Siyasi seyri sülük
Yusuf Karadavi 1996 yılında İslam Zaferinin Müjdeleri adıl eserini kaleme almıştır. Mübeşşirat Biintisar el İslam kitabında İslamın atideki zaferlerinden bahsediyor. Kitabını Türkiyeyi kasıp kavuran 28 Şubat sürecinden çok az bir zaman önce yazmış. Ve Necmettin Erbakanın 54üncü hükümetinden veya nispi çoğunlukla seçimleri kazanmasından bahsediyor.
Türkiyede İslami hareketin onlarca yıl sonra yeniden ülkenin dümenine geçmekte olduğunu yazıyor. Kitabı yazdıktan bir süre sonra Türkiyede devran değişiyor ve fırtınalar kopuyor. Araya küçük bir fetret devri giriyor. Kitabı yazalı tam 16 ve hatta 17 yıl oldu. Bu dönemde Türkiyede 28 Şubat süreciyle birlikte İslami kesimlerin zaferi kesintiye uğruyor. Demokratik süreç kesintiye uğratılıyor ve aynen Cezayirde olduğu gibi lakin kansız bir versiyonu- Refah Partisi yasaklanıyor ve kadroları dışlanıyor. Bununla birlikte çok geçmeden siyasi sistem iflas ediyor ve İslami kesimler daha dolambaçlı yollarla iktidara geliyorlar. Demokratik sürecin kesintiye uğramasından 16 yıl sonra manzara nasıl görünüyor? Bu zaman zarfında Türkiye, Arap dünyasına ve İslam dünyasına model ülke gösteriliyor. Üstelik bir de Arap dünyası, Arap Baharıyla birlikte yapısal bir değişime giriyor ve bu rüzgarla birlikte Türkiye ile Arap dünyası arasında yapısal bir buluşma ve ortaklık zemini doğuyor. Dolayısıyla 28 Şubat süreci İslami kesimler açısından bir kırılma olduğu gibi bir terbiye anlamı da ihtiva ediyor. Tefviznamesinde İbrahim Hakkı Hazretleri: Hak şerleri hayreyler. Zannetme ki gayreyler. Ârif onu seyreyler diyerek herhalde bu gibi hallere işaret etmiş olmalı.
İslami hareketlerin iptilalardan, çilelerden geçmeden olgunlaşması ve dolayısıyla durulması ve reşit bir idare hüviyeti kazanması mümkün değildir. Reşit bir idari hüviyet için ongunlaşma devresi kazanmak gerekiyor. Bu da bir seyri sülük veya ibtila devresinden geçmeyi gerektiriyor. Siyasi seyrü sülükten geçmeden önce olgunlaşmak ve reşit bir idare tarzı oluşturmak mümkün değil. Dost ve düşmanın tespitlerine göre, Cezayirde İslami kesimler olgunlaşmadıkları için büyük bir hamlık eseri tuzağa çekilmişlerdir. Gerçeklere veya değerlere dayanarak değil de sloganlarla bir yönetim tarzı oluşturmaya çalışmışlardır. Sözgelimi, 1988 yılında Şadli Bin Cedid, Mübarek, Bin Ali gibi liderlerin ve Fransa gibi ülkelerin uyarılarına rağmen ülkeyi çoğulcu bir sisteme açmıştır. Lakin ham ve olgunlaşmamış İslami kesimler bu altın tepsi içinde gelen süreci değerlendirememiş ve yüzüne gözüne bulaştırmıştır. FISin lider kadrosundan Abbas Medeni ve arkadaşları bilahare askeri süreçle bütünleştiğinden dolayı Mahfuz Nahnahı kıyasıya eleştirmişlerdir. Halbuki, çoğulcu sistem konusunda velinimetleri olan Şadli Bin Cedide de kendileri böyle vefasızlıkta bulunmuşlardı. Şadli Bin Cedidin mazlum ve mağdur bir cumhurbaşkanı olduğunu söyleyenlerden birisi Abdulaziz Kehildir. Mazlum Başkan: Şadli Bin Cedid yazısında tafsilatlı bir biçimde mazlumiyetini anlatmıştır. Ülkeyi sosyalizm bataklığından kurtardığı gibi ulemaya da itibarını iade etmiştir.
Bumedyen ve Bin Bellanın yanlış icraatlarını tashih etmiş ve devrimi hakiki mecrasına oturtmuştur. FIS ve diğer İslami kesimler ise bütün kazanımları kendi marifetleri bildiklerinden 1991 sürecinde her şeylerini kaybetmişlerdir. Onlarla birlikte ülkeyi çoğulcuğa açan Şadli Bin Cedid de kaybetmiştir. Lakin o tarih önünde görevini tamamlamıştır. Yine Cezayirli Muhammed Bu Hadid isimli yazar da İslami kesimlerin Şadli Bin Cedidin kıymetini yeteri kadar takdir edemediklerini ifade eder ve vefasızlıktan ve kadirşinassızlıktan yakınır. Demek ki slogan düzeyinde reşit idare oluşturmak mümkün olmuyor. Tabir caizse feleğin imbiğinden geçmek gerekiyor. Dolayısıyla Cezayir ve Türkiyede İslami hareketler feleğin çemberinden veya siyasi seyrü sülükten geçmek mecburiyetindeydiler. Yoksa İslamcıların kazandığı zafer keyfi zafer tadında olacaktır. Bu da nefsin hesabına geçecektir. Türkiyede bazı radikal kesimler neden gelen ilk otobüse atlamışlardır? Bunun nedeni, radikalliklerinin Allah namına değil nefisleri hesabına olmasıyla izah edilebilir. Yoksa yeni dönemin değeri sabır ve metanet olmalıydı. İslamcıların keyfi zafer arayışından çile ile ızdırarı/çaresiz zafer aşamasına gelmeleri gerekiyordu. Karadavi, İslamın Zafer Müjdeleri kitabında zaferin iradenin sukut anında geleceğini söylüyor. Bu bize ferdi ve psikolojik anlamda Gazalinin El münkiz Mined Dalal isimli eserinde yazdıklarını hatırlatıyor. Öyle bir derde düçar oluyor ki esbab külliyen sukut ediyor. Doktorlar çare bulamıyor. O anda imdad-ı ilahi yetişiyor ve kalbine nur salınıyor. Karadavi de hakkın zaferinin en ihtiyaç anında geleceğini ifade ediyor. Esbab sukut ettiğinde ilahi yardım gelir diyor. Kul kendi gücüne dayandığında, onun sarhoşu olduğunda ilahi nusret çekilir. İlahi nusret ham ervaha ram ve yar olmaz. Allah çaresizin duasını kabul etmektedir. Zira orada esbab sukut ettiğinden ihlas kamil olmaktadır. Zafer nefsin hesabına değil rızayı bari namına olmakta ve gelmektedir. Gazalinin psikolojik hali sosyolojik zeminde de geçerlidir. Osmanlılar bu yüzden daima: Mağrur olma padişahım senden büyük Allah var demişlerdir. Seferle mükellef olduklarını ve zaferin ise tevekkülün mahsulü olduğunu ifade etmişlerdir.
Sokullu Mehmed Paşa döneminde Osmanlılar İnebahtı Deniz Savaşını kaybederler lakin Kıbrısı da alırlar. Bunun üzerine Sokullu onlara şöyle seslenir: Siz İnebahtı zaferiyle bizim sakalımızı tıraş ettiniz biz ise Kıbrısı alarak sizin elinizi kestik. 28 Şubat süreci bir sakal tıraşı idi. Sonrası ise tıraş yapanların kolunun kesilmesi oldu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.