Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Kongre’nin ardından

Kongre’nin ardından

“Demokrasi” vurgusu yüksek, ama “demokratik” profili düşük bir kongre izledik...


Meselâ, kongredeki aşırı “disiplin” ve “düzen”, muhtemelen çok kişiyi rahatlatır­ken, beni rahatsız etti...

Sadece “tek aday”ın ve “tek liste”nin olması, beni gene rahatsız etti...

“Tek kişi”nin konuşması ve dinleyenlerin sürekli alkışlaması da beni rahatsız etti...

Diyeceksiniz ki, “Sen de rahatsız olmak için bahane arıyorsun, ne güzel işte, kong­rede kargaşa filan yoktu...”

Ben de zaten bunu söylemeye çalışıyorum: Bu kadar kalabalığın bir araya toplandı­ğı “demokratik zemin”lerde azıcık kargaşa olur.

Biraz “rekabet” olur... Hatta “çekişme” olur... En azından birkaç “çatlak ses” olur.

AK Parti’nin 4. Olağan Kongresi’nde bunların hiç biri yoktu. Her şeye müthiş bir “disiplin” ve derin bir “düzen” hâkimdi...

Bu yüzden, atılan gürültülü sloganlara rağmen, Kongre’ye derin bir “suskunluk” hâkimdi diyebilirim. Bana rahatsızlık veren de budur!

Çünkü “suskunluk” demokrasilerde olmaması gereken bir şeydir: Bir bakıma “teslimiyetçilik”tir.

Ne yani: Sayın Başbakan, konuşmasının ilk yarım saatini selamlamaya ayırırken, kimsenin içinden “Ar­tık konuya gir!..” demek gelmedi mi?..

Sonraki bir buçuk saati, geçmiş icraatlarını sayıp dökmeye ayırırken, “Yaptıklarınızı biliyor ve takdir ediyoruz, peki gelecekten he haber?..” sorusu kimsenin aklına düşmedi mi?..

“Kürt kardeşlerim, cesur olun, PKK’ya dur deyin!..” şeklinde bir cümle ile “terör”e değinirken ve “yeni sayfa açalım” çağrısı yaparken, otuz senedir açtığımız yeni sayfalara ve “açılım”lara ne olduğunu me­rak eden çıkmadı mı?

Sustular ve alkışladılar... Kimisi dayanamayıp ağladı... Bunun dışında kalabalıktan hiç bir tepki gelme­di.

Geçmişte çokça üstünde durduğu Avrupa Birliği (AB) üyeliği üstünde hiç durmadı. “Yeni Barış Süre­ci”ne İmralı’yı da katmaktan hiç bahsetmedi. “Başkanlık-yarı başkanlık” mevzuuna, ucundan-kıyısın­dan bile girmedi.

“Dağıtılan kitapçıkta bunlar var” diyeceksiniz, evet, birçoğu var: Başbakan yazılı metnin içinden kendi seçtiklerini öne çıkardı. Öne çıkardıkları önemsedikleridir. Yazılı metinde yer verip konuşmasında yer vermediği konuları, demek ki önemsemiyor. Önemsemediğine göre, demek ki, icra etmeyecek.

İki buçuk saatlik bir konuşmadan aklımda neler kaldı, diye sorarsanız, şöyle bir şey kaldı: Sayın Erdo­ğan, üç sene sonra genel başkanlıktan (dolayısıyla başbakanlıktan) ayrılacak, ama bu sandığımız gibi, temelli bir ayrılma değil, kısa “mola” (es) şeklinde olacak (bence bu daha doğru)...

Bu dönemde partisinin vereceği her işi yapacak...

Şimdi soru şu: Parti kurmuş, yıllarca yönetmiş, pek çok başarıya ve yapısal değişikliğe imza etmiş bir Başbakan’a, parti nasıl bir görev verebilir?

Doğrusunu isterseniz benim aklıma cumhurbaşkanlık, yarı başkanlık yahut başkanlık dışında bir görev gelmiyor. Çünkü “şık” olmaz. “Gerçekçi” de olmaz.

Başbakan’ın (AK Parti Genel Başkanı sıfatıyla) Kongre konuşmasında bazı “çelişkili” ifadeler de vardı: Meselâ Mustafa Kemal’le Menderes’i, Özal’ı ve Erbakan’ı aynı yaklaşımla selamladı. Oysa bunlar bir biri­nin zıddıdır: Çünkü Mustafa Kemal’in rejimi demokratik bir rejim değildir. Öteki isimler bu yapıyı değiş­tirmek için çabalamışlardır.

Sayın Başbakan, Mustafa Kemal’in adını geçirmeyi bir “zorunluluk” olarak görmemişse, onun yanı sıra İsmet Paşa’yı da anmalıydı: Zira ikisi de (biri “Ebedi Şef”, diğeri “Milli Şef” olarak), aynı yapının temsil­cileridir; İnönü 17 sene “Milli Şef” unvanıyla, “Ebedi Şef”in (Atatürk) mirasına bekçilik etmiştir.

Menderes ise bu yapıyı değiştirmek için canını vermiştir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi