M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Dünya Çapında İslâmî Davet, Tebliğ, Müjdeleme Hareketi Başlatılmalıdır

Dünya Çapında İslâmî Davet, Tebliğ, Müjdeleme Hareketi Başlatılmalıdır

Katolik kilisesinin “Propaganda Fide” adında bir teşkilatı vardır. Vazifesi ve işi, bütün insanlığı Teslis inancına çekmek, Katolikleştirmektir. Hıristiyanlaştırmak demedim, çünkü Hıristiyan âlemi binden fazla büyük küçük mezhebe, dine ayrılmış bulunmaktadır.

Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü hareketi, 1960’lı yıllarda Vatican tarafından çıkartılmış olup Müslümanları gerçek ve ilahî İslâm’dan uzaklaştırıp, önce evcilleştirmeyi, sonra Hıristiyanlaştırmayı hedef almaktadır.

İslâm dünyasının çok güçlü ve büyük bir davet, tebliğ, din propagandası teşkilatına ihtiyacı vardır. Böyle bir teşkilat ve hareket bugün mevcut değildir. Dünyanın çeşitli yerlerinde şu veya bu İslâm ülkesinin parasal desteğiyle kurulmuş olan birtakım teşkilatlar bulunmaktadır. örnek olarak Fransa’yı ele alalım. Beş milyondan fazla Müslümanın yaşadığı Fransa’da:

-Fas’a bağlı,

-Suudî Arabistan’a/Vehhabîliğe bağlı,

-Türkiye’ye bağlı (laik Türkiye’ye!..)

-İran’a/Şiîliğe bağlı... camiler, İslâmî dernek ve cemaatler, hareketler bulunmaktadır. Bu saydıklarımdan başka ülkelerin de İslâmî merkezleri vardır.

Maalesef İslâm dünyasında, papalığın Propaganda Fide’si gibi, bütün insanlığı hedef alan merkezî, üniter bir din propagandası teşkilatı bulunmamaktadır.

Buna büyük ihtiyacımız vardır. Böyle bir davet, tebliğ, müjdeleme, propaganda merkezi ve hareketi hiçbir devletin seküler menfaatlerine alet olmamalı, sadece ve sadece İslâm’ı, imanı, Kur’an hakikatlarını, Sünnet nurlarını ve Şeriat nizamını tanıtmak, anlatmak, yaymak, sevdirmek için rızaen lillah (Allah rızası için), hasbeten lillah (garazsız ivazsız), muhlisen lillah (ihlasla) çalışmalıdır.

Müslümanlar, Diyalog tuzağına düşmemeli, en güzel ve uygun şekilde davet, tebliğ, tebşir (müjdeleme) yapmalıdır.

Son 50-60 yıl içinde İslâm dünyasına trilyonlarca dolar petrol geliri aktı. Bu petro-dolarların bir kısmı gerçekten tebliğ ve davet için yerli yerinde harcanmış olsaydı, din bakımından dünya bambaşka olurdu.

Bugün ülkemizde doların milyarlarıyla oynayan çok güçlü, çok zengin, çok yaygın din cemaatleri bulunmaktadır. Bunların içinden biri böyle bir teşkilatı kursa ne iyi olur.

Ancak şu hususa dikkat edilmelidir:

Böyle bir tebliğ/davet hareketi ve merkezi şu veya bu cemaatin propagandasını yapmayacak; İslâm’ın, imanın, Kur’an’ın, Sünnetin, Şeriatın, İslâm ahlakının propagandasını yapacaktır.

Müslümanların temel vazifelerinden biri de dini ve imanı yaymak, insanlığı hidayete (doğru yola) çağırmak, dünyanın bütününe İslâm barışını getirmek için çalışmaktır.

Bu vazife sadece kuru kuruya istemekle, niyet etmekle veya bu sahada bir şeyler yapmakla olmaz.

Davet, tebliğ ve müjdeleme hizmetleri çok kaliteli, çok vasıflı, çok güçlü, çok üstün hizmetkârlarla yürütülebilir.

Diyelim ki, Norveç’te iman, İslâm, Kur’an, Sünnet tebligatı yapılacak. Oraya, Ramazan’da teravih namazı kıldıracak, Müslümanın biri vefat edince cenazesini kaldıracak, hatim indirecek bir hafız veya imam göndermekle meseleyi halletmiş olmayız.

Norveç’te hizmet edecek İslâm mübelliği ve mübeşşiri (tebliğ edici ve müjdeleyici) kimsede şu şartlar bulunmalıdır:

(1) Makale ve kitap yazacak, irticalen konuşacak, kültür kitaplarını anlayacak derecede Norveç lisanına ve edebiyatına vakıf olmalı.

(2) Avrupa aydınları seviyesinde yüksek genel kültürü bulunmalı.

(3) Yüksek İslâm kültürüne sahip olmalı. Mesela Ezher’de okumuş olmalı.

(4) Şeriattan kıl kadar ayrılmamak şartıyla tasavvuf ve tarikat neş’esine mâlik bulunmalı.

(5) Karizmatik bir kimliği ve kişiliği olmalı.

(6) Güzel, fotojenik, fizikî bakımdan düzgün olmalı.

