İftar ve sahura kafayı takanları, Aras Kargoya da bekleriz!
Kimler vardı, kimler?.. Ya da, kimler yoktu, kimler...
Akit’in “20 yıl”dan bu yana verdiği ve artık “geleneksel” hâle gelen “iftar”ında, kimler vardı, kimler... Elbette, “750-800 kişi”nin tamamını saymak mümkün değil... Yazarımız, İletişim Koordinatörümüz ve aynı zamanda programın sunuculuğunu yapan arkadaşımız Hüseyin Öztürk bile, ancak “gelenlerin bir kısmı”nı salona takdim etti ama sanıyorum, o da saymaktan yoruldu...
Florya’daki Belediye Sosyal Tesisleri’nde verdiğimiz iftar yemeğinde; İcra Kurulu Başkanımız Mustafa Karahasanoğlu, Müessese Müdürümüz Nuri Karahasanoğlu ve Yazı İşleri Müdürümüz Ali İhsan Karahasanoğlu ile birlikte, “misafirlerimiz”in hepsini kapıda karşıladık ve yine kapıda uğurladık.
Bütün “dost”larımıza mümkün olduğu kadar “davetiye” gönderdik...
Ne var ki; bazılarının “adreslerindeki değişiklik” dolayısıyla davetiyeleri ellerine ulaşmadığından, bazılarına da “telefon”la ulaşılamadığından, elbette gelemeyenler, ya da “mazeret” bildirenler oldu...
Gelenden de gelmeyenden de Allah razı olsun... Arada “unutulanlar” olduysa da, onlardan da özür diliyoruz... Bilirsiniz, “düğün”lerde bile insan, bazen “kapı komşusu”nu dahi unutur... O bakımdan, davet edemediğimiz insanlardan tekrar tekrar özür diliyoruz...
İFTAR, KUCAKLAŞMA VESİLESİ
Bazıları, bu tür iftar davetlerini “lüks ve israf” sayıp, “protesto” etmeye yeltense de, “iftar”ların, “düğün”lerin ve hatta “cenaze”lerin bir güzel yanı da, “dostları buluşturması”dır.
“Şehirlerin hızlı hayatı” ve “hengâme”si dolayısıyla; aylarca ve belki yıllarca görüşemeyen “dost”lar, “arkadaş”lar ve hatta “akraba”lar, işte bu “vesile”lerle, yani “iftar, düğün ve cenaze” vesilesiyle buluşuyor, görüşüyor, hasret gideriyor!..
Yoksa, “iftar daveti” dediğin ne ki?..
“Bismillah” deyip, “bir yudum su” içtiğin anda, zaten tıkanıyorsun!.. Kaldı ki; her nerede olursan ol, zaten “bir tas çorba” içmeyecek misin?.. Eee, bu “iftar”da olmuş, “akşam yemeği”nde olmuş, ne fark eder?..
Kaldı ki; “davet” ettiğin insanların hepsi de, “kalantor” veya “kalburüstü”, ya da “üst düzey” değil ki!..
Meselâ, bizim iftarda;
“Belediye başkanları” da vardı, “üniversite rektörleri” de... “Sendikacı”lar da vardı, “işçi”ler de... “Esnaf” da vardı, “tüccar” da!.. “STK temsilcisi” de vardı, “öğretmen” de... “Tekerlekli sandalye” ile gelen “özürlü insan” da vardı, “çift baston”la veya “koluna girilerek” gelen “yaşlı”lar da... “İşadamları” da vardı, “işsiz” insanlar da!.. “Gazete yöneticileri” de vardı, “doktor”lar da...
Yani, bu “toplumun her kesiminden insan” vardı... Ve bu insanların hemen hepsi, oturdukları masalarda birbirleriyle tanıştı, sohbet etti, dertleşti, nihayetinde kaynaştı.
“Yemek” mesele değil ki!..
Önemli olan tanışmak, konuşmak, dertleşmek, fikir alışverişinde bulunmak ve nihayetinde kaynaşmak...
Hani, “obez” derecesinde “şişman” bir adam; “bir deri, bir kemik” derecesinde “zayıf” birine şöyle demiş ya;
“Seni gören de, dünyanın açlıktan kırıldığını zanneder!”
“Sıska” adam cevap vermiş ya;
“Seni gören de bu açlığın sebebini anlar!”
Aynen böyle!..
