Milliyetçilerin ve Muhafazakârların Atatürkçülüğe Aldanışı
Ey azizan! Durup dururken, lüzumsuz bir ideoloji olan Kemalizm ve Atatürkçülük gibi pek ehven ve malâyânî bir mevzu üstüne kelâm etmenin bu fakîre yakışık düşmediğini bilmez değilim. Amma ki, idrakleri Atatürkçü cumhuriyet bakışıyla kirlenmiş safdiller hâle koymuyorlar. Hâlâ Atatürkçülükten bahseden ve içi boş fosilleşmiş bu zorba ideolojiden “ulusalcı millet ve devlet” çıkabileceğini sanan bazı ebleh “sağcı”, milliyetçi ve muhafazakârlar, (solcu ve türevlerinin fikirleri zaten belli) görüşlerini beyan ederken iki de bir “M. Kemal Atatürk olsaydı” ve “Atatürk’ün fikirlerine yeniden sarılmamız gerekiyor...” şeklinde şizofrenik cümleler kuruyorlar. En kötüsü de, M. Kemal’i “dindar” “ve milliyetçi” saymalarıdır.
POZİTİVİST KEMALİZM’İN KUR’ÂN VE HADİSÇİLİĞİNE ALDANMAK
M. Kemal’in, “Bu millet Kur’ân’ı doğru öğrensin” diyerek, Elmalı Hamdi Yazır’dan Kur’ân Meali yazmasını istemiş olmasının, onun geleneksel mânada dindarlığı yaşayan toplum ve devlet yapısını arzu etmiş olduğu anlamına gelmediğini Atatürkçü aydınlar da kabul ediyor. Ayrıca “Layıkız dedik, dinle ilişiğimizi kestik. Cumhuriyetiz dedik, rejimimizi tehlikeye düşürmemek için saltanat devrini kötüledik, kazanılmış büyük zaferleri bile birkaç satırla geçiştirmeye başladık. Latin harflerini aldık, yeni kuşakları binlerce yıllık geçmişinin hazinesinden yoksun bıraktık” sözlerini söylemekle de seküler-protestan ve pozitivist değerlerin hâkim olduğu “yeni bir Türk ulusu” gayesinden vazgeçmiş değildi.
Bu sözler M. Kemal’in, gayesine ulaşmak için Meclis’teki şartlara göre zaman zaman yaptığı muvazaa siyasetinin bir parçasıdır. Onun, Kur’ân meali yazılmasını istemesinin, Batılılaşma projesinin bir parçası olarak Protestan-seküler şema içerisinde bir İslâm anlayış ve yaşayışının altyapısını hazırlamak anlamına geldiği açıktır.
HADİS KİTABI YAZDIRARAK SURET-İ HAKTAN GÖRÜNEN KEMALİZM’İN DİNDARLIĞINI SAVUNMAK MUHAFAZAKÂRLARA YAKIŞMIYOR
Samimi olmadığı sonradan ortaya çıkmıştır ki, 1919-1923 yılları arasındaki İslâmî üslûbu asıl mânasıyla İslâm’ın yaşandığı ve hayata yön verdiği bir İslâmî anlayış değildi. Zira 1930’lı yılların ortasında el yazısıyla Allah ve Peygamber anlayışının insanlar tarafından ortaya çıkartıldığını yazan M. Kemal pozitivist anlayışını açıkça ortaya koymuştu. Bir süre sonra da “hadislerin doğru öğrenilmesini sağlamak” için “Tecridi Sarih Muhtasarı” adlı kitap yazılmasını isteyebilecek kadar suret-i haktan görünebiliyordu.
Kur’ân Meali ve Hadis Kitabı yazdırması tamamen politik bir manevradır. Dindar bir hayatı ve yönetimi benimsediği anlamına gelmez. Çünkü belgelerle sabittir ki, onun İslâm’la ilgili bazı zamanlar olumlu gibi görünen beyanatları, güçlendirmek istediği laik bir İslâm’ın “yeni ulus” devlet kontrolüyle sürdürülmesiyle alâkalıdır.
“M. Kemal’in İslâm ve Kur’an Anlayışı” gibi bir yığın zorlama tezler de malûl bakışlarıyla inandırıcı olmadığı gibi resmî ideolojinin üniversiteler ayağının Atatürkçülük dogmacılığına hizmetten başka bir şey değil.
Bu yazının maksadı, solcuların sahiplendiği “sosyal demokrat laik M. Kemal”i, aslında aynı kaynaktan çıkmış bir kavram olan sağcıların sahiplendiği “liberal-demokrat-muhafazakâr M. Kemal”i ve milliyetçilerin sahiplendiği “Büyük Türk milliyetçisi M. Kemal”i anlatarak aynı sahte tasvirleri ve yalanları yeniden ortaya koymak değildir.
