Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Türküdarın ve Türkülerin Omuzlarda Götürülmesi

Türküdarın ve Türkülerin Omuzlarda Götürülmesi

Türkülerin başı sağ olsun. Türküler yetim kaldı. “Telli Kur’an”, bir türküdarını ‘âhirete yolladı yüreğine vura vura.

HAVADA TÜRKÜLER VAR, BİR TÜRKÜDAR HAKK’A GİDİYOR

Havada türküler var, bir türküdar ölmüş, Hakk’a gidiyor. Ondandır ki türküleri daha yaslı, daha dokunaklı geliyor yüreğimize. Kendi gitti, sazı ve türküleri kaldı gönüllerde. Türküdarlık ve türküler onunla bir oldu.

“Bozkırın Tezenesi'” idi nâmı. “Bozkırın tezenesi kırıldı” sazından ayrılıp gitti Rabbine doğru. Anadolu âşıklık geleneğinin, yani ki abdallık geleneğinin son ustasıydı. Onun tele vuruşuyla yüreğimiz bedenimizden kopar ve tutuşarak göklere erişirdi âdeta. Onu sazından Anadolu’nun bin yıllık acıları, hasretleri, aşkları, dertleri dile gelirdi. Bozlaklar onun sesinde Anadolu’nun semalarına yayılan bir feryattı.

“AY DOST!” DİYE İNLEYEN, FERYAT EDEN BİR OZANDI

Bozlak ustası Neşet Ertaş’ın sazının telinde Anadolu insanın gönül telleri vardı. Sevda türküleri, yüreğimizi titreten âvazları, dakikalarca süren uzun havalarıyla gönlümüz gökle yer arasında gidip gelirdi. Babası Muharrem Ertaş gibi bozkırın ortasında “Ay dost!” diye inleyen, feryat eden bir ozandı.

Vakarlı ve edepli bir türküdardı. Türküdar, türkü söyleyen, yapan ve koruyan; türküyü hayata ve gönüllere nakşeden. Her türkü söyleyene türküdar, ayarı bozulmuş her türküye de türkü denmez.

Bağlamasının tellerinden çıkan nağmeler Anadolu’nun yüreğini bir baştan bir başa sarardı. Türküleri sağlamdı ve geleneğinden kopmamıştı. Yani ayarı bozulmuş değildi. Milletin asırlardır gönlünde demlendiği tekke ve dergâhlarda pişen tasavvuf kökenli şiirlerden, bozkır göçerlerinin saf dilinden fışkıran aşk ve dertlerden meydana gelen bozlak ve türküler söyledi hep.

Bu yerli duruşundandır ki Türkiye’de sol, modernist ve “çağdaşçı” zümre onu vitrinlerine çekemediler. Türküdarlığını şuh kadın köçeklerine ve pavyon havalarına meze yapmadı.

SAZIN TELİNE DEĞİL, GÖNLÜMÜZE VURUYORDU

Türküdarlarımızdan Neşet Usta gönül dağı oldu, yağmur oldu, boran oldu, bozlak oldu gitti asıl vatanına. Türküleri yâdigar kaldı türküyü millet musikisi bilenlere. Anadolu insanının yüreğine yüreğine vururdu tezenesi ile. Sazın teline vurmuyordu, gönlümüze vuruyordu. Âşık ve acılı gönlümüz onun nağmeleriyle inşirah ederdi. Onun türküleri ve bozlaklarıyla dertlerimizi, hüzünlerimizi âşikar ederdik.

TÜRKÜDARIN DEVLET KATINA DÂVET EDİLMESİ, TÜRKÜNÜN İKTİDAR OLUŞUYDU

Cumhurbaşkanının konağına Neşet Usta da çağrılmış dediklerinde “Bu ülke kurtulur” demiştim. Cumhurbaşkanı, ondan türkü söylemesini istirham etmiş dediklerinde, “Vay benim ülkem, seksen küsur yıl sonra bir cumhurbaşkanı türküyü devletin başına taşıdı, itibarını iade etti. Bu, ülkemizin yeniden bir daha asıl mânasıyla kendi hüviyetine, yani kültürüne kavuşacağının alâmetlerindendir” diye sevinmiştim.