“Ense”leri “kilise direği” gibi kalın, “göbek”leri “yemiş yemiş çıkaramamış” derecede “şişkin” insanların, bugün kalkıp da “iftar sofralarına düşmanlık” etmesine, söylenecek tek bir söz var;
“Bak şu konuşana!”
Ya da;
“Aynaya bak be adam!.. Protesto ettiğin adam, aslında aynadaki kendinsin!”
ARAS KARGO’YA ÇIT YOK!
Kimi “iftar”lara takıyor kafayı, kimi “sahur” yemeğine, kimi “teravih” namazına ve kimi de “kandil geceleri”ne!..
Yahu;
“Dini” konularda madem bu kadar “hassas”sınız, şu “hassas”lığınızı, biraz da “din karşıtları”na göstersenize!..
Alın işte;
“Kargo taşımacılığı” sektöründe önemli bir yere sahip “Aras Kargo”da, iş başvurusunda bulunan bir “başörtülü hanım”a deniliyor ki;
“Firmamız, prensip gereği başörtülü eleman çalıştırmıyor!.. Sizi işe alamayız!”
Araştırınca öğreniyoruz ki;
Aras Kargo’nun “8 bin çalışanı” var ve bunların içinde “bir tek başörtülü” yok!..
Yine araştırınca öğreniyoruz ki;
“Mezhebî bir taassup” içindeki Aras Kargo’da “yasak” olan, sadece “başörtüsü” değil!.. “Başörtüsü”nün yanısıra, “oruç tutmak” ve “namaz kılmak” ve hatta “Cuma Namazı”na gitmek de yasak!..
Müslümanın “iftar”ıyla “sahur”uyla, “teravih” ve “kandil”leriyle uğraşanlara sormak gerekmez mi;
Müslüman “sessiz” ya!..
Müslüman “tepkisiz” ya!..
Vur abalıya!..
Ulan, “iftarla, sahurla, teravih ve kandil”le uğraştığınızın binde biri kadar “Aras Kargo’daki yasaklar”la uğraşsanız ya!..
Bir kerecik olsun;
Onlara da bir çift lâf etseniz ve “yaptığınız bölücülük” ya da “Bu mu Alevilik?” deseniz ya!..
Ama, hayır!..
“Başörtülü Kızılay görevlisi”ni standdan kovan CarrefourSa’ya “başörtülü eleman” çalıştırmayan, “oruç tutmayı ve namaz kılmayı yasaklayan Aras Kargo”ya tek lâf etmezsiniz!..
Ne o;
Diş mi geçiremiyorsunuz?..
Yoksa;
“Diş”leriniz, sadece “Müslümanları ısırmak” için mi var?..
Yazıklar olsun size!..
Yuh olsun ervahınıza!..
VEHHABİLEŞEN İLÂHİYATÇILAR!
Habertürk’ten Murat Bardakçı, bunlarla ilgili çok güzel bir “tesbit”te bulunmuş;
“Gittikçe Vehhabileşiyorlar!”
Ve eklemiş:
“İlâhiyatçıların kapıldıkları bu ‘yeni bir şeyler söyleme’ modası, son iki sene içerisinde başka bir hâl aldı ve artık kuralları bile tahrif etmeye kadar uzandı!
Bazı profesörler orucun otuz değil, sadece üç gün tutulabileceği yahut ‘cihad’ kavramının din yolunda savaş değil, ‘savaşı önleme politikası’ olduğu gibisinden sözler ediyorlar...
Popüler olma merakı meğerse nelere kaadirmiş!..
İşin tuhaf tarafı, örtünme ve ibadet konusunda ortaya atılan böylesine tuhaflıklar, dinde asırlar öncesinden gelen kurallara ve geleneklere uyanlar arasında değil, dini meseleler ile şimdiye kadar hiçbir şekilde alâkadar olmamış ve bu konulardan her zaman uzak kalmış çevrelerde ses getiriyor.
Bilenler ekranlarda söylenenlere kulak asmıyor, bilmeyenler ise ‘Şekerim bak, işin aslı meğerse böyle imiş!’ havasında!
Amaaa...
Bu yeni sözler etme modasının yol açtığı çok daha önemli bir başka tuhaflık daha var:
Türkiye’de bazı hocalar ve onlara uyan bir kesim, Vehhabîleşiyor!
Fark etti iseniz ne alâ...”
İNSAN, BİLMEDİĞİNİN DÜŞMANIDIR!
Murat Bardakçı’nın dikkat çektiği “Vehhabileşme” tehlikesi, sadece “ilahiyatçıları” tehdit etmekle kalmıyor, toplumun diğer katmanlarını da “din”den ve özellikle de “dini kavramlar”dan uzaklaştırıp, cahilleştiriyor.
