Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Kalemin Yaratılışı

Kalemin Yaratılışı

Önce kalem yaratıldı. Kaleme yaz emri verildi. Kalem ne yazacağını sordu. “Yaradanın birliğini ve O’ndan başka tapılacak olmadığını” yazması emredildi. Kalem emredileni yazdı. Ruhlar da kalemin yazdıklarını tekrarlayarak söz verdiler.

Kalemin tarihi, yazının tarihinden eskidir, diyor ilim ehli. Kalem yaratılınca, yazı ondan doğdu. İlk kalemi Âdem Âleyhisselâm tuttu; ilk yazıyı O (a.s.) yazdı. Âlimler, Efendimiz s.a.v.’ın Miraç esnasında “Kalemlerin cızırtısını” duymasını, Allah’ın buyruklarını yazıya geçiren meleklerin kamış kalemlerinin sesi olarak ifade ediyorlar

Kitaplarda kalemin mânası için “Ulûhiyyet âleminde bütün nesne ve olayların kaydedilmesini sağlayan araç” târifi yapılmakta. Kalem kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de tekil ve çoğul olarak (aklâm) yer alır. Alak Sûresi’nde yer alan “Rabbin insana kalem kullanmasını öğretti…” âyeti, kalemin, ilim yolunun en mühim vasıtası olduğunu buyuruyor.

İnsanın gönlünü doldurmak ve Allah’ın yolunda olmak için kalem tutanlar, Kalem Sûresi’nde yer alan âyete döne döne sevinmeleri ve şükretmeleri gerek. “Kaleme ve yazdıklarına yemin edildiği” ve çoğul olarak ifade edilen kalemin (aklâm) “ilâhî ilmin sonsuzluğu, yeryüzündeki ağaçların tamamı kalem, denizlerin de yedi katı daha artırılarak mürekkep olması halinde bile ilâhî kelâmın yazmakla tükenmeyeceği” buyruluyor.

Kalemle nikahlananlar ve kalemi sevgili olarak bilenler için bundan güzel müjde olur mu?

Efendimiz s.a.v., “Haberiniz olsun ki, Allah’ın ilk yarattığı kalemdir, sonra da Nun’dur ki, o divittir. Ona ‘yaz’ dedi, kalem de: ‘Ey Rabbim, ne yazayım’ dedi. Allah: ‘Kaderi, gelmiş geçmiş ve gelecek her şeyi yaz’ diye emretti. İşte o ânda kalem olmuş ve kıyamete kadar olacakları yazmış” buyuruyor.

Kalemin yazdıkları bir kez düştü mü defter-i âmalimize, bir daha silinmeyeceğine göre, amellerimize itina göstermek ve kaleme tazimde bulunmak gerek. O vakit yapılacak iş, Efendimiz s.a.v.’ın buyurduklarıyla tâlim etmek:

“Kalemin kaldırılması var. ‘Uyanıncaya kadar uyuyandan, ergenlik çağına girinceye kadar çocuktan, akıllanıncaya kadar deliden ve bunaktan, uğradığı musibetten kurtuluncaya kadar musibete uğrayandan kalemin kaldırıldığı, yani kalemin onlar hakkında günah yazmayacağı bildirilmiştir.”

Kaleme vahyî mânası bakıldığında Müslüman olmanın şart ve tekliflerine muhataplık karşımıza çıkar. “Kalemin kaldırılması” İslâm’ın teklifinin kaldırılması ve muhatabının mükellef olmadığı mânasına gelir.
Yani, İslâm’ın mesuliyetlerini yüklenmekten muaf olanlardan “Kalemin kaldırıldığı ve kalemin insanlar hakkında yazdığı hususların asla değişmeyeceğine inanmak gerektiği” buyruluyor.

Öyleyse muradımız ve dâvamız, kalemin üstümüzden kaldırılmadığı ve her an kalemin yazdıklarına muhatap kâmil bir insan olmak olmalı. Kalemin uhrevî mânasına da her an muhatap olduğumuzu bilmek, kendimizi bilmektir.

