Kongrenin ardından
Demokrasi vurgusu yüksek, ama demokratik profili düşük bir kongre izledik...
Meselâ, kongredeki aşırı disiplin ve düzen, muhtemelen çok kişiyi rahatlatırken, beni rahatsız etti...
Sadece tek adayın ve tek listenin olması, beni gene rahatsız etti...
Tek kişinin konuşması ve dinleyenlerin sürekli alkışlaması da beni rahatsız etti...
Diyeceksiniz ki, Sen de rahatsız olmak için bahane arıyorsun, ne güzel işte, kongrede kargaşa filan yoktu...
Ben de zaten bunu söylemeye çalışıyorum: Bu kadar kalabalığın bir araya toplandığı demokratik zeminlerde azıcık kargaşa olur.
Biraz rekabet olur... Hatta çekişme olur... En azından birkaç çatlak ses olur.
AK Partinin 4. Olağan Kongresinde bunların hiç biri yoktu. Her şeye müthiş bir disiplin ve derin bir düzen hâkimdi...
Bu yüzden, atılan gürültülü sloganlara rağmen, Kongreye derin bir suskunluk hâkimdi diyebilirim. Bana rahatsızlık veren de budur!
Çünkü suskunluk demokrasilerde olmaması gereken bir şeydir: Bir bakıma teslimiyetçiliktir.
Ne yani: Sayın Başbakan, konuşmasının ilk yarım saatini selamlamaya ayırırken, kimsenin içinden Artık konuya gir!.. demek gelmedi mi?..
Sonraki bir buçuk saati, geçmiş icraatlarını sayıp dökmeye ayırırken, Yaptıklarınızı biliyor ve takdir ediyoruz, peki gelecekten he haber?.. sorusu kimsenin aklına düşmedi mi?..
Kürt kardeşlerim, cesur olun, PKKya dur deyin!.. şeklinde bir cümle ile teröre değinirken ve yeni sayfa açalım çağrısı yaparken, otuz senedir açtığımız yeni sayfalara ve açılımlara ne olduğunu merak eden çıkmadı mı?
Sustular ve alkışladılar... Kimisi dayanamayıp ağladı... Bunun dışında kalabalıktan hiç bir tepki gelmedi.
Geçmişte çokça üstünde durduğu Avrupa Birliği (AB) üyeliği üstünde hiç durmadı. Yeni Barış Sürecine İmralıyı da katmaktan hiç bahsetmedi. Başkanlık-yarı başkanlık mevzuuna, ucundan-kıyısından bile girmedi.
Dağıtılan kitapçıkta bunlar var diyeceksiniz, evet, birçoğu var: Başbakan yazılı metnin içinden kendi seçtiklerini öne çıkardı. Öne çıkardıkları önemsedikleridir. Yazılı metinde yer verip konuşmasında yer vermediği konuları, demek ki önemsemiyor. Önemsemediğine göre, demek ki, icra etmeyecek.
İki buçuk saatlik bir konuşmadan aklımda neler kaldı, diye sorarsanız, şöyle bir şey kaldı: Sayın Erdoğan, üç sene sonra genel başkanlıktan (dolayısıyla başbakanlıktan) ayrılacak, ama bu sandığımız gibi, temelli bir ayrılma değil, kısa mola (es) şeklinde olacak (bence bu daha doğru)...
Bu dönemde partisinin vereceği her işi yapacak...
Şimdi soru şu: Parti kurmuş, yıllarca yönetmiş, pek çok başarıya ve yapısal değişikliğe imza etmiş bir Başbakana, parti nasıl bir görev verebilir?
Doğrusunu isterseniz benim aklıma cumhurbaşkanlık, yarı başkanlık yahut başkanlık dışında bir görev gelmiyor. Çünkü şık olmaz. Gerçekçi de olmaz.
Başbakanın (AK Parti Genel Başkanı sıfatıyla) Kongre konuşmasında bazı çelişkili ifadeler de vardı: Meselâ Mustafa Kemalle Menderesi, Özalı ve Erbakanı aynı yaklaşımla selamladı. Oysa bunlar bir birinin zıddıdır: Çünkü Mustafa Kemalin rejimi demokratik bir rejim değildir. Öteki isimler bu yapıyı değiştirmek için çabalamışlardır.
Sayın Başbakan, Mustafa Kemalin adını geçirmeyi bir zorunluluk olarak görmemişse, onun yanı sıra İsmet Paşayı da anmalıydı: Zira ikisi de (biri Ebedi Şef, diğeri Milli Şef olarak), aynı yapının temsilcileridir; İnönü 17 sene Milli Şef unvanıyla, Ebedi Şefin (Atatürk) mirasına bekçilik etmiştir.
Menderes ise bu yapıyı değiştirmek için canını vermiştir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.