Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

“Çağın İsmailleri! Bize Et Size Cennet Düştü”

“Çağın İsmailleri! Bize Et Size Cennet Düştü”

Hızır’ın getirdiği kırk derde deva ilaç gibi, İsmail üstüne yazılanları alır yüreğimde saklarım. Vakti saati geldi mi, kalbe şifa o bediî kelimelerle gönül tâlimi yaparım. İsmail üstüne, ulvi mânada yüreğimi kıvrandıran en fikirli cümleleri Mustafa İslamoğlu yazmış:

“Kurban, Hz. İbrahim ve İsmail’in tanıklığını çağa taşımaktadır. Bunu kimileri sembolik olarak taşır, kimileri de şu anda (...) İslâm topraklarında yaşandığı gibi bilfiil taşır, çağın İsmail’i olur. Çağın İsmail’i, çağın İsmail’leri ! Bize et, size cennet düştü.”

İSMAİL'İNİZ HANGİSİ?

İslamoğlu’nun vecd ile söylediği gibi, İsmail’den kimine et düşer, kimine de tezkiye olmuş bir imanla “cennete” düşmek nasip olur. Hâle göredir içimizdeki İsmaillerimiz. Herkesin İsmail’i zâhirde bir gibi görünse de farklıdır.

İsmail’den düşen eti yemek Şeriat’in emri. Âmenna! Fakat gaye İsmail’in etini yemek değildir; İsmail’in ve Hz. İbrahim’in imtihanındaki mânaya mazhar olmaktır.

İsteyen İsmail’den düşen eti yesin. Fakîr, İsmail’in adanmışlığına ve güzel huyuna talip. Âyetin buyurduğu üzere, “Elbette kurbanların ne etleri, ne kanları Allah’a erişmez. Fakat sizden ancak takvanız Allah’a erişir.”

Herkes kendi İsmail’ini kurban eder. İçimizde barındırdığımız İsmail’i kurban ederken neyi kurban ettiğimizi biliriz aslında.

Peki sizin İsmail'iniz kimdir? Allah'a yakınlaşmanıza mâni olan her şey sizin İsmail'inizdir. Kiminin İsmail'i, aşırı sevgi ve imanla vazgeçemeyip putlaştırdığı bir insandır. Kiminki şöhrettir, servettir, makamdır.

Bundandır ki, Hz. İbrahim’in İsmail’e sevgisi gibi gönlümüzden bağlı olduklarımız, elde edilen makam ve imkânlar, yani Allah'tan uzaklaştıran her şey kurban etmemiz gereken İsmail sûretinde engellerdir. İçimizdeki İsmail'i bilip, onu niçin kurban etmemiz gerektiğini Ali Şeriatî’den dinleyelim:

“O, oğlu İsmail’i kurban etmek için getirmişti. Senin İsmail’in kim veya ne? Mevkiin mi? Şerefin mi? Mesleğin, paran, evin, çiftliğin, araban, aşkın, ailen, bilgin, sosyal sınıfın, sanatın, elbisen, ismin, hayatın, gençliğin, güzelliğin... Hangisi? Ben bilemem. Fakat sen kendin bilirsin. Kim ve ne olursa olsun, kurban etmek için getirmelisin. Sana hangisi olduğunu söyleyemem, ama yardımcı olmak için bazı ipuçları verebilirim: İnancını ne zayıflatıyorsa, ‘gitmek’ten ne alıkoyuyorsa, sorumluluk kabul etmekten ne geri çeviriyorsa, kendi kendinle olmana ne sebep oluyorsa, çağrıyı duymana ve gerçeği itiraf etmene ne engel oluyorsa, ‘kaçma’ya ne zorluyorsa, rahatın için bahaneler bulmana ne yol açıyorsa, seni ne kör ve sağır ediyorsa... İşte budur senin İsmail’in; işte odur kurban edeceğin!.. Onu hayatında arayıp bulmalısın. Eğer Allah’a yaklaşmak istiyorsan, İsmail’ini kurban etmelisin..”

NEFSİNİZE ÇALIN BIÇAĞI, İSMAİLLERİ DEĞİL İÇİNİZDEKİ “BEN”İ KESİN

Nefsinizi kurban etmeye hazır mısınız? Hz. İbrahim gibi olmaya… Nefsinize çalın bıçağı, İsmail’leri değil, içinizdeki “ben”i kesin. İsmailler kurtulsun. İsmail, içimizde bir yük, bir nefs, bir kötü yanımız mânasında değildir elbet. İçimizde tutup, sevip sarmaladığımız, bazen güzelliğinden ve hoşluğundan kopamadığımız, kimi zaman nefse dönüştürdüğümüz İsmail mânasında her şeyle kulluğumuzun imtihana çekilmesidir.