KALEMİN HÂL TERCÜMESİ


Âlimlere göre, İslâmî naslarda iki çeşit kalemden söz edilir. İlki insanın öğrenme vasıtası olan kalem. İkincisi ilâhî, yahut mânevî kalemdir. Yani levh-i mahfûza yazan ilk ilâhî kalemin varlığına işaret edilir. İlk yaratılanın akıl veya cevher olduğu, bununda kalemle aynı mânaya geldiği, yaratılışın başlangıcından sonsuza kadar vukû bulacak her şeyi ilâhî ilme göre kaydedecek mânevî bir kalemin bulunduğu belirtilir.

Kalem sûresi, 1. âyeti “Nûn ve kaleme ve yazdıklarına yemin olsun ki” diye başlar. Alak (ikra) sûresi 4.âyeti “Ki O kalemle (yazmayı) öğretendir) buyuruyor. Demek ki kalemin derûnunda mukaddeslerin emrine tâbilik derecesine göre kıymeti var.

Sûfî âlimler, Kur’ân-ı Kerîm’de kaleme yemin edilmesinin mânasını okumak ve yazmakla, yâni ilme verilen ehemmiyete bağlarlar

“Kalem”in, Müslümanların Allah’a yönelişinde ve hayatındaki değerine dair Ömer Nasuhi Bilmen’in tefsirinde geçen şu cümleleri, edipler ve muharrirler kalemi her tutuşlarında hatırlayıp niyazda bulunmalı:

“Şöyle ki: (Nûn ve Kalem) andolsun (ve) meleklerin hayr ve salâha dâir veya hafaza meleklerin amâli beşeriyeye ait veya kalem sahiplerinin mütenevvi (çeşitli) mevzulara müteallik (yazdıklarıyla şeylere andolsun ki) beyan olunacak hususat, birer hakikattir.”

Kur’ân’ı Kerîm’in istikâmetinde tutulan kalemin yazdıklarının hakikate götüren vasıta olarak görülmesi ne büyük bahtiyarlık! Bu bahtiyarlığı yürekten kuşanmak isteyenlere müfessirimiz bir de müjde veriyor:

“Çeşitli mânaların yanında Nûn’dan maksat, mürekkep hokkasıdır veya mürekkeptir. Kalem ile hokkanın büyük menfaatleri olduğu için, neşr-i ilme hadim bulundukları için mânevî kıymetlerine işaret için kendilerine ( Nûn ve Kalem’e ) böyle yemin edilmiştir.”

NUN VE KALEM

Allah Teâlâ, “Nun” harfine, kaleme ve yazıya yemin ederek “buyuruyor.” Nun, Kur’ân elifbasında harflerden bir harftir ve Kalem Suresine başlangıçtır. “Nun” harfi ile kalem ve yazı arasındaki bağ ve âyette bunlara yemin edilmiş olmasının bildirilmesi değerini yüceltiyor. Bu mâna ile okumayı, yazmayı ve ilim yapmayı buyuruyor. Kalemin yazdıklarını bilmek için ilim yapmak gerek.

Demek ki kalemi eline alan, kalemin hakkını vermeli ve mukaddeslerin emrinde kullanmalı.

Kalemle ilgili bir âyet tefsiri, kalemi bize daha çok sevdirecek mânadadır:

“Allah’ın ilk yarattığı şey kalemdir. Yani su üzerinde Nûn’u yarattı. Sonra onun üzerine yeryüzünü örttü. Kalem yaratılınca bütün olacaklar oldu. Kainat yaratıldı ve yer Nûn’un sırtına döşendi. Sonra arz hareket etti. Rabb ona ‘yaz’ dedi. O da kıyamete kadar olacakları yazdı. Başlangıçta kalem-i âla, yani ilahî kalem ve yüce kalem denilen Nûn’a ezelî takdirde kıyamete kadar olacak şeylerin plânını yazan akl-ı evvel (ilk akıl) ve Muhammedî nûr denmiştir.”