DOĞRU ATATÜRK, YANLIŞ ATATÜRK TEZLERİ AYNI DOGMA İÇİNDE DÖNÜP DOLAŞMAKTIR
“Doğru Atatürk”, “Yanlış Atatürk” tezleri abesle iştigal etmektir. Özellikle İslâmî dili de katarak “milliyetçilik” siyaseti yapanların “Doğru Atatürk”, Yanlış Atatürk” tezleriyle düşüncelerine zemin oluşturmaya çabalamaları son derece yanlıştır.
Farklı gruplarca oluşturulan “Atatürkler” içinde sanki millete sonuna kadar yâr olmuş “iyi bir Atatürk’ü” göstermeye çalışmak abes üstü abestir. Doğru Atatürk, yanlış Atatürk tezleri aynı dogma içinde dönüp dolaşmaktır. Esasında “Hangi Atatürk” sorusu ile milletçe sevilen “doğru bir Atatürk var” olduğu düşüncesini uyandırmak, Atatürkçü cumhuriyetle aynileşemeyen bu milletin varlığına ve medeniyetine hürmetsizliktir. Atatürkçülük nasıl anlatılırsa anlatılsın, millet ve medeniyetimizin zemini ve ölçüsü olamaz.
M. KEMAL, İSLÂMÎ MÂNADA DİNDAR DEĞİLDİR
M. Kemal’in gayesi ve düşüncesi, Batının pozitvist-seküler-protestan karışımı bir dünya görüşünden “yeni bir Türk ulusu” meydana getirmekti. Bu gayesini de Millî Mücadele’nin imkânlarını kendi istikametine çevirerek gerçekleştirmiştir. Kadrosuyla birlikte ortaya koyduğu “ulus” yapısı, bu milletin İslâm medeniyet zemininden kopuk ve sosyo-kültürel bakımından çatışmalıdır. Öncelikle çatışmalı hâle getirilen devlet ve millet yapımıza doğru teşhis ve çözümler ortaya koyarken bu esası hiç kaybetmeden yapmak lâzımdır. Bu değerlendirme metodunu cesaretle takip ettiğimizde kendi toplum bilgimizin çatışmasız zeminine varırız.
“Fransız ihtilâli bütün dünyaya özgürlük düşüncesini yaymıştır ve bu düşüncenin hâlen esas ve kaynağı bulunmaktadır. Fakat o tarihten beri insanlık ilerlemiştir. Türk demokrasisi Fransız ihtilâlinin açtığı yolu takip etmiş...” ( 8 Mart 1928 tarihli Hakimiyet-i Milliye Gazetesi). Öyle ki, Fransız ihtilâlinin düşünceleri ve ilkeleri, M. Kemal’in öğrenciliği boyunca tek fikir kaynağıdır.
ATATÜRK PARADİGMASINDAN YOLA ÇIKAN HER HAREKET GAYR-I MİLLÎDİR
M. Kemal ve kadrosunun cumhuriyet devleti dindar bir cumhuriyet değil, pozitivist-seküler bir cumhuriyettir. Batı’nın “ulus” anlayışıyla inşa edilen cumhuriyet rejiminin Müslüman millet gerçeğiyle uyumlu olmadığı açıktır. İslâmla milliyetçiliği telif edenler, çatışmalı bir rejim olan Atatürkçü cumhuriyeti tartışmaktan uzak durmaları anlaşılmaz bir tavırdır.
1923’ten sonra M. Kemal’in fikir ve siyaset anlayışında “yanlış ve “doğru” aramak, muhafazakâr hareketler için sabit ayağı yanlış yere koymaktır. “Doğru Atatürk”(!) tezi, fikir ve siyasette millet ve medeniyet düşüncesinde bir kalkış noktası, bir zemin olamaz. Şu veya bu mânada “Atatürk” paradigmasından yola çıkan milliyetçi ve muhafazakâr her hareket, Batıcı-seküler zihniyetin batağına düşecektir.
BİR SAFSATA OLAN “DOĞRU ATATÜRKÇÜLÜK” TEN MİLLÎ HAREKET ÜRETMEK ABES ÜSTÜ ABESTİR
Bazı milliyetçi ve muhafazakâr fikirlerin sahipleri, M. Kemal’in sözde dine sahip çıkan 1923 öncesinde söylediklerini onun bütün bir gayesiymiş gibi öne çıkarak “Doğru Atatürkçülük” ten bir millî hareket üretmek arayışları millet gerçekliğimize dayanmaz. “Atatürkçülük” millî bir program ve doktrin değildir. Buna rağmen M. Kemal’in İslâm’la ilgili pragmatist ve “konjoktürel” olarak söylediği sözleri referans alarak “millî devlet” modeli sunmaları son derece gülünç kaçmaktadır.
