Ah Muharrem!
Muharrem ayı geldiği zaman kalbim heyecanlanır, içim sızlar. Bu ayın, biz Müslümanlar üzerinde duygu yüklü farklı anıları vardır. Sevinç ve üzüntü adeta iç içedir bu ayda.
***
Muharremin kelime anlamı: haram kılınan, hürmet edilen, kutsal olan demek. Çünkü, savaşmanın haram kılındığı dört aydan biridir Muharrem ayı. Kuran-ı Kerimde her ne kadar muharrem ismi geçmese de, Allahın Rasulü (a.s) savaşmanın haram olduğu ayların; zilkade, zilhicce, muharrem ve recep ayları olduğunu bildirmiştir.(Buhari, Meğazi,77; Müslim, Kasame,29). Kuran-ı Kerimde ise, bu aylardan; eşhurul-hurum ya da eşşehrul-haram diye bahseder.(Bakara/194,217; Maide/2,97; Tevbe/5,36).
Cahiliye döneminin bir adeti olarak Araplar; bu aylara hürmet ederler, savaş yapmazlar, kan dökmezler, adam öldürmezlerdi. Bu aylar, onlar için barış ve esenlik günleriydi. Kuran, cahiliye adeti olmasına rağmen bu uygulamayı onaylar. Hatta, Abdullah İbn Abbas (r.anhüma); Fecr suresinde üzerine yemin edilen vel-fecr kelimesinden maksadın muharrem ayı olduğunu, devamındaki ve leyalin aşr ayetinin de muharremin ilk on gecesi olduğunu söyler. Başka rivayetlerde ise, bu ayın ve günlerinin zilhicce ye mahsus olduğu belirtilir. Sonuçta, ikisi de haram aylardandır.
***
Heyhat ki, cahiliye dönemindeki Arapların bile savaşmadıkları ve kan dökmedikleri bu aylarda, İslam dünyasında oluk oluk kan akıtılıyor! Kendi içlerinde bile Müslümanlar birbirlerini boğazlamaktan çekinmiyorlar! Siyasi ihtiraslar, dünya malı ve nefsi arzular; maalesef dinin önüne geçmiş durumda.
Haram aylarmış, Hicri yılbaşıymış, Kerbelaymış, hiç umurumuzda değil! Ama, aşure çorbasına gelince iş değişiyor! İlla ki, on çeşitten malzeme almamız, tatlısını yapmamız, çorbasını kaynatmamız, sanki dinin bir emri imiş gibi, üzerinde titizlikle durduğumuz önemli bir görev haline geliyor!
Ne Hz.Ömer (r.a) döneminde (M.638) kabul edilen hicri yılbaşının arka planı, ne de Kerbelada şehid edilen Hz.Hüseyn (r.a) ve aile fertlerinin hazin tablosu, gündemimizi oluşturmuyor! Varsa yoksa aşure çorbası! Televizyon ve gazetelerde bile, aşure tatlısı tarifinden geçilmiyor!
Sözü fazla uzatmadan, arşivimizdeki 03.12.2011 tarihli Kerbela Şehitlerine Sahip Çıkmak başlıklı yazımızın bir bölümünden alıntı verelimde maksadımız daha iyi anlaşılsın:
***
["Kerbelâ" deyince, sadece Alevileri, Şiileri, Caferileri düşünen, "Ehl-i Beyt" deyince de sadece Hz.Ali'yi, Hz.Hüseyn'i ve Oniki İmamı hatırlayan bir gelenekten söz ediyoruz. Muharrem ayı'nın en önemli olayı "Kerbelâ Vahşeti" olmasına rağmen, bu gelenek daha çok "Aşure Orucu" ile "Aşure Tatlısı"na ağırlık veren bir anlayışı öne çıkarmış, bunlara aşırı rağbet "Kerbelâ"yı adeta gölgelemiştir.
Burada, "Aşûra Orucu"nu yok sayıyor veya küçümsüyor değilim hâşâ!.. Bu orucu, Rasülullah'ın tuttuğunu, hatta Yahudilerin aksine iki güne çıkardığını biliyoruz. Fakat, aynı Peygamberin Ramazan Orucu farz kılındıktan sonra bu orucu artık tutmadığını da biliyoruz. Peygamberimiz, bundan sonra ashabını muhayyer bırakmış, ne tutun, ne tutmayın şeklinde bir beyanda bulunmadığı için de, nafile bir ibadet olarak bugünlere intikal etmiştir. Bizim de tavsiyemiz bu yöndedir.
Aşura Tatlısı veya Çorbası'na gelince, bununla ilgili ne Peygamberimizden, ne de Sahabe-i Kiram'dan herhangi bir rivayet yoktur. Sonradan geleneğimize girmiş bir ikramdır. Peki, bu tatlıyı veya çorbayı pişirip ikram etmek yanlış mıdır? Elbette ikram yanlış değil. Bir Müslümanın, bırakınız yoksulu, zengin olan komşusuna bile ikramda bulunmak; imanının ve Ahiret inancının alameti sayılmıştır.
Yanlış olan, "Kerbelâ" gibi hüzünlü bir günü yok sayarcasına, tam da on muharremde çeşitli merasimler ve şenlikler düzenleyerek bu günü adeta bir "aşûra festivali" havasına sokup Hz.Hüseyin Efendimizi ve yetmiş şehidi hiç gündeme getirmemektir.]
Yeni Hicri Yılımız, üzüntülerimizin sona ermesi ve sevinçlerimizin başlaması için uyanış ve diriliş yılımız olsun.
twitter.com/parlakturk
facebook.com/vaktulemin
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.