“ÇÜNKÜ KALEM, DİLİN KARDEŞİDİR”

Bir başka tefsirde şöyle: “Hokka ile kaleme yemin edilmiştir. Nûn’a, nurdan levha denilmiştir. Nûn’un, divit ve kaleme teşbih olarak, Rabbimizin yemin ettiği ve yüce katında yaratıp emir verdiği kalemdir. O kalem de emir üzere kıyamete kadar olacak şeyleri yazmıştır.”

Âlim İbni Abbas’ın söyledikleri de bu mâna üzerededir: “Şer’an bilinen kalemdir ki, o da Levh-i Mahfuz’u yazan kalemdir. Yani Kur’ân yazılan kalemdir. Bu yazı işi bütün ilimlerin, dünya ve ahiret işlerinin direğidir. Çünkü kalem, dilin kardeşidir ve Allah tarafından verilen bir nimettir.”

Fahreddin-i Râzi’nin dediklerine kulak verelim: “Vel-kalem hakkında iki görüş vardır. İlki, yemin edilen kalem, gökte ve yerde bulunan her şeyi yazan kalemin cins ismidir. Allah, insana bu kalemle öğretti. Kalemle ihsan etmesiyle de minnet buyurmuştur. Meali şöyle: Kalem, üçüncü şahsı ikinci şahıs yerine koyar. Bunlardan hareketle ‘insan kalemi’ mânasına gelen kalem vardır. Ona yazdıran bir akıl ve anlayış vardır. Kalem ona teslimdir.”

Kalemi ve yazıyı Allah c.c. ile irtibatlandıran yalnızca İslâm medeniyetidir ki, bu sahada çeşitli hat ve kitabî yazı sanatı üstüne eserler Müslüman kültüründe ilim olarak neşvünema bulmuştur. Bundandır ki kalem hürmete şayandır.

Kitaplardan öğrendiğime göre, iki çeşit kalem var: İlki, ilahî Levh-i Mahfuz’u yazan Allah’ın yarattığı kalem. Diğeri, ilim yapmak, düşünce ve duyguları yazmak için kullanılan maddî kalem. Hayatı kalemle geçenlerin tuttuğu kalem maddî kalemdir ki, İlk kalemin istikâmetinde kullananlara helâl olsun.

Allah’ın, peygamberlerine gönderdiği vahiyleri yazan ilk kaleme, Müslümanların amellerini ve kainattaki olup bitenleri yazan meleklerin kalemine selâm olsun!
-------------------------------------------

İLÂVE YAZI:

ŞAİR MEMDUH ATALAY, ŞİİRİ BÖYLE YAZINCA VECDE GEÇMEZ MİSİNİZ?
Şair bir dostunuz varsa şayet, sevinin. Çünkü o, sizi modernizmden ve akl-ı meaş’tan uzak tutar. Gönlünü gönlünüzü katar ve tutar elinizden dağların yücelerine çıkarır. Bir ulvi, bir fikirli isyan havasında türkü söyleyerek vecde geçirir sizi. Şair dost, şiiri böyle yazarsa bir yanınız aşk, bir yanınız ölümle kucaklaşıp coşarak cezbeye kapılmaz mısınız?
Bu şair, Memduh Atalay olunca yüreğiniz ve fikirleriniz işte böyle bin miligramlık ateşle kıvranmaya başlar, aşkı ve ölümü Hakk’tan bilip divâne olursunuz. Şair, “Bizim” şiirimizi yazmış. Hikâyesi dostluk olan mâzi ve hâl iç içe süren ve hiç eskimeyen bir hayatın hikâyesi bu. Şair, mâna âleminin sarhoşu olmuş, gönlümüzü, aşk ve ölümü bir ederek cezbesiyle tutuşturuyor, Fuzûlî ve Nesimi gibi mısralarıyla üstümüze üstümüze geliyor. Şu mısralar yüreğimi vurdu geçti, yaktı geçti:

