Okur Yazarlığım
Yıl 1939, altı yaşındayım. Henüz okula gitmiyorum. İki ilçe arasındaki şose denilen asfaltsız stabilize yolun kenarındaki bir evde yaşıyoruz. Komşumuz yok, arkadaşım yok. İki çocuk dergisine aboneyim. Haftada bir gün evin önünden katırlı bir postacı geçiyor. Geçeceği günü ve saati biliyorum ve onu heyecanla bekliyorum... Uzaktan göründü, yaklaşıyor; postacı bana tebessüm ediyor, heybeden çıkarttığı dergileri yere atıyor ve yoluna devam ediyor. Dergileri sevinçle alıyor ve okuma bilmediğim için eve rahmetli anneme koşuyorum. "Anne mecmualarım geldi, ne olur bana okusana..."
Evimiz civarındaki köy okulu oldukça uzakta. Kışın karda kışta küçücük bir çocuk oraya gidemez, yolda kurtlar yer beni. Annem babamı ikna ediyor, beni İstanbul'da Galatasaray mektebinin ilk kısmına yatılı olarak yazdırıyor. Okul Ortaköy'de Fer'iye saraylarından birinde. Bacasından dumanlar savuran bir posta vapuruna biniyoruz, İstanbul'a geliyoruz ve beni okula teslim ediyorlar. On iki sene sürecek Galatasaray mâceram başlıyor. İlk hocam merhum Hâfız Nuri bey.
Galatasaray'ı bitirdikten sonra, ailem fakir düştüğü için ayda yüz liralık burs alabilmek için Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin (Mekteb-i Mülkiye) imtihanlarına giriyor, bursu kazanıyor, dört sene orada okuyor ve siyasî (diplomasi) bölümünden mezun oluyorum.
Okumayı, kültürü çok seviyorum. İdareci, maliyeci, diplomat olmuyorum, hasbelkader gazeteci ve yayıncı oluyorum.
Hayatım ârızalar, çileler, maceralar yumağı. Mahkemelerde sürünüyor, zindanlarda çürüyorum. Bir ara yurt dışına çıkıyorum ve altı seneye yakın gurbet hayatı yaşıyorum. Başımdan geçenleri yazsam yazmakla bitmez.
Kendime aydın demem, yemin etsem başım ağrımaz, okur yazar bir Türkiyeliyim. Haftalık iki gazetem oldu, Yeni İstiklâl ve Büyük Gazete, iki de günlük gazete, Bugün ve Babıâlide Sabah. Bir de hâlen faaliyetine devam eden Bedir Yayınevi'm var. 1991'den beri Millî Gazete'de tâtil yapmadan günlük yazılar yazıyorum. Profesyonel bir gazeteci değilim, elli yılı aşan bir gazetecilik mâzim olduğu halde sarı basın kartım bile yoktur. Vardı, 1969'da hükümet iptal etti, ben de bir daha istemedim.
Zaman zaman mal ve servet beyanında bulunurum. Halen ikamet ettiğim bir dairem, İstanbul civarında mütevâzı bir bağ evim, kiralık dükkanda faaliyet gösteren küçük bir yayınevim, zengin bir özel kütüphanem (inşaallah vakf edeceğim), hüsn-i hat levhalarım ve maddî kıymeti olmayan ıvır zıvır el sanatı eserleri koleksiyonum vardır. Dişe dokunacak antika eşyam yoktur. Bankada, başka yerde birikmiş param yoktur. Dükkanın sermayesi dışında (ona dokunmam) nakdim birkaç bin lirayı geçmez. Kanaatkâr bir hayat sürdüğüm ve kedi beslediğim için Allahın lütfuyla para sıkıntısı çekmem.
Türkiye'nin çoğunluğunu oluşturan Ehl-i Sünnet Müslümanlığının pek nâçiz bir ferdiyim. Kur'ana, Sünnete, Şeriata mutabık tarikat ve tasavvuf taraftarıyım. Bir tarikata mensup muyum, değil miyim, o konuda bilgi vermem. Ümmet şuuruna sahibim. İman, İslam, Kur'an, Sünnet, Şeriat, İmamet, Ümmet ve ahlak için çalışırım. Siyasî mânada değil, sosyal ve kültürel mânada muhalifim. Türkiye devletine bağlıyım ve onu desteklerim ama mevcut ideolojik düzeni, vesayet rejimini kabul etmem. Dine garazsız ivazsız ihlasla ve istikametle hizmet edilmesini isterim, din sömürüsünden ve sömürücülerinden nefret ederim.
