Şehitlere Ağlayan Timsahlar
Haber başlıkları şöyle:"PKK silahsız askerlerimizi vurdu. Böyle hainlik olur mu?"
İnsan böyle başlıkları görünce hırsından çatlayası geliyor.
Sanki PKK'da vicdan varmış da silahsız askerlere dokunmamalıymış.
Yahu, doğuda ve güneydoğuda bir ölüm kalım savaşı veriliyor askerlerimiz silahlı olsalar da olmasalar da talimli de olsalar talimsiz de olsalar hedeftirler, düşman onları vuracaktır.
PKK silahsız askerlerimizi öldürdü, diye acındırıcı bir üslup kullananlar suç ve ihmallerini hafifletmek mi istiyorlar?
Soruyorum: PKK'da merhamet var mıdır, yoktur. PKK son derece acımasızdır. Evrensel bilgelik kurallarından biri "merhamet etmeyene merhamet edilemez" kuralıdır.
27 Mayıs 1960'dan bugüne ordumuz iç siyasete karışmaktan darbe yapmaktan, siyasi bir parti gibi hareket etmekten dolayı asıl vazifesini ihmal etmiştir.
Yakın tarihi hatırlayınız... En büyük tehlike neydi? İrticaydı, İslam idi, dindar Müslümanlardı.
PKK Derin Devlet Derin istihbarat, başka Derin Güçler tarafından kurulmuştur.
PKK'nın tozu dumanı içinde dehşetli miktarda uyuşturucu kaçakçılığı yapılmıştır.
Uyuşturucu helikopterlerle taşınmıştır.
Yüz milyarlarca dolarlık silah ve cephane kaçakçılığı ve trafiği olmuştur.
Elbette bu kafayla PKK da bitmez terör de bitmez.
Bizim toplumumuz bütün felaketlere, dehşetlere, rezaletlere çabuk alışan bir toplumdur.
Büyük medya hem şehit haberleri verir hem de en iğrenç müstehcen yayınlar yapar.
Gazetelerdeki internetteki kanlı şehit haberlerinin yanında neler var? Faiz haberleri... Seks haberleri... O biçim mankenler... Çok lüks otolarını çılgınca süren futbolcular... Rezaletler kepazelikler, iğrençlikler
Şehitler için iki türlü gözyaşı dökülüyor:
Birinci kategori: Ağlayan anneler, nineler, eşler, nişanlılar, yetim çocuklar...
İkinci kategori: Şehitlere ağlayan timsahlar.
* (İkinci yazı)
Halka Doğruları Söylemek
Söylediğin, yazdığın her şey doğru olmalı ama her doğruyu söylemek/yazmak doğru değildir.
Yanlışları düzeltmenin metotları vardır. Her yanlış, en uygun, en muvafık metotla düzeltilmeli, tenkit edilmelidir.
Müslüman şahıs ve kurumlara, zaruret olmadıkça isim ve kimlik belirtilerek çatılmamalıdır.
Şiîlerle tartışmak çok zordur, belki de imkansızdır. Çünkü onlarda taqiyye yapmak farzdır. Onlara göre taqiyye ve kitman dindir, onları terk eden dini ve namazı terk etmiş gibi olur. Bu şartlar altında nasıl tartışılabilir?
Reformcuların, bid'atçilerin büyük kısmı da taqiyye yapıyor, onlarla da yüz yüze veya yazıyla isim vererek tartışılmaz. Çünkü inançlarını, görüşlerini gizlerler.
Bir Müslüman namaz kılmıyorsa, isim vererek onu tenkit ve teşhir etmek doğru değildir; isim vermeden "namaz kılmayan Müslümanları" kardeşçe, şefkatli bir şekilde tenkit etmek gerekir.
Zamanımızda yüzde yüz olmasa bile çok geniş bir ifade, yazma hürriyeti vardır. Toplumdaki kötülüklerin, eksikliklerin mutlaka, en uygun üslupla tenkit edilmesi, halkın uyandırılması, bilgilendirilmesi, aydınlatılması gerekir. İlimleri, kültürleri, imkanları müsait olduğu halde bu uyarıları ve tenkitleri yapmayanlar sorumlu olur.
Namaz kılan Müslüman bir yazar, öteki Müslümanların namaz kılmamalarından bana ne dememeli, din kardeşlerini namaza teşvik etmelidir.
Namaz İslam'ın temel şartlarındandır, iki kere iki eder dört'lerindedir, binaenaleyh ben din hocası, müftü değilim, bana ne diyemez kimse.
