İtiraf ediyoruz: Romayı da biz yaktık, Kennedyyi de biz vurduk!
Kurt-kuzu hikâyesini bilirsiniz...
Zaman zaman anlattığım bu hikâyeyi yeniden anlatmak istiyorum.
Kurdun biri, dereden su içmekte olan kuzuya, Ben seni yiyeceğim der!..
Kuzu ya, saf saf gerekçesini sorar...
Kurt, gerekçesini açıklar:
Sen benim suyumu bulandırıyorsun!
İyi ama der, kuzu;
Derenin üst başında duran sensin!..
Ben ise aşağıdayım!.. Senin suyunu nasıl bulandırabilirim ki?
Kurt, biraz daha küstahlaşır:
Geçen sene benim suyumu bulandıran sen değil miydin?
Kuzu, yine saf saf cevap verir:
Ben, geçen sene henüz doğmamıştım ki!
Kurt, daha da öfkelenir;
Öyleyse, suyumu bulandıran senin babandı!
Ve malûm son!..
Saldırır ve parçalar kuzuyu!..
Hikâye böyle... Peki, bu hikâyeden çıkarılacak ders nedir?..
Ders şudur:
Kurt, eğer kuzuyu yemeyi kafasına koymuşsa, mutlaka bir bahanesini bulur...
O bahane tutmazsa, bir yenisini bulur!..
Tıpkı;
Bu sene suyumu bulandırmadıysan, geçen sene bulandırmışsındır gibi!..
Kuzu, istediği kadar; Ben, geçen sene henüz doğmamıştım desin!..
Kurt, illâ kuzuyu yiyecek ya; O zaman baban bulandırmıştı der!..
Demek oluyor ki; ne kadar akıllı olursan ol, bu dünyada kuzu olmak zor...
O ZAMAN AKİT VAR MIYDI?
Akit de öyle... İstediği kadar; Biz gazetecilik yapıyoruz desin...
Akiti itibarsız hâle getirecekler, yargısız infaza tabi tutup, linç edecekler ya, bahaneleri hazır;
Hedef gösteriyorsunuz?
Soruyoruz;
Kimi hedef göstermişiz?
Diyorlar ki;
Ahmet Taner Kışlalı, sizin yayınınızdan sonra öldürüldü... Danıştay cinayeti, sizin manşetinizden sonra işlendi!..
Eee, daha başka?..
Daha başka yok!..
İyi de, sorarlar adama;
Bu ülkede Muammer Aksoy da öldürüldü, Bahriye Üçok da... Bu ülkede Uğur Mumcu da öldürüldü, Tarık Dursun da!..
Peki, onlar öldürüldüğünde Akit var mıydı?.. Elbette yoktu...
Çünkü onlar öldürüldüğünde, Akit veya Vakit, henüz doğmamıştı!.. Ama, katiller, hedeflerini çoktan belirlemişti...
Muammer Aksoy, 31 Ocak 1990da,
Bahriye Üçok, 6 Ekim 1990da,
Uğur Mumcu da, 24 Ocak 1993te,
Bir suikast sonucu öldürüldüler...
Vakit veya Akit ise, yayın hayatına 12 Eylül 1993 tarihinde başladı...
Yani Aksoy ve Üçok cinayetlerinden 3 yıl, Mumcu cinayetinden 8 ay sonra!..
Demek oluyor ki;
Birilerini öldürmeyi kafalarına koyan derin güçlerin, hedef gösterilmesine ihtiyaçları yok...
Onlar, hedeflerini zaten belirlemişler.
Ne yani;
Ortadan kaldıracakları adamların fotoğraflarını gazetelerin yayınlarından mı tesbit ediyor bu katiller?.. O kadar mı acizler?..
Akiti kişileri hedef göstermekle itham eden embesillere şunu sormak lazım; Muammer Aksoyu, Bahriye Üçoku ve Uğur Mumcuyu acaba kim hedef gösterdi?..
