Atatürkçülüğün Şizofrenleştirdiği Bir Aydın
Atatürkçülüğün, yandaşı aydınları şizofrenleştirmesi, beklenen tabii bir sonuçtu. Hayatları, Atatürkçü Cumhuriyet halüsinasyonları içinde geçen yaşı yarım asrı geçmiş her aydının şizofreni hastası olması mukadderdir. Çünkü, milletin yüzlerce yılda meydana getirdiği kültür ve medeniyet değerlerine yaslanmayan Atatürkçülük, geçmişi, şimdiki zamanı ve istikbâli ifade etmeyen, değişmeleri görmeyen kendi içine kapalı dogmatik ve hiçbir faydası olmayan içi boş bir ideolojidir. Dolayısıyla, taraftarlarını da kendine benzeterek şizofreni hastası yapması gayet normaldir.
Şizofreninin târifi şöyle hülâsa edilebilir: Alevlenme ve yatışma dönemleriyle kendini gösteren müzmin bir ruhî hastalıktır. Şizofreninin ortaya çıkmasında hastanın içinde bulunduğu çevre, psikolojik ve sosyal tesirlerin rolü vardır. Hastanın içinde yaşadığı dünyayı, yaşayagelen toplum değerlerini doğru bir şekilde selim bir akılla ve ferasetle kavrayabilme kabiliyetinden mahrum hâle getirir. İdrakinde ciddî bozukluklara yol açar. Dış dünyada olup bitenleri hatâlı değerlendirme, kendi düşünceleriyle, hatta rüya ve hezeyanlarıyla dış gerçekliği ayırmakta güçlük çekmeye başlar.
ATATÜRKÇÜ CUMHURİYET RÛHÎ HASTALIKLARA SEBEP OLUYOR
Şizofreninin çeşitli sebepleri vardır. Bir ideolojiye, ikonlaştırılmış bir kişiye tutunmayla baş gösteren şizofrenik vakalar vardır. Numunelik Atatürkçü bir şizofrenin yahut Atatürkçülükten dolayı şizofren olmuş bir aydının hezeyanları, Cumhuriyet ideolojisinin ne menem bir ruhî hastalıklara sebep olduğunu gösteriyor:
“Sekseni aşan yaşıma basarken çok yorgunum. Atatürkçü Cumhuriyetin en parlak, aydınlık devirlerini yaşadıktan sonra bu karanlık yılları yaşamak bana çok ağır geliyor! Biliyorum ileride Cumhuriyet büyük tehlikelerle karşılaşırsa mücadele etmek için hayli sebep var. Fakat zihnimin bataryası bitmek üzere! Şarj edecek hâlim ve vaktim kalmadı. Babama verilmiş sözüm vardı: Kore savaşına giderken verdiği tabancayı, ancak görev bittikten sonra kılıfına sokacaktım. Atatürkçülük ve Cumhuriyet yolundaki mücadelemde de ‘kalemi’, ancak görev bittikten sonra yerine koyacaktım. Ama babam beni affetsin, çok yoruldum.”
Hakkaniyetle bugünün Türkiye’sine bakarak, yukarıdaki ifadelerde had safhada şizofreni belirtileri olduğunu görmeye çalışınız. “Cumhuriyet büyük tehlikelerle karşı karşıya geldiğinde”, hukuksuz İstiklâl Mahkemeleri’nin zorba reislerinden olan babasına verdiği söz üzere “ancak görev bittikten sonra tabancayı kılıfına sokacak” ve “kalemi de ancak görev bittikten sonra yerine koyacak”mış.
SIK SIK “CUMHURİYET’İN TEHLİKEDE OLDUĞUNU” SÖYLEMEK, ŞİZOFRENİ BAŞLANGICIDIR
Bu ifadeler neyi hatırlatıyor? “Görev bitince tabancayı kılıfına sokmak” da neyin nesi? Bu ifade Kemalist darbecilerde sıkça görüldüğü üzere ağır bir şizofreni hastalığının belirtisidir. “Böyle bir görevi” gerektirecek ne olabilir Türkiye’de? Cumhuriyet’in tehlikede olduğu düşüncesi, Menderes Dönemi’nde başlayan ve generallerle aydınlarda görülen şizofrenik bir muhakeme ve mantık bozukluğudur. Atatürkçülük tapkını aydının sayıklamaları daha da ilerliyor ki, şizofreni olduğu iyice netleşiyor:
“Atatürkçü milliyetçilik çizgisinden hiç ayrılmadım. Koliler dolusu yazı biriktirmişim. Eşim, ‘Bunları ne yapacaksın’ diye sordu... ‘Yakın’ dedim. ‘Ne işe yaradılar ki bundan sonra neye yarayacak!’ Atatürkçü Cumhuriyet gözlerimizin önünde yok ediliyor. Yazdıklarım, söylediklerim, yılların yalan rüzgârları karşısında ‘Ok meydanında buhurdan’ gibi kalmış... Donkişot gibi yel değirmenlerine saldırmışım ve gerçekleşmeyecek rüyalar peşinde koşmuşum. Yorgun düştüm. Korkarım ki bundan sonra ülkede çok vahim gelişmeler yaşanacak…”
Ağır bir şizofrenden sâdır olan ifadelerle karşı karşıyayız. Hem Atatürkçü milliyetçilikten hiç ayrılmadığını, hem de gözünün önünde yok edilen Cumhuriyeti kurtarmak için yazdıklarının bir işe yaramadığını, yel değirmenine saldırmak olduğunu, gerçekleşmeyecek hayâller peşinde yorgun düştüğünü söylüyor.
