Ortadoğu'yu İngiliz bankaları karıştırıyor
ABD seçimleri öncesinde bankaların manipülasyonları tek tek ortaya çıkarılıyor. Önce faiz lobisi yakalandı. Barclays bankası başta olmak üzere bankaların aralarında anlaşıp, "libor"u yani Londra bankalararası borçlanma faiz oranlarını nasıl sabitledikleri ve vatandaşın cebinden nasıl haksız kazanç sağladıkları ortaya döküldü. Bunun üzerine Barclays bankasının üst yöneticileri istifa etti ve banka 453 milyon dolar ceza ödemeyi kabul etti.
Ardından HSBC bankasının, İran ve Meksika'da yasadışı işlemlerden elde edilmiş paraları akladığı belgelendi. HSBC özür diledi ve 2 milyar dolar ceza ödemek için para ayırdı. Yine vergi cennetlerinde kayıt dışı 21 trilyon doların biriktiği, haksız elde edilen ve vergilendirilemeyen bu karanlık kazançların hangi yollardan gizlendiği aydınlatıldı. Bu arada Türkiye'den giden 158 milyar doların vergi cennetlerinde olduğu da açıklandı.
Gelelim yeni ortaya çıkan bir büyük skandala daha... Önceki gün Standard Chartered bankasının İran'ın nükleer programının finansmanı için 250 milyar dolar akladığı duyuruldu. Bankanın "işlemlerin yüzde 99'u kurallara uygundur" itirazına rağmen New York finansal hizmetler regülatörü, 2001-2010 arasında Standard Chartered'in İran'la gerçekleştirdiği 60 bin işlemi regülatörden sakladığını, kayıtları manipüle ettiğini açığa çıkardı.
Peki skandal nasıl anlaşıldı? New York finansal hizmetler regülatörü, dokuz ay çalışıp otuz bin evrakı inceledi. Ve Standart Chartered'in İran Merkez Bankası ve Bank Saderat ile işbirliği yaparak, nükleer silah projesi ve diğer silah projeleri için alınan malzemenin para transferlerini yaptığını tespit etti.
İşte bu yapılan işlemlerin cezalarının bankaya 5.5 milyar dolara mal olabileceği tahmin ediliyor şimdi. Ayrıca bankanın ABD'de işlem yapma lisansının iptali de söz konusu. Çünkü regülatör, bankayı "haydut kuruluş" olarak ilan ediyor. Ayrıca banka hisseleri bu olayın duyulmasının ardından dün öğle saatlerinde yüzde 23 değer kaybetti.
Gelelim konunun önemine... Batılı ülkelerin hemen hepsi İran'ın nükleer programına karşı çıkıyorlar. İran'ın silah alımlarının yasaklanmasını istiyorlar. Ayrıca İsrail sürekli İran'ın nükleer tesislerini vurmaktan, İran'la savaşmaktan bahsediyor. Dolayısıyla bu gergin ortamda piyasalar geriliyor, dünya ekonomisinin büyüme hızı beklenenin altına gerilediği halde petrol fiyatları hızla yükseliyor. Petrol fiyatlarının artışının ekonomik açıdan haklı bir gerekçesi ortada yokken, petroldeki hızlı fiyat artışları hem İran'ın hem de petrol firmalarının kârlarına kâr katıyor.
İşte bu oyunda en önemli rolü İngiliz bankalarının oynadığı da şimdi tek tek ortaya çıkıyor.
Her ne kadar itiraz etseler de özellikle HSBC ve ardından Standart Chartered'in İran'la gizli finansman ilişkisi kurması ve bunların açığa çıkması, Ortadoğu'daki gerilimde İngiliz bankalarının önemli rol oynadığını gözler önüne seriyor.
Anlayacağınız, Türkiye ve diğer gelişmekte olan ülkelere "İran'la iş yapmayın" diyenlerin kendi bankalarının İran'la uzun süredir yoğun işbirliği içinde olduğu görüldü. Bu işbirliğinin özellikle silah ve savaşa yönelik olması düşündürücü.
Bu savaş piyasası şöyle çalışıyor. Savaş çıkacak endişesiyle önce piyasalar geriliyor, ardından yükselen petrol fiyatlarıyla elde edilen haksız kazançlar tekrar silaha yatırılıyor. Bu kara paranın aklanması işini de işte söz konusu İngiliz bankaları yapıyor. Tabii bu paraların "haksız yüksek petrol fiyatı-silah-vergi cennetleri üçgeninde" döndüğü artık açık bir gerçek olarak gözler önüne serildi.
Bu arada çok ilginçtir, Türkiye'de genel seçimlerde oyların hangi partiye verilmesi gerektiğini bile yazan, Türkiye toplumuna yön vermeye çalışan The Economist dergisi, bu konulara hiç değinmiyor. Ne yakalanan faiz lobisine, ne vergi cennetlerine, ne de Ortadoğu'da İngiliz bankalarının girdiği kirli ilişkilere hiç değinmiyor.
Anlaşılan The Economist'in bu konular işine gelmiyor. Başkan Obama, seçim öncesinde İngiliz bankalarının kirli hesaplarını bir bir ortaya dökerken, peş peşe skandallar patlarken, The Economist'te tek kelime yok. The Economist'in bu suskunluğundan anlaşılıyor ki, 2011 genel seçimlerinde nasıl Türkiye'de Erdoğan'ın başbakan seçilmesini istemediyse şimdi de Obama'nın tekrar başkan seçilmesini istemiyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.