O zamanlar Akit veya Vakit olmadığına göre, kim hedef gösterdi?..
O zamanlar biz yoktuk, onlar vardı!!!..
HEP SÖYLEDİK, YİNE SÖYLEYELİM!
Bu hedef gösterme lâfının iyice ucuzladığını, bayatladığını ve ayağa düştüğünü her plâtformda söylüyoruz ama, kendilerini 74 milyonun izlediğini söyleyen televizyonlar, defalarca söylememize rağmen, yine de soruyorlar;
Hedef gösterdiğinizi düşünüyor musunuz?
İyice kabak tadı vermiş olsa da yine söyleyelim: Biz çiğ yemedik ki, karnımız ağrısın!..
Biz, gazetecilik yapıyoruz...
Dünün tetikçilerinin, bugün başımıza etikçi kesilmesine de fena halde bozuluyoruz.
Dün tetikçi, bugün etikçi kesilen zevat, bize öyle geliyor ki; Akiti hedef göstermekle itham ederken, aslında kiralık katilleri ve onları azmettiren derin baronları gizlemeye çalışıyor.
İstiyorlar ki;
Dikkatler Akitin üzerinde toplansın da, baronların rahatı kaçmasın!..
Ama, mızrak çuvala sığmıyor.
Bir gün mutlaka ortaya çıkmak gibi huyları olan gerçekler, işte birer birer ortaya çıkıyor ve cinayetler, tek tek aydınlanıyor.
ÜÇOKTA ÖLÜM ÜÇGENİ!
Önce Bahriye Üçok cinayeti...
Önceki günkü Türkiye gazetesinde Melih Duvaklı imzalı bir haber vardı...
Bahriye Üçok cinayetinde ölüm üçgeni: MİT-PKK-TİKKO başlığını taşıyan haber, özetle şöyleydi:
Bahriye Üçok sık sık aykırı fikirleri ile gündeme gelen bir isimdi. 1983-87 yılları arasında milletvekilliği yapan Üçok, 1986dan sonra SHP üyesi ve Eylül 1990da SHP parti meclisi üyesi oldu. 6 Ekim 1990 tarihinde Ankarada oturduğu eve, gönderici kısmında İlmi Araştırmalar Vakfı yazan bir kargo paketi getirildi. Üçok, Ekspres Kargo aracılığıyla gönderilen paketi açınca içine yerleştirilmiş olan bomba düzeneği patladı ve Üçok hayatını kaybetti.
Olaydan sonra başlatılan soruşturmada bombalı paketi teslim alıp Bahriye Üçoka götüren Ekspres Kargo çalışanı Gülay Calap, ifadesi alındıktan sonra serbest bırakıldı. Kayıplara karışan Calap 1994 yılında İzmirde düzenlenen bir operasyonda ortaya çıktı. PKKya bağlı Devrimci Halk Partisi İzmir sorumlusu olarak yargılanan Calap, 22 yıl ceza aldı. Tahliye olduktan sonra DTPye katıldı. Parti kapatılınca da yerine kurulan BDPye girdi. Parti meclisi üyeliği ve genel başkan yardımcılığı gibi etkin görevlerde yer aldı.
Bombalı paketi kargoya teslim ettiği iddia edilen şahsın dönemin MİT İstanbul Bölge Başkanı Ertan Ömerbeyoğlunun Makam şoförü MİT elemanı K.T., Üçok suikastından yalnızca 4 gün sonra uğradığı silahlı saldırı sonucu öldü. Suikastı yasadışı sol örgüt TİKKO üstlendi. Olayın perde arkasını bilen tek tanık da böylece ortadan kaldırıldı.
Olayın ardından mütedeyyin kesim hedef gösterildi. Cinayet laiklik tartışmalarına konu edildi. İnançlı insanlara mal edilme iddiasının şekli de oldukça ilginçti. Olaydan bir gün sonraki Cumhuriyet Gazetesinin haberinde İslami Hareket Örgütü adına konuştuğunu iddia eden bir kişinin gazete santralını arayarak, Üçoku tesettür konusundaki düşünceleri yüzünden cezalandırdık ifadelerini kullandığı iddia ediliyordu.