Müslüman yazarlar, düşünürler, aydınlar (var mı?), nüfuzlu etkili kişiler şu konularda doğrudan doğruya veya dolaylı olarak Müslüman halkı uyarmalı ve bilgilendirmelidir:
1. Beş vakit namazın dosdoğru kılınması.
2. Erkeklerin farz namazları cemaatle kılması.
3. Kadın ve kızların tesettüre girmesi.
4. Riba/faiz yenmemesi, alınıp verilmemesi.
5. Haram kazanç elde edilmemesi ve yenilmemesi.
6. İsraf, lüks ve sefahatten (=beyinsizlikten) uzak durulması.
7. Müslümanların tek bir Ümmet olması.
8. Bu ümmetin başında ehil ve layık bir İmam-ı Kebir bulunması ve Müslümanların ona biat ve itaat etmesi.
9. Din konusundaki bütün bid'atlerin reddedilmesi.
10. Zekatların Kur'ana, Sünnete, Şeriata, fıkha göre dosdoğru bir şekilde gereken şahıslara (kurumlara değil!) verilmesi.
11. Topluma İslam, Kur'an, Sünnet ahlakının hâkim olması.
12. Hizip, fırka, cemaat, klik, sekt holiganlıklarının, militanlıklarının. fanatizmlerinin kaldırılması.
* (Üçüncü yazı)
On İki Terbiyesizlik ve Zeyli
Sultan Abdülhamid zamanında yayınlanmış "Mâ'kes-i Fazilet" isimli (Müellifi: Bâb-ı Vâlâ-i Fetva sicill-i ahval müdiriyeti muavini Mehmed Said. İstanbul, 90 sayfa. Tarih: 1319) kitabın 31'inci sayfasında, çocukların şu on iki terbiyesizliği ve görgüsüzlüğü yapmamaları gerektiği yazılmaktadır.:
(1) Eli ile ağzını kapatmadan esnemek. (2) Bir kimseye karşı sümkürmek. (3) Şuna buna karşı gerinmek. (4) Topluluk içinde parmak çıtlatmak. (5) Lüzumundan fazla ve etrafa tükürük saçarak söylemek-konuşmak. (6) Bacak bacak üzerine atarak oturmak. (7) Çok yemin etmek ve yerine getiremeyeceği vaatlerde bulunmak. (8) Kahkaha ile gülmek. (9) Bir toplulukta bir adamı fasl eylemek. (10) Bir olaya pek fazla hayret edip şaşmak. (11) Tırnakları uzun olmak ve elbisesi bakanlara iğrenç görünecek şekilde murdar olmak. (12) Yemek yerken yeme içme edeplerine aykırı olarak herkesi ikrah ettirecek hallerde, tavırlarda bulunmak.
Bunlara şu ilaveleri yapabiliriz:
(13) Herkesin arasında geğirmek. (14) Selam vermeden önce konuşmak. (Müslümanlar içindir, kafirlere selam verilmez.) (15) İlk önce küçüğün büyüğe nasılsınız diye sorması. (Küçük hodbehod büyüğe nasılsınız diye sormaz. Büyük ona nasılsınız diye sorunca: Elhamdülillah iyiyim, zat-ı âliniz nasıllar diye cevap verir) (16) Kendisine yer gösterilip, buyurunuz oturunuz denilmeden oturmamak. (17) Namazı başı açık olarak kılmak. (Başı örtülü olmak namazın edeplerinden ve sünnetlerindendir). (18) Herkesin arasında, sokakta, çarşıda pazarda açıkta yemek içmek. (19) Câmide, bilhassa cuma hutbesi okunurken cep telefonuna bakmak, mesaj okumak, mesaj atmak. (Büyük terbiyesizlik ve görgüsüzlüktür). (20) Misafirlikte iken cep telefonu ile konuşmak. (Ziyarete gidildiğinde kapının önünde cep telefonu kapatılır.) (21) Kendisinden yaşlı bir zatı ziyaret eden genç, ev sahibi çay, kahve, kurabiye, ikram tepsisiyle misafir odasının kapısında görününce hemen yerinden kalkıp tepsiyi onun elinden almalıdır.
İslam medeniyet, kibarlık, terbiye, nezaket, incelik, zarafet, mürüvvet dinidir. Yazık ki, bugünün eğitim sistemi çocukları İslam terbiyesiyle yetiştirmiyor.
Toplumumuz kabalıklar, şiddetler, edepsizlikler, terbiyesizlikler içinde boğulmaktadır.