Şiî İran Sünnî Türkiye
İran'da Safevî Şiîliğine dayalı bir devlet kurulduğu zaman Türkiye'de Sünnî kökenli bir kısım İslamcılar, radikal ve aktivist Müslümanlar bayram etmişlerdi. Humeynî'nin Türkiye temsilcisi Mehdi Pur adlı şiî hocasına, büyük sinema salonları kiralayarak konferanslar verdirtmişler, çılgınca alkışlayıp tezahürat yapmışlardı.
Sonra, Mehdi Pur İran'daki iktidara ters düşmüş, ülkeye geri çağırılmış ve duyduğuma göre ev hapsine alınmıştı.
Son yirmi yıl içinde ülkemizde yüzlerce yeni Şiî camii yapıldı, ibadete açıldı.
Türkiye Alevîlerini Safevî Şiî-Caferî mezhebine sokmak için yoğun propagandalar yapıldı, büyük paralar harcandı.
Türkiye'de Şiîleştirme faaliyetleri hız kazanırken, İran'da yirmi milyonu aşkın Sünnî Müslüman ağır baskılar altında yaşıyordu.
Tahran'da en az 500 bin İranlı Sünnî yaşamasına rağmen Cuma ve bayram namazlarını kılacak bir tek camileri yoktur ve yapılmasına da izin verilmemektedir.
Allah gerçek bir Janus'tur (Hoda Janus-i hakikî est) diyerek Yüce Allahı iki çehreli bir Roma putuna benzeten İranlı yazar Türkiye İslamcıları tarafından baş tacı edilmiştir.
Bazı Sünnî gençler, Ehl-i Sünnet'in haram kabul ettiği mut'a nikahıyla birleşip yaşamıştır.
Bugün Türkiye'nin nice Sünnî kodamanı, siyasetçisi ve bürokratı, günlük beş vakit namazı, Caferî mezhebine uyarak üç vakitte cem' ederek kılmaktadır. Bu geçersiz fetvayı da, akıl hocaları bir ilahiyatçı profesörün verdiği söylenmektedir.
Maalesef Sünnîlik ve Şiîlik arasında usûlde, temellerde, esasta büyük ve vahim ihtilaflar, anlaşmazlıklar mevcuttur.
Bendeniz Türkiye ile İran'ın alabildiğine ticaret, turizm, (dinî olmamak şartıyla) kültür ve sanat faaliyetleri yapmasını, barış içinde yaşamalarını, hatta iki ülke vatandaşlarının pasaportsuz ve vizesiz seyahat etmelerini, Türkriye ile İran arasında bir saldırmazlık paktı imzalanmasını isterim (bu konuda birkaç yazım yayınlanmıştır) ama ülkemin ve halkımın Şiîleştirilmesini istemem.
Türkiye'de yeni Şiî camileri yapılacaksa, bunun karşılığında İran'da ve bilhassa Tahran'da da Sünnî camiler yapılmalı, Sünnî medreseler açılmalı, İran Sünnîlerine din, ibadet ve eğitim hürriyeti verilmelidir..
Son Suriye hadiselerinde İran kayıtsız şartsız zalim Beşar Esad rejimini desteklemiştir.
Şu anda Suriye meselesi yüzünden Türkiye ile İran münasebetleri son derece gergindir. Bu gerginliğin kökenleri yeni değildir, beş yüz seneliktir.
Sünnîlikle Şiîlik arasındaki ihtilafları bilmeyen, yeterli din kültürüne sahip olmayan siyasetçilerin hatâları Türkiye'ye çok pahalıya mal olabilir. Caferî mezhebinde taqiyye ve kitman nedir bilmeyen kişilerin İran siyasetinin başarılı olması mümkün değildir.
İran'ın büyük liderlerinden birinin Türkçeye de çevrilmiş bir kitabında "Şah'ın zulmü Ömer'in zulmünü geçmişti..." cümlesinin yer aldığını biliyor musunuz?
Sünnilikle Şiilik arasındaki ihtilafları öğrenmek istiysanız İbn Hacer el-Heytemî'nin Es-Savaiqu'l-muhrika=Yakıcı Yıldırımlar adlı büyük kitabının Türkçe tercümesini okumanızı tavsiye ederim. (Bedir Yayınevi. Tel: 0216/ 519 36 18)
Olup bitenlerin iç yüzü hakkında bilgi edinmek istiyorsanız, /İran Analiz/ internet sitesini takip ediniz.
Tekrar ediyorum:
İki komşu ülke barış içinde yaşasın, hattâ pasaport ve vize kaldırılsın ama mezhep propagandası ve savaşı yapılmasın.
Allah iki ülkeyi ve halkı savaş felaketinden korusun.
İran vaktiyle ABD'nin, İsrail'in oyununa gelmiş, tuzaklarına düşmüş ve İrakla sekiz sene boyunca nafile bir savaş yapmış, korkunç kayıplara uğramıştı. İnşaallah aynı hatâyı tekrar etmezler, hem kendilerini, hem de bizi yakmazlar.
