Yalan dünyadan Neşet Ertaş geçti...
Köprüden geçti gelin... çocukluğuma ait zihnimden hiç silinmeyen bir türkü bu. İlk duyduğumdan beri onun Neşet Ertaşın türküsü olduğunu biliyorum. Başkaları söylese de, onun gibi söyleyemez, türkü yine onun kalır!
Çocuk hissiyatım neden köprüden geçti gelin türküsünü beğendi ve sevdi? Oysa öğretilen başkası idi. Neyi beğenmemiz gerektiği bize açıkça belirtiliyordu. Fizik, matematik, kimya öğrenir gibi, bunu da öğreniyorduk.
Zihnimiz öyle teşevvüşe uğradı ki, mûsıkî kültürümüzle/zevkimizle öylesine oynandı ki, neye güzel diyeceğimizi, neden hoşlanacağımızı bilemedik.
Müzikte evrensel ne, millî nedir, mahallî ne anlama gelir?
Muharrem Ertaş, Neşet Ertaş, Hacı Taşan... Belki bu isimlere Bayram Aracıya da ekleyebilirim. Bunlar Anadolunun bağrından ses veren TRT diliyle mahallî sanatçılar. Kırşehir, Yozgat, Çorum, Kayseri, Ankara havalisi... Esasen, eski idari taksimata göre, bütün bu bölgeyi içine alan Ankara vilayetinin sesini, sazını ve mûsıkîsini sürdürenler bunlar.
Anadolunun ortasında âdeta muhteşem bir endemik müzik mirası..
Mektepli müzik bize ne verdi?
Cumhuriyetten sonra okullu müzik konservatuvardır, batı müziğidir. Konservatuvardan, eğitim enstitülerinin müzik bölümlerinde yetiştirilen batı müziği havarileri bir din yayar gibi bu müziği zihnimize sokmaya çalıştılar.
Türk müziği tek sesliydi. Klasik müziğimiz saray müziği idi. Halk müziği iyiydi ama iptidaî idi...
Şiddetli bir milliyetçilik, batı müziğini milletinin değerlerinin üstüne çıkararak dayatıyordu. Batı müziği dinleyerek, beğenerek, severek... gerçek Türk olacaktık!
Biz zaman zaman Dedenin, Hacı Arif Beyin, Şerif İçlinin, Saadetdin Kaynağın, Münir Nureddinin şarkılarını dinleyerek, zaman zaman da Hacı Taşanın, Neşet Ertaşın türkülerine yönelerek kendimizi bulduk.
Neydi Neşet Ertaşın müziğinin sırrı?
Binlerce yıllık müdahale edilmemiş, saf gelenekti. Baba Muharrem, oğluna bu geleneği miras bıraktı. Neşet Ertaş ölünce, Muharrem usta da gerçek anlamda öldü. Çünkü Neşetten sonrası yok... Çünkü bu işin mektebi yok!
Şiirle müzik eski kültürümüzde, atbaşı gider. Bu Orta Asyadan beri böyledir. Müzik kültürü, şiir kültürü öncelikle usta malıdır. Önce usta malları çalınıp söylenir, zamanla bu müziğe bu şiire katılacak bir şey varsa, o yapılır. Fakat ben yaptım! demeden! O büyük mirasa gerektiğinde isimsiz bir ilave olarak. Kendisi de söylüyor, (türkülerimizde) Neşet Ertaş ismi geçmez. Babam da öyleydi. Babamın çırağı Hacı Taşan da öyleydi. Biz sözün içine kendi ismimizi katmadık. Kendi ismimizden bahsetmedik.
Neşet Ertaş, Seher vakti çaldım yârin kapısın... diye başladığında Sivaslı Âgâhînin bir deyişini okumaktadır:
Âgâhî karıştır kanı yaş ile
Dost bulunmaz hayal ile düş ile
Yetilmez menzile bu gidiş ile
Hemen aşk atına binip sürmeli...
Öyle sanıyorum ki, Neşet Ertaş usta mallarını binlerce yıllık bir tarz, üslup ve eda ile bize sundu. Arada kendi yorumunu, zamanın rengini de işin içine kattı. Belki arada bir de, kendi mütevazı mahsullerini verdi.
Onu plaklarından, kasetlerinden dinlemeyenler hiç bir zaman konser salonlarında, müzik icra edilen yüksek mekânlarda dinlemek şansına sahip olamadılar.
Gazinolar, barlar, pavyonlar... Bana kalırsa, Neşetleri konser salonlarına getirmeli, o senfonicileri de gazinolara, barlara, pavyonlara göndermeli idik!
Neşet, konser salonlarının da hakkını verirdi. Ya ötekiler?
Neşet sağken bir yeni yetme hatun şarkıcı onu hiç tanımadığını beyan etmişti. O beyan etmiş, Türkiyenin resmi, okullu, kasıntı müzikçileri tanımadıkları gibi nefret ederler, fakat beyana cesaret edemezler. Çünkü kendilerine yönelmesi gereken teveccühü, sempatiyi bu ayağı çarıklılar alıp götürmektedir...
Neşet Ertaş öldü... Binlerce yıllık maceramızı bir hüzün ezgisine dönüştüren uzun havalar, bozlaklar, aydostlar öksüz kaldı!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.