Kökü dışarıda olan İslamcılık mı, İslam mı?
Suriyede Baas cuntası eliyle 18 aydır kitleler halinde insanlar katledilip şehirler Müslümanların başlarına yıkılırken Ramazan münasebetiyle çok verimli bir İslamcılık tartışmasının peşine düşmek Ramazan ayının ruhuna ne kadar uygun olabilir bilemiyorum.
Gaziantepte beton çivileriyle şiddeti kat kat arttırılmış bombalar PKK eliyle patlatılıp çoluk çocuk demeksizin Müslümanların Bayram sevincinin kana boğulduğu bir vasatta İslamcılık tartışmasını sürdürmenin daha bir zorlaştığı aşikar. Lakin İslam ve İslamcılık meselesi bu gibi zulümlerin sebep ve sonuçlarını tartışmak, son yüz yılda maruz kaldığımız işgal, cinayet ve ideolojik-sosyal cinnetlerden kurtulmamız için sağlıklı çıkış yolları üretmemiz için en önemli imkandır.
Peki ya bireysel ve toplumsal anlamda aklı ve ahlakı fıtrata uygun bir biçimde olgunlaştırıp tanzim etmeye niyetlenip de İslam ve İslamcılık olgusunu itibarsızlaştırmaya girişenlere ne demeli? Niyetle tutulan yol arasında ortaya çıkan derin fark bizi ister istemez ya bir tutarsızlık ya da bir kastı mahsusa olduğu ihtimali üzerinde düşündürtür.
Muğlak Din, Mutlak Dine Karşı
Aydınlanma-ilerleme ve bağlı olarak uluslaşma sürecinde İslam toplumlarına da önce Batıcı aydınlar-bürokratların telkinleriyle sonra da ulus devletlerin zorbaca dayatmalarıyla kazandırılmak istenen en temel vasıf şuydu: Din/İslam/Allaha iman en güzel şekliyle kalplerde yaşanır. Siyasal-sosyal alana sirayet etmeye teşebbüs eden Din/İslam/Allaha iman en tehlikeli ideolojidir. İnsanlığın ulaştığı barış düzenini tehdit eden din ve mezhep çatışmalarının en fenası da hep bu türden Dinin/İslamın siyasallaşmasından kaynaklanır. Din/İslam ulus devletin bekası adına serdedilen laik ve pragmatik politikalarında kendisine biçilen rolün sınırlarını hiç zorlamamalıdır. Milli tarih ve milli coğrafyayı aşan Din/İslam ulus devlet ve kimlik siyasetine zarar verir. Yıkıcı bir fitneye zemin hazırlar. Aydınlanma-ilerleme ve ulus kimlikle elde edilen kazanımları heba eder, laik-seküler üretim ve yaşam tarzını bozguna uğratır. Bu sebeple dini aşırılığı temsil eden siyasallaşmış İslamın otoriter ve totaliter iddialarını kırmak üzere modern hayatın otoriter ve totaliter standartları belirleyen aydınların tavsiyelerine mutlaka uyulmalıdır.
İslamcılık tartışmalarına doktora tezi düzeyindeki uzman-bilirkişi vasfıyla katkı yapan Mümtazer Türkönenin söyledikleri işte tam da bu milli tarih ve coğrafyayla kayıtlı din-İslam önermesinin tezahürü olarak sırıtıyor. Bugün her ne kadar İslamcılık tartışmalarına liberal frekanstan katkı sağlıyormuş gibi gözükse de Türkönenin damarlarında dolaşan Türk ulus devletini kutsayan milliyetçilik ruhu belirleyici olmaya devam ediyor.
Türk ulus kimliğine giydirilen liberal maske Türkönenin İslamcılık kritiğini daha sağlıklı kılmak bir yana daha da hastalıklı kılıyor. Çünkü İslamcılığa ilişkin komplo teorisi saplantılarında bir adım dahi ileri gidememiş temelsiz, tuhaf fakat olabildiğince saldırgan bir vesvese aşılayan söylemde ısrar ederek ne durum tespiti yapılabiliyor ne de çözüm üretilebiliyor.
Hangi İslam ve Hangi İslamcılık?
İslamcı kimliği ve siyaseti başlı başına bir kötülük odağı hatta şeytani düzeyde nevzuhur bir fitne unsuru olarak resmeden Türköneden ilerleyen aşamalarda yerinde bir analiz beklenebilir ki zaten. Sadece Osmanlı toplumu için değil bir bütün olarak İslam toplumlarında yaşanan siyasal, sosyal, iktisadi ve ahlaki çöküntüyü İslamın asli kaynaklarına dönerek çözme girişimini Mümtazer Türköne neye göre ve niçin bir sapma olarak görüyor?
Türkönenin şahsında tebarüz eden ve epeyce yaygınlık kazanmış bu sözde akademik İslamcılık analizlerinin merkezinde nasıl bir din/İslam anlayışı var? Kuranı ve sünneti merkeze alan, Allahın rızasını her şeyin üstünde tutan bir duygu, düşünce ve hassasiyet mi belirleyici bu analizlerde yoksa son Türk devletinin bekasına gönülden bağlanmış bir milli kimlik mi?
Son tartışmalarda daha bir öne çıkan Türköne gibi aydın-akademisyenler İslamı belirlediği bir siyasal-iktisadi kimliğe razılar mı yoksa Türk ulus devletinin bekasına hizmet edecek bir İslam anlayışı ve yaşayışı mı üretmek istiyorlar?
Bütün gerçekleri altüst etmeyi göze alarak Cemalettin Afganiyi İngiliz ajanı, İslamcılık siyasetini Alman devleti adına İngilizlere karşı üretilen kökü dışarıda, düşmanlık üretmeye endekslenmiş otoriter ve totaliter bir ideoloji olarak tasvir ettiğinizde sizin bütün önermeleriniz şu adrese çıkar: İslam toplumları Kuran ve sünnet ışığında muhasebe yapmasın. Müminler Kuran ve sünnette zikredilen bireysel ve toplumsal vasıflarını kamilen donanmasın. Emperyalizme ve despotik iktidarlara karşı tevhid, adalet ve özgürlük için direniş bayrağını yükseltmesin.
Sizce İslam toplumları Türköne gibi formasyon ve kimliğini laik-seküler ulusçuluk ideolojisinden almış İslamcılık uzmanı aydın-akademisyenlerin gösterdiği çizgide kalmaya razı olurlar mı?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.