Biliyorsunuz;
Yıllardır yazdığımız ve söylediğimiz halde, kartel gazetelerine bir türlü “abdest” yazmayı öğretemedik... Onlar, belki de bile bile ve de inadına “aptes” yazmaya devam ettiler.
Neymiş; “Türk Dil Kurumu Kılavuzu’nda Aptes yazıyor”muş!
Türk Dil Kurumu’nun dilini eşşek arısı soksun!.. Ne yani, “TDK öyle diyor” diye, “hostes”lere de “gök konuksal avrat” mı diyeceğiz?..
Kaldı ki;
Tek suçlu da Türk Dil Kurumu değil...
Kendi “cahillik”lerini, Türk Dil Kurumu’na yıkıyorlar.
Ne yani;
“Yatsı ezanının kılındığını, teravih namazının da okunduğunu”(!) yazmayı, Türk Dil Kurumu mu söyledi size?..
“Din”den o kadar “uzak”sınız ki;
Ezanın “okunduğundan” ve namazın da “kılındığından” hâlâ haberiniz yok!..
Olmaz tabii...
“Cami” ile bir ilginiz yok ki; “ezan”dan, “namaz”dan haberiniz olsun!..
Ne demişler;
“Gözü namazda olmayanın
Kulağı ezanda olmaz!”
“TEKBİR ATMAK” NE DEMEK?
İşte son örneği...
Dün de yazdığım gibi;
Malatya’nın “Doğanhisar ilçesi Sürgü beldesinde “Alevi bir aile” ile “Ramazan davulcusu Mustafa Evşi” arasında bir “tartışma” yaşanmış!..
Tartışmanın sebebi şu:
İddialara göre; davulcu Mustafa Evşi, davulunu çala çala giderken, mahalle sakinlerinden Alevi vatandaşlar Hasan Evli ve oğlu Servet, davulcuya bağırmışlar;
“Burada davul çalma... Burada oruç tutan yok!.. Hem, zaten; sadece davulunuzu değil, ezanınızı da susturacağız!”
Davulcu, mahallede “oruç tutanlar” da olduğunu, onlar için davul çaldığını söyleyince, Hasan Evli ve oğlu Servet Evli, evden çıkıp, davulcuyu epey hırpalamış ve hatta “raporluk” derecede dövmüş!..
Davulcu da, hastaneye gidip “rapor” aldıktan sonra, ertesi gün, “bir grup arkadaşı” ile birlikte gelmiş mahalleye ve iddialara göre Hasan Evli’nin evini taşlamış!..
Olay, özetle bu!..
Burada, kim “suçlu”dur, kim “masum”dur tartışmasına girecek değilim... Sadece şu kadarını söyleyeyim; “Herkes haddini bilecek!”
Ve ayrıca;
“Dayak” atıyorsan “dayak yemeyi” de göze alacaksın!..
Gelin, görün ki;
Bu “münferit olay”dan, “Sünnî-Alevi çatışması” çıkarmak isteyen bazı gazeteler ve elbette “CHP’liler” ve “BDP’liler”gittiler, “Alevi aile”nin yanında saf tuttular!.. Saf tutmakla kalmadılar, şu Ramazan gününde; “oruç” filan demeyip, ikram edilen “çay”ları da içtiler.
Buna da bir diyeceğim yok...
Ama, Cumhuriyet gibi; yıllar önce “keçisi çalınan” bir imama, “keçi çaldırarak” din karşıtlığının temelini atan bir gazetenin; son 50 yılda hiç olmazsa “dini kavramları” yerli yerinde kullanmayı öğrenmesi gerekmez miydi?..
Ama, hayır!..
Nato mermer, nato kafa!..
Bakın, yukarıda özetlediğim olayı, sayfalarında nasıl aktarmışlar;
“Yaklaşık 200 kişilik grup, Alevilerin yaşadığı mahalleye doğru TEKBİR ATARAK yürüdü ve Evli ailesinin evini taşladı!”
Be Allah’tan korkmaz, kuldan utanmaz adamlar; madem “din karşıtlığı” yapacaksınız, şunu usûlünce yapsanıza!..
Ulan, Tekbir “atılmaz”!..
Tekbir “getirilir!”
Madem araya “fit” sokacaksınız, bari, şunu “tekbir atarak” değil de, “tekbir getirerek” yürüdüler, diye yazsaydınız ya!..