Oysa İslâm’ı, cumhuriyetin önünde engel olarak gören Kemalist kadronun kurduğu, pozitivist özellikler taşıyan cumhuriyetin millet gerçekleriyle uyuşmadığı, cumhurun değerlerine istinat etmediği ortadadır. Bu kadronun oluşturmak istediği milliyetçiliğin ve “Türkleştirme”nin muhtevasının yaşayagelen Müslüman Türklükle ilgisi olmayıp, Fransız-Alman-Anglosakson ve Rus halkçılığı (Radonizm) tesirleriyle oluşturulan “yeni Türk ulusu”dur.
BİR GAFLET ESERİ OLARAK ATATÜRKÇÜLÜĞÜ MİLLÎ SANMAK
M. Kemal’in öncülük ettiği ilke ve inkılâplar üzerinden, Müslüman Türk milletine milliyetçi dünya görüşü üretmek abesle iştigaldir. Birçok muhafazakâr siyasî ve fikrî hareketlerin yarım asırdır sürdürdükleri programların milletle uyuşmamasının ardında onların hâlâ milliyetçiliklerine M. Kemal’in ilke ve inkılâplarından referans almaları yatmaktadır.
M. Kemal’i, bir gaflet eseri olarak millîlik çerçevesinde sunmaya çalışan bazı “milliyetçi-muhafazakâr” gruplar, Avrupavârî protestan-seküler bir din anlayışını savunmuş olan M. Kemal’in fikirlerinin aslâ millî olmadığını bilmek durumundadırlar.
------------------------------------------------------------
İLÂVE YAZI:
HASBÎ BİR KÜLTÜR ADAMI: İSMAİL GÖKTÜRK
KSÜ Öğretim görevlisi ve Türkiye Yazarlar Birliği K. Maraş Şube Başkanı İsmail Göktürk, şehr-i Maraş’ın hasbî kültür elçilerinden. Her faaliyetin tatil edildiği, insanların yaylalara, bağ evlerine, varsa köylerine çekildiği Temmuz, Ağustos ve Eylül sıcaklarında bile faydalı kültür hizmetlerinden geri durmayan İsmail Göktürk, sivil imkânların tükendiği yerde, KSÜ’nün Gençlik ve Spor Bakanlığı’ndan aldığı destekle “Gençlik ve Gençlerle Sohbet” projesi kapsamındaki faaliyetlerini de sırtlayıp, değerli yazarlarla gençleri bir araya getirerek tanıştırdı, konuşturdu ve aralarında muhabbet inşa etti. Üç ay içinde üç ayrı program çerçevesinde Necip Fazıl Kültür Merkezi’nde ve Sütçü İmam Üniversitesi Salonunda ülkemizin zihniyetleri yerli ve sağlam yazarlarını Gaziantep Havaalanı’ından alıp gençlerle sohbet ettirdikten sonra erinmeden, sıcak demeden tek başına bir fütühat heyecanı içinde tekrar yolcu etmesi, insanların ortalıktan çekildiği kavurucu bir mevsimde gerçekten takdire şayandı. Gençlerle buluşturduğu yazarlardan bazıları şunlardı: Vehbi Vakkasoğlu, Necmettin Türinay, Bülent Akyürek, Sadık Yalsızuçanlar, Senai Demirci gibi daha onlarca değerli yazar…
----------------------------------------------------------
GÖNLÜME DÜŞENLER
Seyfettin Albayram; yabancı dil muallimi. Fikir Dükkânı’nın, yani Mekteb-i İrfan’ın ilk kuşak müdavimlerinden. Bir Hocam’ın, vazife yaptığı devlet mektebinden mesai arkadaşı ve bağlısıdır. Hocamgilin, elinden tutmasıyla fikir sahibi ve ehl-i tarik olan bu dost, evveliyatında kendi ifadesiyle “ham ervahtanmış.” Bir Hocam’la tanışınca nasibi açıldı, gönlü inşirah etti, zihniyeti değişti ve insan-ı kâmil biri olup çıktı. Aynı zamanda Hocam’ın “Balıkçı” şakirtlerindendir. Balık tutma müptelâsıdır. Hocam, bu dost ve benzerlerinin “Balık’ta fikir aradıklarını” söylerdi. Bazı “Balıkçı” müdavimler tasavvufâne bir eda içinde bu dostu aleyhimde konuşturmaya çabaladılarsa da netice alamadılar. Dostluğun pîrleri ondan râzı olsun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.