Olaydan önce bu örgütün adını duyan yoktu.
Üstlenme de muhtemelen kurguydu.
Bahriye Üçoka ölümünden önce Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından bombalı paket konusunda eğitim verilmişti. Bu bilgi bizzat dönemin MİT Müsteşarı emekli orgeneral Teoman Koman tarafından basın mensuplarına açıklandı. Koman, biz görevimizi yapık diyordu ancak bu durum daha çok Üçoka yapılmış bir uyarı olarak algılandı.
Haberden de anlaşılacağı gibi;
Bu karanlık cinayetin içinde o dönemki MİT vardı, PKK vardı, TİKKO vardı... Hepsi görev dağılımı yapmış ve Bahriye Üçoku ortadan kaldırmışlardı...
Ama, bir suçlu lâzımdı ve bulundu;
Dindarlar!!!
Hep aynı taktik!..
MUMCU CİNAYETİ
Ve Uğur Mumcu cinayeti...
Olayı biliyorsunuz...
Malûm, Uğur Mumcu da, 24 Ocak 1993te, arabasına konulan bomba ile öldürüldü... Olay, yine İslâmî kesimin üzerine yıkıldı...
Suikasttan sonra, operasyon başlatıldı ve Yusuf Karakuş, Selam Gazetesinin sahibi Hasan Kılıç, Yazıişleri Müdürü Mehmet Ali Tekin, Ankara Temsilcisi Talip Özçelik, Dağıtım Müdürü Abdulhamit Çelik ve Mehmet Şahinin bulunduğu 8 kişi gözaltına alındı ve tutuklandı.
Ne var ki;
Gerçekler, üzerleri ne kadar örtülürse örtülsün, bir gün ortaya çıkıyorlar ve tezgâhı deşifre ediyorlar.
Nitekim;
Olayın üzerinden 19 yıl geçtikten sonra, 11 Aralık 2012 tarihli Akitin manşetinde yayınlanan bir haber Umuttaki derin tezgâhı da gözler önüne serdi.
Akit muhabiri Kenan Kıran, Mumcunun katili diye tutuklanan Yusuf Karakuşun, DGM Savcısına verdiği ifadeye ulaştı ve cinayetin, Müslümanların üzerine nasıl yıkıldığını belgeleriyle ortaya koydu...
Kenan Kıranın haberi özetle şöyleydi:
Uğur Mumcuya suikast düzenleyenleri yakalamak üzere başlatılan soruşturmada 6 Mayıs 2000de gözaltına alınan Yusuf Karakuşun, Umut operasyonu başlamadan 34 gün önce yani 3 Nisan 2000de dağa kaldırıldığı, yaklaşık bir ay gayri resmi olarak gözaltında tutulup ağır işkencelere maruz bırakıldığı ve ölümle tehdit edilerek Mumcu cinayetini üstlenmesi için hazırlanan senaryoyu kabul etmeye zorlandığı ortaya çıktı.
Karakuş, 16 Haziran 2000de soruşturmayı yürüten DGM Savcısı Hamza Keleşe verdiği ifadesinde, Beni sözde cinayetten önce kaldığım bir otele üç kere götürüp ezberlettiler. Buluşma yeri olarak bir cami belirleyip yerini öğrettiler. Sonra da Mumcunun öldürüldüğü sokağa götürüp sokağın konumunu, bomba konulan otonun bulunduğu yerleri ve yanıltma için yapılacak işleri anlattılar diyor...
Bu bilgi ve belgelere, küçük bir ilâve yapalım ve o günlerde Sol Güçbirliği Kurulu Genel Başkanı olan Prof. Dr. Tahir Hatipoğlunun Kanal 5te sarfettiği sözlere yer verelim...