İsmail’i kesmek demek, sevip vazgeçemediklerinizi Allah uğrunda feda etmek, yani nefsini ve iradenizi Allah’ın iradesine teslim etmek demektir.

Hz. İbrahim Allah'a yaklaşmak için çok sevdiği oğlunu kurban etmekte zerre endişe duymaz. İsmail’ini kesmeyi göze aldığı için Allah’a yaklaşmıştı. Bir asır bekleyip sevgiyle büyüttüğü Hz. İsmail’i kurban etmekte tereddüt etmedi ve imtihanı kazandı, Allah’a dostu oldu, yani Halilullah…

Ya siz, kendi İsmail’inizi aşka kesilmiş bir imanla kesebiliyor musunuz? İsmailler, bıçağına teslim olacak İbrahimlerini arıyor.
---------------------------------------------------------

İLÂVE YAZI:

“YENİLGİ YENİLGİ BÜYÜYEN, YUFKA YÜREKLİ ÇOBAN, OSMANLI ÇIBANI” ŞAİR MEMDUH ATALAY

Ey azizan! Sivas’ın dertli türküleri kadar derdmend, Sivas’ın fikirli soğuğu gibi fikirli; Sivas’ın hüzünlü tarihi kadar hüzünlü şair Memduh Atalay’ın, “Yüreğinde ne olduğunu, kim ve nereden gelip nereye gittiğini, niçin şiir yazdığını…” bu kez de kendi dilinden öğrenmek istedim:

“Yenilgi yenilgi büyüyen zaferin sakasıyım. Yürek safında hüzünkâr bir yolcuyum. Yufka yürekli çoban ve dahi Osmanlı çıbanıyım. Kalabalıkta yağmalanan, beşer mektebinden hiç çıkmayan gemide paspas olmayı bile paye bilen, taçlardan akan kibre tüküren ama ‘makam’ da bildiğim yüceler habercilerinin peşinde ‘üç adımla seken topal köpek’ olmaya razı bir Türkmen’im. Doğduğum gelenek sözle, şiirle, ağıtla kısacası ses ve acıyla örülü bir gelenekti. Bu etki ve çok küçük yaşta bir yatılı öğrenci olarak elime tutuşturulan Necip Fazıl ile bu yola girdim.

“Şiir benim dünyamda iç sesimin, yangınımın sesidir. Bu sese ortak rikkatlerle bir bağ kurmak çabasından kaynaklamış bir çaba diye adlandırabilirim. İnsanlar kendilerini ifade etme ve içlerindekini anlatmak isterler. Şiir insanın meramını dile getirme şeklidir. İnsan kendi yangınını dile getirmelidir. Kendimi şair olarak değil de Sezai Karakoç’un ‘Yoktur yazanı şiirin yalnız vardır okuyanı / Şair de kendi şiirinin okuyanıdır” ifadesinde olduğu gibi görüyorum. Bu anlamda kendi şiirimin okuyanıyım.
“Ben sözü ve bestesi kendime ait türküleri olan bir kimseyim. Zaten rahmetli annem çok kuvvetli ağıt yeteneği olan biriydi. Türkü bizim mayamızda var. Hafızamda çok türkü var. Turna türkülerine ayrı bir değer vermekle beraber Ahmet Doğan İlbey abimizin talimlerinden olarak Yemen Türküsü, Celal Oğlan, Sular Başın Vurur Taştan Taşlara, Nasip Olsa Yine Gitsem Yaylaya, Kışlalar Doldu Bugün, Taşa Verdim Yanımı türküleri gibi daha onlarca yüzlerce sayabilirim. Türkücüm ise Erkan Oğur.
“Ben aslında bir Maraş muhibbiyim. Benim için Maraş ikinci bir üniversite oldu diyebilirim. Başta sadık dostlarım, fikirdaşlarım olmak üzere bu şehrin taşını toprağını, suyunu, havasını severim. Tabiî çeyrek yüzyıllık öğretmenlik yaptığım şehirde benim için başlı başına bir mürüvet olan öğrencilerim de benim Maraşlılığımda etken diyebilirim. Bunu bir yurt tutma olarak değil de sesimin yankısını aldığım bir şehir olarak söylüyorum, çünkü ben bu dünyayı bile yurt saymayan bir kültürün evladıyım.”



Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Ahmet Doğan İlbey Arşivi