Ancak böyle kimseler gerçekten hizmet edebilir. Böyle bir kimse de en az yirmi senede ve (planlı ve programlı bir şekilde harcamak şartıyla) milyonlarca dolar harcanarak (bir kişi için) yetiştirilebilir.

Merkezî İngiltere’de bulunan Kitab-ı Mukaddes Şirketi, Tevrat ve İncil’i binden (rakamla 1000’den) fazla lisana ve lehçeye tercüme ettirmiş ve yayınlamıştır.

Biz Müslümanlar kendi vatanımızda dinden uzaklaştırılmış, mürted yapılmış, câhil ve gafil bırakılmış vatandaşlarımıza, gençliğimize bile İslâm’ı doğru dürüst anlatamıyoruz.

Maalesef bazı büyük ve güçlü cemaatlerin işi gücü cemaat propagandası yapmak, cemaatin başındaki zatı övüp durmaktır. Bunun ise gerçek İslâmî tebliğ, davet ve tebşir ile bir alakası yoktur.

Onlara, yukarıda anlattığım konuda görüşmeye gitsem ilgilenmezler... “Sizin başınızdaki Hazretü’l-Hazerat, Muhteremlerin Muhteremi, Büyüklerin Büyüğü, Hocaların Hocası zatı öven bir kitap yazmak istiyorum...” desem hemen pür dikkat kesilirler, “Aman ne büyük hizmet!..” derler ve beni maddeten ve manen desteklemeye hazır olduklarını heyecanla beyan ederler.

(Allah beni böyle bir yalakalıktan korusun!) Bu anlattığım kitabı yayınladığım takdirde, hemen bir imza günü tertiplerler, uzun kuyruklar oluşturup kitabı satın alırlar. Birinci baskısı birkaç günde kapışılıp biter... İkinci baskı, üçüncü baskı... 21’inci baskı... Yüz binlerce satılır. Benim cebim para ile dolar, onlar mutlu ve kendilerini tatmin etmiş olur...

Biri Benimle Alay Etmiş

BİR yazımda İngiltere’de ve İskandinav ülkelerinde olduğu gibi gerçek ve vesayetsiz bir demokrasi istiyoruz dememe tepki olarak, yazımı iktibas eden internet sitesine bir vatandaşımız şu e-mail’i göndermiş:

“Gerçek ve vesayetsiz demokrasi istiyormuş... Hımmmm!.. İran ve Arabistan sana uyar mı ya Haci?..” Ne kadar hafif, mantıksız, yersiz bir tepki. Müslüman bir Türkiyelinin gerçek ve vesayetsiz demokrasi istemesinin İran ve Suudî Arabistan ile ne ilgisi var?

Benim bu isteğim ne kadar tabiî, haklı, doğru bir istektir. Niçin anlamak istemiyorlar?

Dindar bir vatandaş olduğum için bana “Haci...” demiş. Hacılık Müslümanların iftihar ettiği bir sıfattır.

Niçin akılla, bilgiyle, kültürle, mantıkla, sağduyu ile cevap veremiyorlar?

İpe sapa gelir hiçbir gerekçeleri yok mudur?

Türkiye’de, Norveç’te yahut Finlandiya’da olduğu gibi gerçek, vesayetsiz bir demokrasi olmasını istemek suç mudur, ayıp bir şey midir?

İran’da aşırılık var da, Türkiye’de yok mu?

Tesettüre karşı olmak, başları örtülü kızları üniversitelere almamak aşırılık değil midir?

İran diyecek, Arabistan diyecek, Malezya diyecek ve sonra tartışmayı kazanmış olacak. İş bu kadar kolay mı?

İstihza/alay etmek istiyorsan, bunu edebiyatla, incelikle, yüksek kültürle yapmaya çalışsana. Dindara haci, içki içene sarhoş, fikrini beğenmediğin vatandaşa liboş demek ne kadar ucuz ve kolay bir istihzadır.

O zatın kültürü olsaydı, “Bizde gerçek ve vesayetsiz demokrasi işlemez” diyebilir, bu konuda birkaç gerekçe gösterebilirdi.

Merak ettim, o cümleyi yazan Sabataycı mıdır acaba?

öyle ya, onlara göre vesayetli Sabatay demokrasisi, gerçek demokrasiye tercih edilir.

Onlar biz Müslümanlara “acı soğan” derler.

Kendi şeriatları vardır. Beş yıldızlı lüks otellerde nikah kıyıp düğün yaparlar. Kapalı bir odada Sazanları (Sabataycı hahamlar) gizli Yahudi/Sabatay nikahı kıyar.

Aman Türkiye’de, İngiltere’de, Norveç’te, Avusturya’da olduğu gibi gerçek ve vesayetsiz bir demokrasi olmasın. Sonra bu yağlar, bu ballar, bu zenginlikler, millî gelirin yüzde 60’ını küçük bir mutlu ve putlu azınlığın paylaşması ellerinden gider.

Müslüman çoğunluğun gerçek ve vesayetsiz bir demokrasiye hakkı yoktur.

çoğunluktaki Müslümanlar bugünkü kısıtlı ve vesayetli demokrasiye şükr etsinler.

Bize onu bile fazla görüyorlar.


Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi