Hayırseverliğimiz üzerine
Bir zamanlar salt kendimiz için yaşamaz, muhtaçları dışlamazdık...
Tüm hayatı yardımseverliğimizle kuşatıp kucaklamıştık...
Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, hiçbir millet hayırseverlikte bizimle yarışamazdı...
Bu yardımseverlikten yabancılar bile etkilenmiş, meselâ Fransız subay Comte de Bonneval, saf değiştirip Humbaracı Ahmed Paşa olmuştu...
Daha sonra yayınladığı hatıralarında (Frankfurt, 1740) şöyle diyor:
İstanbul şehriyle çevresinde yaklaşık iki milyon nüfus yaşıyor. Bu yapısıyla, İstanbul, Avrupanın en büyük şehirlerinden biridir. Buna rağmen, bu koca payitahtta (Başkent) tek bir dilenciye rastlamak bile mümkün değildir.
Ve şöyle devam ediyor:
Hiçbir istisnası olmamak şartıyla bütün Türkler hayırseverdir. Ne din farkına, ne de ihtiyaç sahiplerinin geçmiş yaşantılarına bakmaksızın bütün muhtaçlara yardım ederler.
Dikkat: Bu idraki tüm teferruatıyla müdrik olmamızı gerektiren günlerdeyiz.
Yani hayır anlayışı insanlarla sınırlı değildi, ama insan öncelikliydi.
Medeniyet anlayışımıza, Her şey insan için görüşü hâkimdi...
Bu yaklaşım içinde eğitilen Osmanlı insanı din, dil, renk, ırk farkı gözetmeksizin insanlara hizmeti ibadet telakki etmiş, Osmanlıda vakıf müesseselerinin bolluğu ve yaygınlığı hayırda yarışın ne denli büyük bir toplumsal heyecan dalgası oluşturmuştu.
Rahatlıkla diyebiliriz ki, Osmanlı insanı, İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olan, malın en hayırlısı Allah yolunda harcanan, Allah yolunda harcananın da en hayırlısı halkın en çok ihtiyaç duyduğu şeyi karşılayandır anlayışı çerçevesinde, hayatını yaradılış hikmetine hizmete vakfetmişti.
Devlet, insanının bu ulvi çabasından öylesine etkilendi ki (belki birazcık abartıyorum), bizatihi kendisi devasa bir vakfa dönüşüp din, dil, renk, ırk, kıyafet faklı gözetmeksizin, tüm gücünü, yönettiği insanların hizmetine sundu. Çünkü hayatın merkezi insandır...
Bediüzzamanın deyişiyle, Kainat hayata, hayat insana bakar.
Osmanlının yardım müesseseleri, insana (ve tabii ki hayata) duyulan sevgi ve saygının kurumlaşmış halidir. Vakıf bu halin adıdır.
Böyle müesseseler düşünebilmek için, insanın yaradılış hikmetini kavraması gerekirdi. İnsanın yaradılış hikmetini en iyi anlatan kitap Kuran olduğuna göre, insana hizmeti pek tabii müslümanlar kurumlaştıracaklardı. Böylece Müslüman yüreklere vakıf fikri doğdu ve kısa sürede yaygınlaştı.
İçinde bulunduğumuz ramazan ayı, vakıf bir ruhla hayır yapacak en müstesna aydır...
Bizim kadar talihli olmayan fakir fukaranın yanı sıra, yurtdışında zulüm ve ölüm tehdidi altında yaşayan kardeşlerimizi de hatırlamamız ve yardım elini uzatmamız lâzım...
Ayrıca parasızlık yüzünden okuyamayan çocuklarımıza eğitim yardımı yapmayı da unutmayalım.
Çünkü çocuklarını kaybeden toplum, kaybolur!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.