Mutluluk kapısını açık tutun
İleriye doğru attığınız her adımın tadını çıkarın. “Zirveye çıkınca mutlu olacağım” demeyin. Her zirvenin bir üstü vardır. Aldığınız her nefesin tadına varın. Biraz sonra nefes sayınız bitebilir veya nefes darlığı başlayabilir.
Nefeslerim bitiyor diye de huzursuz olmayın, nefesleri verene doğru gidiyorsunuz.
Mutluluğunuzu yarına bırakmayın.
Mutluluğu yaşlılığa bırakanlar, yemeyip artıranlar emekli olunca şekeri çıkar bal yiyemez, kolesterolü çıkar yağ yiyemez.
Gülünecek bir şey gördüğünüzde veya duyduğunuzda nasıl yarına bırakmıyorsanız bir iyilik yaptığınızda, bir gülücük gördüğünüzde o mutluluğu yarına bırakmayın ve hemen etrafınızdaki insanlarla paylaşın.
Mutluluk paylaştıkça artar.
Güldürücü bir fıkrayı yalnız okuduğunuzda yalnız gülümsersiniz ama arkadaşlarla beraberseniz kahkahalarla gülersiniz.
Mutluluk da öyledir.
“Bende belanın bin bir çeşidi var. Nasıl mutlu olayım?” deme.
Acı biberin de kendine göre tadı vardır.
Gündüz gün ışığında hayatın tadına vardığımız gibi gecenin zifiri karanlığında daha başka mutluluklar yaşarız.
Balın tadına vardığımız gibi biberin de tadına varırız. Fakirler mahallesinde zengin bir adam mutlu olamaz. İncik boncuk satan sokakta altın ticareti yapılmaz.
Zengin o mahallede mutlu olmak istiyorsa mahalle halkına da yol gösterecek ve onların zenginlik seviyesini yükseltecek. Altın ticareti yapmak isteyen sarraflar çarşısında tezgah açacak. Cahiller mahallesindeki alim insanın hali, körler köyündeki gören adamın hali gibidir.
Alim insan mutlu olmak istiyorsa derhal onları eğitmelidir. Ve bu eğitimden mutluluk şerbetini içmelidir. Eğitim esnasında cahillerin sesinin fazla çıkıp kendi sesini kıstığına üzülmesin, davulun sesi kemanın sesini bastırır ama insanlar kemana kulak verirler.
Birini dövebilecek, yanınızdan kovabilecek güce sahipken affetmenin mutluluğunu hiç tattınız mı? Hiç havyar yemeyene havyarın tadını anlatamazsınız. Ancak yedirirseniz o kendisini anlatır.
Affetmenin vereceği mutluluğu anlatmak mümkün değildir. Kendiniz deneyerek tadınız.
Yemek yerken aldığımız tadı hepimiz biliriz. Peki, yedirmenin tadını denedik mi?
Yeni bir elbisenin verdiği keyfi de biliriz. Acaba başkasına yeni bir elbise giydirmenin tadını kendi giyiminizde aldığınız keyifle hiç kıyasladınız mı?
Deneyin. Yeminle söylüyorum, başkasının ağzına verdiğim lokmanın tadı kendi ağzımdakinden daha tatlıdır. “Afiyet olsun yarim, sen yedikçe ben doydum” diyen şairin iç huzurunu bu şiir ifade edemez. Bu şiir, mutluluk diyarının işaret levhası gibidir.
Kan bütün vücudumuzda gerekli yere gereken kadar kan dolaşımını sağlarsa vücud sıhhatli olur. Servet de dünya insanı arasında ihtiyaç oranında dolaşırsa toplum vücudu sıhhatli olur.
Kur’an-ı Kerimde fakirlere, yetimlere, yolda kalanlara haklarının verilmesini düzenledikten sonra gerekçesi olarak “Böylece (mal) içinizdeki zenginler arasında dolaşan bir şey olmasın.” Diye açıklamış. (Haşr suresi ayet 7)
Mutluluk kapılarınızı sizden başka kimse kapatamaz.
Moğolların taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmadığı bir dönemde değerli bir ilim adamına hakim ceza olarak tek kişilik hücrede hapis cezası verince ilim adamı sevinmiş.
Hakim: – Hayrola niye seviniyorsun? diye sormuş.
İlim adamı: – Bugüne kadar ilim okumaktan ve okutmaktan nafile ibadetlere zaman ayıramamıştım. Şimdi hücrede bu ibadetleri yaparım.
Hakim: – Hayır sana sürgün cezası veriyorum, demiş.
İlim adamı: – Bu şehirden başka şehir görmemiştim iyi olur. Başka şehirler de görürüm.
Hakim, idamına karar verince adam daha çok sevinmiş ve “Mü’minin arzusu şehit olmaktır,” deyince hakim “serbest bırakın” demiş.
İlim adamı: – Bizim hapsimiz halvet, sürgünümüz seyahat, katlimiz şehadet. Biz cennetimizi göğsümüzde taşırız. Biz nereye gidersek cennetimizle gideriz, demiş.