Hani, derler ya;
“İnsan, bilmediğinin düşmanıdır!”
Cumhuriyet’çiler de öyle!..
“Din”den ve “dinî kavramlar”dan haberleri olmadığı, evet evet “bilmedikleri” için düşmanlar!..
Zavallılar; herhalde “tekbir getirme”yi, “slogan atmak” gibi bir şey zannediyorlar!..
Ve elbette “komik” oluyorlar!..
Merak ediyorum;
“Vehhabileşen ilâhiyatçılarımız” ve “sosyalistleşen Müslümanlarımız” bu konularda acaba niye bir çift lâf etmezler!..
Kim bilir, belki de;
“Kartelde yer bulamamak”tan endişe ediyorlardır!.. Haklıdırlar da... Çünkü kartel, “Müslümanların günahları”nı ve elbette “günahkâr”larını sever!..
ELBİRLİĞİ İLE MÜCADELE!
Her neyse... Gelelim “iftar”ımıza...
İftarımızda, “hemen her kesimden” insanla görüştük, konuştuk, kucaklaştık ve ayaküstü de olsa, sohbet etme imkânı bulduk.
Şahsen ben;
Davetimize icabet eden Dünya Ehlibeyt Vakfı Başkanı Fermani Altun’u son derece heyecanlı gördüm...
Birbirimizle kucaklaştıktan sonra, herhalde “Sivas’taki 19 yıllık yalan”ın ortaya çıkmasından ve “Malatya’daki münferit olay”ın kaşınmak istenmesinden dolayı olsa gerek, dedi ki;
“Bir yandan Sünni’leri, bir yandan Alevileri kışkırtmak istiyorlar... Ama, bunların önünde duracak ve oynanan oyunları elbirliği ile boşa çıkaracağız!”
“İnşaallah” dedim, vedalaştık...
Yazacak daha başka olaylar ve isimler de vardı ama, diğer dostlarımız gücenmesin diye o “anekdot”ları sonraya bırakıyorum...
Hasılı kelâm;
“Türkiye’nin ve dünya müslümanlarının sorunları”nın konuşulduğu, çok güzel bir iftar akşamı yaşadık.
Gelen-gelemeyen herkese teşekkürler.
Allah, orucunuzu kabul etsin...
“Zırtapoz!.. Hoppa!.. Şovmen!”
Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’i hâlâ çözebilmiş değilim... Bazen “son derece mantıklı sözler” sarfediyor, bazen de “uçuk-kaçık ifadeler” kullanıyor!..
Bazen “barış ortamı”na vurgu yapıyor ve gönüllere su serpiyor, bazen de “Kandil sözcüsü” gibi davranıyor ve “terörist” gibi konuşuyor. Bazen son derece ılıman, son derece sevecen ve son derece içten konuşup “insanî” bir görüntü veriyor, bazen de bir “PKK’lı” gibi çıkıyor karşımıza...
“Demeç ishali”ne yakalandığından olsa gerek ağzı hiç kapanmaz, hep konuşur ya... Geçenlerde de, “Suriye’deki gelişmeler” üzerine konuşmuş ve demiş ki; “Irak’ta olduğu gibi İran’da da özerk Kürdistan olacaktır, Türkiye’de de özerk Kürdistan olacaktır, Suriye’de de özerk Kürdistan olacaktır. Buraların başkentleri de Kamışlı, Diyarbakır, Erbil ve Mahabad olacaktır!”
Gel de cevap ver bu söze... Hani derler ya; “Bir söz söyleyen adama bakarım, adam mı diye... Bir de söze bakarım, söz mü diye!..”
Osman Baydemir’inki de o hesap... “Adam” olup-olmadığını bilmem, ama bu söz, söz değil!..
Kürtler “5 başkent”e kavuşurlar mı bilmem, ama bunu söyleyen Baydemir’in boynunda “3 sıfat” asılı... Asan da, Apo’dan başkası değil... Efendim, Apo; Osman Baydemir için demiş ki; “Zırtapoz!.. Hoppa!.. Şovmen!”
Ben olsam, bana bu hakareti yapan adama misliyle karşılık verirdim... Ama Osman Baydemir, “Zırtapoz!.. Hoppa!.. Şovmen!” hakaretlerini içine sindirmiş... Demek istiyorum ki, nereleri “özerk” olur bilemem ama, bildiğim şu: Osman Baydemir, kesinlikle bağımsız ve “özerk” olamaz!.. Zira, “köle ruhlu” bir adam profili çiziyor!..