“Çünkü aşk şiirden önce gelirdi / Ben adını ağaca yazdığım günden beri / Bıçaklar keskinleştiğinde bizdik yine Allah’ın aslanı / Ali’den gelen bir damarımız var ki hep dimdik korkusuz / Ölümü güzelleştirdik ve ismimiz yaşadı çocuklarda / Tütün gibi sarıp yaktık dünyayı / Çay gibi ikram ettik tüm dünyalıkları / Neyimiz var boş bardak ve bir içimlik tütünden başka / Biz bir gölge gibi geçtik vicdanlarınızın ve eşyalarınızın arasından / Ve dünyayı bir katır gibi tutup yularından / Dünyalıkları dünyaya sığmayanlara / Musalla kardeşlerine ve iz süren avcılara / Bıraktık!”

Şiir böyle olur ey azizan! Ses, ahenk, kütük ve nakış bir arada. Üslûpta heybet ve niyaz, hüzün ve çığlık yan yana. Şair Memduh Atalay’ın aşk, ölüm ve dostluk etrafında dolanan kıvrandırıcı şiiri kendinden geçmek isteyenlere, ehl-i irfana ve yüreği yanında olanlara sunulur:

“Bizim Şiirimiz”
“Aşk şiiri yazamazdı Hasan Hüseyin / Çünkü aşk şiirden önce gelirdi / Ben adını ağaca yazdığım günden beri / Bir ileri iki geri ama sen hep şiirden içerisin / Adam aldırma demeden tam ortasında savaşın / Cihadın derdik eskiden eskimeyen davalar zamanında / Şimdi yedeğindeyiz karşı çıktığımız das kapital davasının / Ve savaşımızın tam ortasında das kapital / Şiirini de yazarız aşkın resmini de çekeriz gözyaşının / Gel merhamet rozeti satın alalım kadın uğultulu bir kermesten / Üzerinde az fikir de olsun eskiyi hatırlatan / Dergilerde adımız protokolde yerimiz sağlamlaşsın / Eskinin anısına / Severken de çocuktuk kavgada muzafferken de / Ağladık hep emellerin boş kalan avuçlarına / Bizi bulutsu gözlerimizden tanıdı tarihin tüm Hüseyinleri / Namlular bizi gösterdiğinde aynı sesin yankısı / Bıçaklar keskinleştiğinde bizdik yine Allah’ın aslanı / Ali’den gelen bir damarımız var ki hep dimdik korkusuz / Ölümü güzelleştirdik ve ismimiz yaşadı çocuklarda / Adam gibi ölmesini bildik şükür / Kâra tahvil etmeden / Şimdi aşktan ayrı görünen yüzümüzü çok katlı bir muska gibi / Ağaran saçlarımız örtüyor hal ehli bilir / Tütün gibi sarıp yaktık dünyayı / Çay gibi ikram ettik tüm dünyalıkları / Neyimiz var boş bardak ve bir içimlik tütünden başka / Belli yerimizi yadırgadık bizi yadırgadı tüm kartviziti olanlar / Biz bir gölge gibi geçtik vicdanlarınızın ve eşyalarınızın arasından / Ve dünyayı bir katır gibi tutup yularından / Dünyalıkları dünyaya sığmayanlara / Musalla kardeşlerine ve iz süren avcılara / Bıraktık! / Aşk da bize yakışırdı Ahmet abi şiir de / Protokolde yerimiz yok dergilerde adımız / Bir içimlik tütün bir bardak çay / Birlikte içmedik mi dost bahçesinde / Hem Ali hem Muzafferdik bir de İsmail / Bir neslin anısına bıçaklarla denenen / Ben yadırgadım yerimi dünya ne ki / Ölüm aklımın karası / Ölüm ruhumun mayası / Ölüm Ahmet abi / Mutlaka ikindi sonrası”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Doğan İlbey Arşivi