* (İkinci yazı)
Askerî Okullarda Mağdur Edilen Müslüman Gençler
27 Mayıs 1960 askerî darbesine kadar ordumuzda, askerî okullarda din ve ibadet konusunda az da olsa hürriyet vardı. Askerî birliklerde, askerî okullarda mescidler, camiler vardı, bazılarında ezan okunuyor ve arzu edenler cemaatle namaz kılabiliyordu. Bazı kumandanlar da namaz kılıyordu. Ordu, Ankara İlahiyat Fakültesinde üniformalı din/moral subayları yetiştiriyordu.
Orduda beş vakit namaz kılan takkeli, tarikat mensubu dindar subaylar vardı. Oruç tutulmasına engel olunmuyordu. Ordu personelinin annelerinin ve eşlerinin başlarının örtülü olması bir problem değildi.
27 Mayıs'tan sonra durum değişip kötüleşmeye başladı. Hele 28 Şubat'tan sonra subay ve astsubayların din, ibadet hürriyetleri iyice kısıtlandı. Binlerce personel, dindar oldukları için çeşitli bahanelerle ordudan atıldı, mağdur edildi.
Askerî okullara dindar Sünnî ailelerin çocukları alınmadı, girmiş olanlar atıldı, kaçırıldı.
Böylece büyük bir haksızlık ve eşitsizlik ortamı meydana getirildi. Ordu, resmî ideolojinin, azınlık iktidarı sisteminin, vesayet düzeninin bekçisi ve koruyucusu yapıldı.
AKP iktidarı, ordudan atılan subay ve astsubayların haklarını tanıdı, onlara tazminat ödedi, çektikleri acıları hafifletmeye, yaralarını sarmaya çalıştı.
Askerî okullardan atılan ve kaçırılan gençler meselesi üzerine de eğilmek zamanı çoktan gelmiştir.
Eşitlik ve adalet ilkesinin ışığında, askerî okullara Sünnî gençler de alınmalıdır. Babası sakallı hacı, annesinin başı örtülü, adı Abdurrahman diye hiçbir istidatlı, kabiliyetli, ahlaklı, vatansever gence, subay veya astsubay olma yolu kapatılmamalıdır.
Ordu birliklerinin, okullarının mescidleri olmalı, isteyen herkes korkmadan, çekinmeden ibadet edebilmelidir. Bütün medenî ülkelerde böyledir.
Ordunun ideolojisi olmamalıdır. Ordu dine karşı olmamalı, din hürriyetinden yana olmalıdır.
Orduda mezhepçi kadrolaşmaya izin verilmemelidir.
Yakın tarihte ordumuzdaki talihsiz olayların dolaylı baş sorumlusu gafil Sünnîlerdir. Onlar orduyu ihmal etmiştir. Yeterli sayıda Sünnî genci askerî okullara gönderip subay ve astsubay yetiştirmemişlerdir.
Parası ve prestiji çok diye en istidatlı ve kabiliyetli çocukları tıbba ve mühendisliğe yönlendirmişlerdir.
Bu gaflet, çoğunluğu oluşturan Sünnî Müslümanlar için bir intihar olmuştur. Yetmişli yıllarda duymuştum. Ankara Kara Harp Okulu'nda mescid varmış, burada her cemaatin ve sektin mensubu gençler ayrı ayrı öbekler oluşturuyor, birbirleriyle kaynaşmıyormuş.
Böyle ayıplardan ve geri zekalılıklardan kurtulmalıyız artık.
Bir genç şu veya bu dinî meşrebe mensup olabilir ama onun asıl kimliği mü'min ve müslim olmaktır, Ümmet'in bir ferdi olmaktır.
Askerî okullarda cemaat, tarikat, sekt, klik militanlığı, fanatizmi, holiganlığı yapmak ayıptır, cinayettir, korkunç bir gaflettir. Bütün Ehl-i Sünnet Müslümanları, olumlu çeşitlilikler içinde sarsılmaz bir birlik oluşturmalıdır.
Cemaat, tarikat, grup, hizip holiganlığı, militanlığı yapmak çok büyük bir noksanlıkdır.
Zengin Sünnî aileler çocuklarının yeterli kısmını askerî okullara göndermelidir.
O çocuklara, vasıflı ve iyi subay olmaları için özel, paralel, alternatif eğitim verilmelidir.
O çocuklar Müslüman olmalı ama İslamcı olmamalıdır.
O çocuklar Salahaddin Eyyubî, Şeyh Şâmil ahlakı ile ahlaklı olmalıdır.
İffetli, terbiyeli, görgülü, haysiyetli, son derece çalışkan ve dürüst olmalıdır.
Onlarda hedonist ve merkantilist zihniyet olmamalıdır.
Onlar her konuda, dindar olmayan arkadaşlarından ileri olmalıdır.
Onlara fütüvvet ahlakı aşılanmalıdır.
Onlar, vatanseverlik, doğruluk dürüstlük, vazifeşinaslık konusunda en önde olmalıdır. Onların faziletlerini, üstünlüklerini düşmanlar bile tasdik etmelidir.
Bu dediğim hizmetler cemaatçilik fanatizm ve militanlığı ile yapılamaz.
Barbaros Hayreddin, Plevne kahramanı Gazi Osman, Şark Fatihi Kazım Karabekir Paşalar gibi gerçek askerlerin ahlak ve zihniyeti ile yapılabilir ancak.