
Hükümet çocuklara ve annesine maaş bağlamış, haftada bir gün doktor, iki gün de hemşire geliyormuş.
Cevabı beklenen soruya geleyim. Tedavisi olmayan bir rahatsızlıkmış.
Ve işin onurlu tarafı şu:
Ne anne ne baba ne de çocuklarda en ufak bir şikâyet yoktu. Sığınakları ise; sabır, azim ve imanlarıydı. Şükrü dillerinden düşürmüyorlardı.
Hangi çile daha büyük sizce.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.