Prof. Dr. Hatipoğlu diyor ki;
Özeleştiri yapıyorum. Pişmanım. Hem kendi arkadaş grubumuzun içinde hem de medya eliyle farklı yönlendirildik... Özel Harp Dairesi tarafından planlanmış bir senaryoyu göremedik. Uğur Mumcu ve Danıştay saldırısı İslami çevrelere yıkılmak istendi.
Mumcuda başarılı oldular ama Danıştay saldırısı tutmadı. Bu iki olay da tamamen Özel Harp Dairesi tarafından planlanmış bir senaryoydu.
ASLINDA FAİLLERİ MALÛM!
Daha fazla ayrıntıya gerek var mı?..
Bu iki olaydan da anlaşılacağı gibi; kuzuyu yemeyi kafasına koyan kurt, senaryosunu da yazmış, plânını da yapmış!..
Ve hatta, göstereceği suçluyu da baştan tesbit etmiş!..
Bu katillerin kimler olduğuna siz karar verin... Adlarına ister Gladyo deyin, ister Kontrgerilla!... İster Özel Harp Dairesi deyin, ister Ergenekon!
Sonuçta; faili meçhul cinayetler denilse de, hepsinin failleri malûmdur!..
Bu faillerin üzerini örtmek için, hiç kimse başka adres aramasın... Hiç kimse, hedef gösterildiler demesin!..
Çünkü katillerin gazetelere veya televizyonlara ihtiyaçları yoktur...
Onlar, hedeflerini, yani öldürecekleri insanları önceden tesbit ederler!.. Zamanı geldiğinde de düğmeye basarlar!..
Bütün bunlardan sonra demek istiyorum ki; Akiti hedef göstermekle itham edenler, şu soruya cevap versinler;
Muammer Aksoy, Bahriye Üçok ve Uğur Mumcu öldürüldüğünde Akit mi vardı?
İsterseniz, daha gerilere gidelim;
Neron Romayı yaktığında ya da Lee Harvey Oswald denilen katil, Robert Kennedyyi öldürdüğünde Akit mi vardı?
Bırakın artık bu numaraları!..
Vazgeçin artık bu bahanelerden!..
Koktu bu ayaklar, koktu!..
Bırakın bahane aramayı da, gelin hep birlikte katilleri deşifre edelim!..
Ne o;
İşinize gelmiyor mu?..
Onun için mi koştunuz Silivriye?!?..
Dün Silivride estirdiğiniz terör; daha önceki terörist saldırılarınızı örtebilecek mi?!?
Silivriye hiç dikkat ettiniz mi?
l Hiç dikkatinizi çekti mi bilmem, ama ben düşünmeden edemedim... Hani hep; bazı kişileri eleştirirken halktan kopuk ve halkın inançlarına uzak deriz ya; işte bu güruhun bir kısmı şu anda ya Şirincede ya da Silivride kıyamet bekliyor!..
l Hiç dikkatinizi çekti mi; 28 Şubat Sürecinde; Yargı bağımsızdır... Yargıya herkes saygı göstermeli diye bas bas bağıranlar, bugün Adalet zulüm dağıtıyor diye yırtınmakta ve belki de ilk defa duruşma salonunda hakimi yuhalayarak ve sıra kapaklarına vurarak, yargıyı protesto noktasına geldiler!
l Hiç dikkat ettiniz mi; arabesk dinleyeni ayak takımı olarak, lahmacun yiyenleri de; Varoş çocuğu!.. Bidon kafa!.. Göbeğini kaşıyan adam olarak görenler, dün Silivride, hem de duruşma salonunda lahmacun yemişler iyi mi?..
l Silivrideki görüntülere hiç dikkat ettiniz mi; güya duruşmayı takip için gelenler, tam bir terör estirdiler... 28 Şubat sürecinde kucağında oturdukları askerlere, dün sille-tokat saldırdılar... Demek oluyor ki, 4 yıl önce dâvâ açan savcı, dâvânın adını boşuna Ergenekon Terör Örgütü koymamış!..