Eşten menkul rektörlük saltanatı
Görev süresi sona eren ve kanunen tekrar aday olamayan rektörün eşi profesör olursa ne olur? Bu sorunun cevabını son rektörlük seçimlerinde iki üniversite verdi.
En yüksek oyu, eski rektörlerin eşleri aldı. Dicle ve Uludağ üniversitelerinde rektörlük seçimlerinden en yüksek oyla, iki dönemi tamamladığı için tekrar seçime giremeyen rektörlerin eşleri çıktılar.
En yüksek oyu aldıkları halde, listeye alınmayan bu rektör eşleri, YöK'ün kararını protesto ettiler. Biri, YöK'ün kararını "etik" bulmadığını söylüyor. Tartışma götürmeyecek açık gerçek, bu rektör eşlerinin rektör adaylığının etik olmaması değil mi? Bu düpedüz, babadan oğula geçen saltanat gibi dikey değil ama, eşten eşe intikal eden yatay bir saltanat usulünden başka nedir?
YöK'ün iki üniversitede de, rektör eşlerini elemesi çok isabetli bir karar. üniversitenin namusunu, itibarını bir nebze olsa da kurtaracak bir tasarruf. Ama yeterli değil.
Bazen çok tartışılan, çok konuşulan konularda kafalar karışır. üniversitenin, bilimi ve eğitimi çağdaş standartlara göre yapabilmesi için çok hassas düzenlemelerle çalışması lazım. Rektör eşlerinin aldığı oyları, üniversitelerde yaşanan sorunların bir belirtisi olarak görebilir ve bu semptomdan açık bir hükme varabiliriz. Bünyede bir sorun var ve belirti bu sorunun ne olduğuna dair bir fikir veriyor. Sonuçtan sebebe gidelim. İki dönem, yani toplam sekiz yıl görev yapan bir rektörün, hasbelkader eşi profesör ise ve bu hanım aday olup o üniversitede en yüksek oyu alabiliyorsa, üniversitelerimizde çok kişisel, çok keyfi bir yönetim var demektir. O kadar ki, bu keyfilikten bir saltanat düzeni bile çıkmaktadır. Düşünün bu karı-koca iki rektörün bir de akademisyen evlatları olsa, bu sefer rektörlük aile mesleği olarak anne-babadan çocuklara intikal edebilecek.
Benim de uzun yıllar çalıştığım Gazi üniversitesi'nin mevcut rektörü, dört yıl önce eski Rektör Prof. Rıza Ayhan'ın aldığı oyun üçte birini almasına rağmen, Cumhurbaşkanı tarafından ikinci sıradan atanmıştı. Son seçimlerde bu sefer oyunu, üç yüz küsurdan yedi yüz küsura çıkartmış. "Aradaki dört yüz oy nereden kaynaklanıyor?" sorusunun cevabı ise basit. Dört yıl içinde Gazi üniversitesi'nde dört yüz civarında yeni öğretim üyesi göreve başlamış. Matematik hesabı ile çıkartılacak bu sonucun arkasında, benim kişisel tecrübelerim de var. Dört yıl önce, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanlığı'nı metazori yaparken, yeni yönetimin baskılarına maruz kalmıştım. Yeni rektör yeni bir ekiple çalışacakmış; bana da istifa etmek düşermiş. Benden istifamı isteyen dekana "Siyaset mi yapıyorsunuz, yoksa çiftlik mi yönetiyorsunuz? Ne demek "ekip". üniversitede ekip mi olurmuş?" demiş ve kurtulmak için can attığım görevime bilimin izzeti için bir süre daha devam etmiştim.
Türkiye'nin üniversitelerinde çok iyi akademisyenler var. Türkiye'nin iddialı bir bilim potansiyeli bulunuyor. Ama üniversitelerimiz ortaçağlara özgü bir keyfilik ve despotizm altında yönetiliyor. Görevi sona erince kendi eşini seçtirebilen rektörlerin yönettiği üniversite ile nereye varabilirsiniz?
Temel sıkıntı, üniversitelerde en çok oyu alan kişinin karşısında ona oy vermeyen azınlıkların haklarını koruyacak bir mekanizmanın olmaması. Bu yüzden rektör atamalarında seçimin olması, üniversitelerde demokrasinin olduğu anlamına gelmiyor. üniversite düzeninin değişmesi yanında, rektörlük seçimlerinde farklı bir oylama sistemi, kutuplaşmaları yumuşatabilir. Benim önerim, Yeni Zelanda ve Avusturya seçim sisteminde olduğu gibi, her seçmenin sırayla üç tercihte bulunabildiği bir sistem. En az oy alanların elendiği böylece ikinci veya üçüncü tercihlerin devreye girdiği bu seçim sisteminde, herkes sırayla üç kişiyi tercih edebileceği için, bu sistem adaylar arasındaki rekabeti yumuşatıyor ve adaylar da, kendisine oy vermeyecek olanların bile ikinci veya üçüncü tercihi olabilmek için daha kuşatıcı ve dengeli davranıyor.
üniversite düzeni mutlaka değişmeli. Rektör eşlerinin aday olabildiği ve üstelik en çok oyu alabildiği bir üniversite düzeni içinde yaşama ayıbından Türkiye bir an önce kurtulmalı.