Çeşitli imkansızlıklar yüzünden, kapasitem derecesinde (ne kadarsa) dinime, ülkeme ve halkıma hizmet edemediğime üzülür, hayıflanırım.
Kimseden bir şey beklediğim yoktur. Hayır dua edenler olursa memnun, müteşekkir ve minnettar olurum.
Bir kusurum olmuşsa nazar-ı müsamaha ile bakılmasını rica eder,
herkese selam ve hürmetlerimi sunarım.
* (İkinci yazı)
Barut Fabrikası
Otuz kırk yıl önce Fransızca bir dergide, bir barut fabrikasıyla ilgili bir yazı okumuştum. Fabrikanın en tehlikeli bölümü çok kalın duvarlar içindeymiş. Gazeteci ve onu gezdirecek müdür gelince, içerideki beş kişiden ikisi dışarıya çıkmış. Bir patlama olursa ölü sayısı artmasın diye... Çalışan aletler şimşir ağacındanmış, milyonda bir olsa da bir çarpma dolayısıyla kıvılcım çıkmasın diye.
Barut, dinamit, bomba, patlayıcı üreten veya depolanan yerlerde akıllara durgunluk verecek derecede güvenlik tedbirleri alınmalıdır.
Bu gibi yerlerde en ufak bir ihmal, ihtiyatsızlık büyük facialara yol açabilir.
Türkiye'nin kültür yapısı ve insan kalitesi son derece yetersizdir.
Pamukkale'de hızlandırılmış tren kazası olmuş ve yüzden fazla vatandaş hayatını kaybetmişti. Sonra ne oldu? Bütün kusur ve kabahat tren makinistinin üzerine yıkıldı ve dosya kapandı. Dünya dosyası kapandı ama âhiret dosyası kapanmadı.
Türkiye nükleer enerji santralı kuramaz mı? Elbette kurabilir ama bunun iyi çalışmasını ve güvenliğini sağlayabilir mi?
İstanbul'da Ayamama deresi yatağına kocaman binalar yaptılardı ve ne olduydu hatırlayacaksınız. Sel olduydu, binalar suyun yolunu kestiği için can ve mal kaybı olduydu.
Rize'de, Samsun'da kara ile deniz arasına münasebetsiz bir yol yaptılardı ve seller denize akamadığı için nice facia olduydu.
Şu trafiğimizin perişan haline bakınız. Her gün ne kadar çok ve korkunç kazalar oluyor, canlar gidiyor.
Dikkat, hâfıza, titizlik, hassasiyet, emanetleri ehline vermek, suçluları cezalandırmak, tedbirli olmak, ihtiyatı elden bırakmamak gibi kavramları kanunlara, tüzüklere,kitaplara, talimatnamelere yazıyoruz ama hayata geçiremiyoruz.
Bir şey olmaz, bir şey olmaz, her şey yolunda diyoruz ama sık sık bir şeyler oluyor, işler yolunda gitmiyor.
Biz İsviçreliler gibi dakik ve hassas saatler yapabiliyor muyuz?
Biz Norveçliler kadar trafik kurallarına uyuyor muyuz? Güney Koreliler bütün dünyada satılan güzel otomobiller üretiyor ama bizin henüz yüzde yüz yerli ve millî bir otomobilimiz yok.
Niçin Koreliler gibi harika cep telefonları, cep bilgisayarları yapamıyoruz?
İsveç kralı, başbakanı, bakanları, büyük adamları İsveç otomobillerine binip geziyorlar da Türkiye'nin büyükleri niçin Mercedes'lerle, BMW'lerle dolaşıyor?
Topraklarımızı, tarla ve bahçelerimizi bile adam gibi, adam akıllı ekip biçemiyoruz da onları (çoğu Ermeni asıllı) yabancılara satıyoruz.
İngiliz mandası zamanında Filistinli Araplar, iyi paralar karşılığında topraklarını Yahudilere satmışlardı ve şimdi kendi vatanlarında esir ve sığıntı hayatı yaşıyorlar.
Sözü uzatmayayım: Bir ülke yeterli sayıda kaliteli, vasıflı, güçlü, üstün, dikkatli, kültürlü, ahlaklı, faziletli, becerikli, çalışkan, doğru ve dürüst, azimli, sabırlı, haysiyetli, temiz inançlı, iffetli, hikmetli insanlar yetiştirip; işleri, vazifeleri, başkanlıkları, memuriyetleri , emanetleri onlara vermezse bahtına ağlasın.