Bu tür şizofrenler böyle tutarsız, içinde yaşadığı toplum teamüllerine uymayan ve gerçekliği olmayan Atatürkçü Cumhuriyet gibi ideolojik hayâller, halüsinasyonlar, yani sanrılar görürler. Bu hâlin adı, uyanıkken, yaşayagelen toplum gerçekleriyle uyuşmayan asılsız şeyler görüp işitme vehmine kapılmadır. Atatürkçülüğün onu şizofreni yaptığının en temel belirtilerinden biri de arada bir “Uyan M. Kemal” nidasıyla başlayan ateşlenme nöbetleri geldiğinde söylediği sözlerdir:
“Ey, M. Kemal! Şimdi yattığın Anıtkabir’de şöyle bir doğrul da içinde bulunduğumuz ‘manzarayı umumiye’ye bir bak. Şairin dediği gibi ‘Sen hayatta iken biz rahat uyurduk.’ Çünkü sen vardın. Şimdiyse biz, derin bir gaflet uykusundayız. Bizi kim uyandıracak? Umudumuz hâlâ sensin. Gene kurtar bizi fuzuli şagillerden. Yoksa, ordunun vesayeti altından kurtulmak yutturmacasıyla Türk Ordusu, tümüyle mahkeme salonlarını dolduracak!... Evet, sevgili Kemalim-Gazi Paşam; tehlikelerle karşı karşıyayız…”
“Fuzuli şagiller” diye küçümsediği de, “Hâkimiyetin kayıtsız şartsız” kendisinde olduğu milletin Meclis’teki temsilcileridir. “Şagil”, Boş ve haksız yere bir yeri, bir makamı işgâl eden demektir.
“HİTİTLERİN, TÜRKLERİN ATASI OLDUĞUNU, HİTİTLİLERE BENZETİLMEKTEN GURUR DUYDUĞUNU, MİLLİYETÇİ, MUHAFAZAKÂR VE TURANCILIKTAN SAPMADIĞINI” BEYAN ETMEK, AĞIR ŞİZOFRENİ VAKASIDIR
Bir zaman, “Hititlere benzetilmekten gurur duyduğunu, medeniyet bakımından Hititliliğin, Anadolu Türklüğünün sağlam ve zengin kaynaklarından biri olduğunu, Anadolu’yu Türkleştirenlerin atası ve mirascısı olarak Hititlerin, Türklüğün bir altyapısı kabul edilmesi gerektiğini, Ankara’daki Hitit âbidesinin tarafından gururla diktirildiğini ve kaldırılması karşısında arkadaşlarıyla sırayla nöbet tutmayı kararlaştırdıklarını” beyan eden şizofrenik Atatürkçü aydın, Hititliğe aidiyet hissetmesini şöyle anlatıyordu:
“Geofrey Levis adlı bir İngiliz profesör bir konferansında Hititlerin bizim atalarımız olduklarını kanıtlamak babında ‘dostum Alatemur’un profili Hitit yazıtlarındaki Hititli profillerine benzer’ demişti. Ben hamdolsun sapına kadar Türk’üm, ama bu sözleri de hiç yadırgamamıştım.”
Ardından da “Bütün hayatım boyunca milliyetçi ve muhafazakâr çizgiden sapmadım. İtiraf edeyim ki içimdeki Turancılık ateşi de hiç sönmedi” diyerek, şizofrenilere has bir tavırla düşüncelerini ve kişiliğini karıştırmaya, birbiriyle tenakuz içinde olan kavramları sahiplenme gibi “algı” bozuklukları göstermeye başlamıştı. Aklı ve idrâki o kadar karışık ki “Hititlerin, Anadolu’yu Türkleştirenlerin atası olduğunu, Hititlilere benzetilmekten gurur duyduğunu, milliyetçi, muhafazakâr ve Turancılıktan sapmadığını” beyan etmesi, ağır bir şizofreni vakasıdır. Bu tür ruhî hastalıklar umumiyetle Atatürkçü Cumhuriyet iptilasına yakalananlar arasında görülmektedir.
Şizofrenik tenakuz hâlini gösteren bir ifadesi de hukuksuz idam kararlarından ötürü millet tarafından beddua alan babasına sahip çıkmasıdır: “Atatürkçülüğe hizmeti, canını ona siper etmesi ve devrimlerini İstiklâl Mahkemesi yargıcı olarak savunması, babamı Atatürkçüler indinde şerefli bir yer kazandırmıştır…”
Millete dost olamayan Atatürkçü Cumhuriyeti “fazilet” olarak dayatıp bunca yıl “nutuk” okuyanlar ve okutanların, bu şizofreni hastası aydının benzerleri olduğunu tam bir inançla kavradığımızda, Atatürkçülüğün zararlarından korunmuş oluruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.