Sevinmem şundandır ki, Aslımızı kaybetmeden evvel, yani asıl medeniyetimizde âşıklık geleneğimiz âdabınca türküdarlar, âlimler, edipler ve şairlerle bir mertebede görülür ve hürmet edilirdi. Neşet Usta, bu tazim duygusunu yaşattı millete.

Öyle değil mi ey azizan? Milletin öz musikisi olan türküleri yasaklayan cumhuriyetin ceberrut suratlı devlet erkanının mekânlarında türkü değil, senfoni çalınırdı. Gözlerimize baka baka, ecdâdımıza söve söve, işgalci Avrupa devletlerinin müstemleke valileri gibi Frenk müzikleri icra edilirdi devlet katlarında.

SENFONİLERİN KOVULUŞU, “GÖNÜL DAĞI” TÜRKÜSÜNÜ CUMHURBAŞKANI DİNLEYİNCE BAŞLADI

Usta türküdar Neşet Ertaş’ın bir türküsü yıktı milletsiz cumhuriyetin senfonilerini ilk kez. Cumhurbaşkanının, ondan “Gönül Dağı” türküsünü söylemesini talep etmesiyle başlamıştı, Atatürkçü cumhuriyet senfonilerinin devlet katından kovuluşu.

Türküdarımız “Gönül dağı yağmur boran olunca…” demeye başlar başlamaz, seksen küsur yıldır ruhu kirli olan cumhurbaşkanlığı makamı ve konağı, asık surat, çatık kaş despotluğundan arınmaya başlamıştı. Bunu mânası şuydu: Devlet senfoniden yakasını kurtararak türkülerine dönüyor ve asıl hüviyetine yeniden kavuşuyordu.

--------------------------------------------------

İLÂVE YAZI:

İSMAİL GÖKTÜRK: “İNANCIN TURİZMİ VE MÜZESİ OLMAZ”

Türkiye Yazarlar Birliği K. Maraş Şube Başkanı öğrt.gör. İsmail Göktürk, Şehr-i Maraş’ta yapılan “Eshab-ı Kehf ve İnanç Turizmi Sempozyumu” nda yine resmî akademik kalıpları kırarak, salt yerli gerçekleri anlatan, bir işe yarayan, idrakleri açıcı sıra dışı bir konuşma yapmış ve inanç turizminin sosyolojik cephesini ele almış. Tadımlık birkaç satır:

“ Evvel emirde söyleyelim ki inanç turizmi ifadesi, medeniyetimize uygun bir ifade değildir. İnancın turizmi olmaz. İnancımızla ilgili mekânlara nasıl baktığımız önemli. Oralar birer müze değil, kalben gidilen inancımızı yaşadığımız, yaşattığımız yerlerdir. Müze ifadesi, Paris’te ortaya çıkan bir düşüncedir.

Mekânlarımızı müzeleştirmek, simsiyah heykellerle çirkinleştirmek Batı’nın müzeci anlayışını taklit etmektir. İnancımızla ilgili külliyeler, tekkeler, türbeler ve dergâhlar inancımızın ifade edildiği yerler hâline getirilmeli. Afşin’deki Eshab-ı Kehf Külliyesi elbette herkesin ziyaret edebileceği bir mekân olması yanında bünyesinde inancımızın taat edildiği, insanların daimi sohbet ettiği yer haline getirilebilir. Meselâ, geçen asırlarda Şehr-i Maraş’ın Saatçiler Çarşısında Mevlevî Dergâhı olarak mekân turizm ve müze anlayışıyla değil, inancın yaşanabildiği bir fonksiyon kazandırılmalı…”

Diline sağlık ustanın.














Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Ahmet Doğan İlbey Arşivi