Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Nevruz Paktı

Nevruz Paktı

Şam tağutunun ortağı ve hamisi olan İran rejiminin Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi Şam’da iktidar değişikliğinin vehimden ibaret olduğunu söyledi. Galiba Tahran rejimi de Şam rejimi gibi Şam devrimcilerinin darbeleri altında gerçeklerden koptu ve hayalet alemine gömüldü.

Anlaşılan Beşşar ve çete devleti gibi vakıadan kopmuş ve sürrealist ve şizofronik bir atmosferde yaşıyor. Anakronik tarih algısı aynı zamanda vakıada şizofreniye dönüşmüş bulunuyor. Herkes sözde Suriye Dışişleri Bakanı ‘fabrikatör’ Muallim’in neden tam da bugünlerde Tahran’ı ziyaret etme ihtiyacını duyduğunu soruyor ve merak ediyor. Neden İranlı meslektaşıyla birlikte akıntıya karşı birlikte parende atma ihtiyacı hissetti. Devrimciler açıklamalarını Halep’ten ve Şam’dan yaparken Muallim de açıklamalarını hami ülkenin başkenti Tahran’dan yapıyor. Orada bir mihveri suçladı. İsrail ile birlikte Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ın isyancılara destek verdiğini ve bunların Annan Planını işlevsiz bıraktıklarını söyledi. İşte kendisine bunun için ‘fabrikatör’ yani yalan imalatçısı ve yalan pazarlama ustası yani muallimi diyoruz. Yalanın baş muallimi. 6 maddelik Annan Planından ilkini bile uygulamayan Şam yönetimi pişkince suçu Türkiye gibi ülkelere atıyor. Rusya, Çin ve İran Annan Planına sonuna kadar destek verdi onların yardımıyla isteseydi bu planı kotarabilirdi. Lakin, ucu kendisine dokunacağı için uygulayamazdı. Suçlanmaktan kurtulmanın en kolay yolu ileriye kaçmak veya suçu başkalarının üzerine boca etmektir. Baş Muallim de bunu yapıyor. Denildiği gibi en iyi savunma taarruzdur. Halbuki, Allah ve tarih de şahit olduğu gibi Türkiye 250 kadar gözlemcinin yetmeyeceğini ve bunların en az 2500’e çıkarılması gerektiğini savunmuştur. Muallim ise onları sadece yalancı şahitler mesabesinde gördüğünden Moskova ile birlikte gözlemcilerin 250 sınırında dondurulmasını istemiştir. Fazlası mahremiyete tanık olurdu! İnanmayan arşivlere bakabilir. Demek ki, Muallim gibilerinin niyeti iktidar devrine giden süreci tıkamaktı ve bunun için de Annan Planını sözde kabul ederken fiiliyatta engellediler. Onlar bunu sadece vakit kazanmak için yaptılar. Lakin vakit kazanmaya çalışırken vakitlerini öldürdüler. Kur’an buyruğuyla; Kötü tuzak sahibine geri döner (la yahiku’l mekru’s seyyiu illa biehlihi).
•
Onlar Annan Planını sadece bir araç olarak görüyorlardı. İktidar devrine giden süreci açan değil takrir-i sükuna yardımcı olan bir mekanizma. Türkiye’den de Suriye halkını boğmaya ve sindirmeye yardımcı olmasını bekliyorlardı. Tahran gibi. Hesapları boş çıkmıştır. Gerçekten de Muallim büyük bir fabrikatör. Yani yalan imalatçısı zira rejimden kopmaları hep küçümsüyor ve hafife alıyor. Bağdat’tan Londra ve Ermenistan’a kadar rejimden kopan diplomatları ‘memurcuklar’ olarak tanımlıyor. Kendisi de Esad’ın yanında öyle olmalı. Muallim fabrikasyonda ne kadar mahir olsa da gerçekler karşısında mahareti ve sihri çözülüyor, dökülüyor. Rejimin gazeteci şebbihaları da Riyad Esad’ın 2 milyon doları kapıp Bulgaristan’a sıvıştığını ve sırra kadem bastığını söylüyorlardı. Palavra gani ama yalancının mumu yatsıya kadar yanar. Şu anda rejimin elinde Şam’dan başka bir toprak parçası kalmadı. Rejim bütün himmetini Şam’ı ve Halep’i elinde tutmaya hasrediyor. Artık askeri gücünü bütün Suriye sathına yaymaya muktedir değil. Bir de Ali Ekber Salihi ve Şamlı himayegerdesi (protege) Muallim ile birlikte basının karşısına çıkmış tuluat yapıyor ve Şam’da yaşananların hak batıl mücadelesi eksenine oturtuyor. Elhak kendi beyanlarıyla doğrudur. Hak batıl mücadelesinin veya eksenlerinin mücadelesinin sonuçlarını görmeye az kaldı. İran, devrimden beri yaptığı bütün ideolojik yatırımlarını Şam’da kaybediyor. Katil rejime arka çıkmasıyla birlikte bütün sloganlarının altı boş ve karşılıksız çıktı. Karşılıksız çekler gibi bol keseden slogan üretmişler.
•
Şam’daki eksen mücadelesini kaybettiğinde umulur ki İran durup düşünür ve kendisini yeniden gözden geçirir. Hak olan mazlumların yanında olmak mıdır yoksa ayrım gözetmeden halkını ve çoluk çocuğu katleden celladı desteklemek midir? Mezhepçi politikalarını hak yol olarak görüyorlardı. Bu nedenle Türkiye gibi ülkeleri itibarsızlaştırmak için Suriye meselesinde onu İsrail’le aynı kefede göstermeye çalışıyorlar. İsrail’i İsrail yapan özellikler fazlasıyla Suriye rejiminde var. İsrail markadan ibaret midir yoksa marka olmayan İsrail modelleriyle ortak paydaları var mıdır? İsrail Filistin halkına ne yaptı da Suriye onu kendi halkına yapmadı? Veya halkından esirgedi? Dolayısıyla Türkiye’yi İsrail mihverinde gösterenlerin utanmaz yüzlerine şamar gibi ‘İsrail sizsiniz!’ diye haykırmak gerekiyor. ABD’nin Kaide markasını kullanması gibi bunlar da İsrail markasını kullanıyorlar. Hem de tepe tepe. Firavun’un sihirbazlarının yaptığı gibi Muallim ve efendileri sloganlarla gerçekleri tersyüz edeceklerini vehmediyorlar. Asıl vehim onlarınkisi. Muallim ve hamisi Salihi Suriye’de yaşananları komplo olarak tarif etti ve bu komplonun mimarları olarak da başta İsrail olmak üzere Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ı gösterdi. Sky News’ün muhabiri Alex Rossi, Muallim’in bu suçlamasını şöyle yansıtmış veya ifade etmiş: “Syria Blames Sunni Muslim Axis For Crisis/Suriye Sünni kampı veya ekseni suçladı. Elbette Muallim doğrudan böyle bir ifadede bulunmadı ve bulunamazdı da. Zira bu suçlamayı yaptığı zemin de karşı bir ekseni çağrıştırıyor veya kampı akla getiriyor. Elbette Muallim’in bulunduğu kampa velayet kampı da (veleyati fakih) denebilir. Lakin bu konuda en isabetli kavramlaştırmayı Davud Basri yapmış ve Tahran ile Şam paktını Nevruz Paktı olarak tanımlamış. Olan bitenin anlamı şu: Arap Baharı veya Şam Baharı PKK’nın da üyesi bulunduğu Nevruz Paktını çökertiyor, ufalıyor, silip süpürüyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi